(fotoğraflar: sebastian hoppe)
pazartesi akşamı düsseldorfer schauspielhaus’a bir hafta
içinde dördüncü gidişimdi; ikisi yeni, biri geçen sezondan olmasına rağmen
oyunların üçü, hele de büyük salondaki ikisi neredeyse bomboş (en fazla ilk 5-6
sırası dolan) salona oynarken, pazartesi akşamı gişenin önü, fuaye, içerisi pek bir
kalabalıktı; meğerse o akşam ayda bir olan “tiyatro günü”ymüş; yani biletler
normalde olduğu gibi 15-40 avro yerine sadece 10 avro.
oyun sırasında rolünden çıkıp seyirciye “sataşan” taner şahintürk
de sormaz mı “kaçınız bugün tiyatro günü diye biletler 10 avro olduğu için
geldi?” diye; salonda bayağı bir el kalktı.
şahintürk arkasından da “bu tiyatro boş salonlara oynuyor,
arkaya bir bakın, bomboş, utanıyorum. evde televizyon seyretmeyi tercih ediyor
insanlar. düsseldorflular paraları olduğu halde neden tiyatroya gelmiyorlar!”
diye devam etti..
…
“der parasit oder die
kunst sein glück zu machen”dan sonra, nurkan erpulat’ın düsseldorfer
schauspielhaus’un büyük sahnesi’nde geçen sezon sonunda sahneye koyduğu ve bu
sezon da devam eden “kasimir und karoline”
adlı oyununu da izleme imkanım oldu.
“kasimir und karoline”
fiume doğumlu, belgrad, budapeşte, viyana ve münih’te yetişmiş ve yaşamış,
almanca yazan, kendini alman kültür çevresine ait gören ama yaşadığı ülkelerden
hiç birini ana/babavatanı olarak görmeyen ve vatansızlık duygusunun ona
özgürlük sağladığını düşünen ödön von horváth’ın 1932’de
yazdığı bir oyun.
horváth “kasimir und karoline”de ekonomik buhran içinde kıvranan dünyada,
münih’teki oktoberfest’i arkaplan olarak kullanarak işsiz, parasız, geleceksiz
ve bazısı adi suça bulaşmış insanların halet-i ruhiyesi üzerinden, palazlanmakta
olan ırkçılığı konu etmiş.
nurkan erpulat’ın isteğiyle marianna salzmann horvath’ın
oyununu günümüze uyarlayarak adeta yeniden yazmış. olaylar günümüze, mekan ise
münih’ten düsseldorf’a, oktoberfest’ten ren (rhein) panayırına taşınmış.
erpulat bu sayede, biraz fazla temiz bulduğu düsseldorf’un
bazılarına göre izbe bazılarına göreyse gerçek hayatın -ya da hayatın
gerçeğinin- hüküm sürdüğü arka sokaklarında dolaştığı mekana-özgü-işi “worringer schlachten”dan sonra şehre
yeniden farklı bir açıdan, biraz kenardan, biraz arkadan bakmış; belki “halının
altına” bakmış da denebilir..
horvath’ın konu edindiği döneminin ekonomik kriziyle son 5-6
yıldır bizzat yaşadığımızın çıkış noktaları farklı da olsa, gelinen işsizlik ve
ümitsizlik noktası ve dünyada yeniden kabarmaya başlayan faşizm dalgası oyunu
güncelleştirme denemesinin zorlama olmadığının kanıtı.
[salzmann ile erpulat oyun kitapçığında faşizm yerine
“gündelik ırkçılık” tabirini kullanmışlar. salzmann geçen yıl bu sıralar
istanbul tarabya akademisi’nde burslu olarak kalırken radikal’e verdiğisöyleşide “ab bana göre en büyük faşist ve en büyük soykırımcıdır”
demiş.
geçen yıl ben izleyememiştim,
salzmann’ın ödüllü “sarı çiyan müziği” adlı oyunun kumbaracı50’de yapılan okuma
tiyatrosu ama bayağı bir ses getirmişti.]
“kasimir und karoline”e geri dönersem:
bazı eleştirmenler horvath’ın şiirsel dilinin kaybolmasından
ve yerine konanın avamlığı yüzünden şikayetçiler. oyunun özgün almanca metnini
bilmediğim için yorum yapamayacağım; ama sahnede seyrettiğim mizansen ve tavırlar
konuşulan dille örtüşüyordu ki, bu da yine yapılan güncelleştirmeyi -en azından
benim açımdan- doğruluyor.
bir de şunu önemsiyorum; artık zaten neredeyse bütün
yönetmenler ele aldıkları oyunları günümüze veya zamansız bir döneme
taşıyorlar; oyunu geçtiği dönemde bırakana buralarda pek rastlanmıyor. bence
iyi de ediyorlar; oyunların günümüzle olan bağlantılarının veya zamansızca her
döneme ait olabilirliklerinin altını çizmiş oluyorlar.
erpulat’ın -düsseldorf’da seyrettiğim iki oyunu ve “worringer schlachten” vesilesiyle onunla
yapılmış söyleşi bağlamında- farklılığı ise, oyunun zamanını günümüze
getirmekle kalmayıp, “yer”ini de oyunun sahnelendiği şehre/atmosfere taşımak.
böylece oyunu sahnelendiği zamanın ve mekanın kılmak. bence bu çok önemli bir
özellik.
…
nurkan erpulat oyunun ana temaları olan yoksulluk,
çıkışsızlık ve sıradan ırkçılığın yanına bir de alt tema olarak tiyatroyu
eklemiş.
özgün oyundaki bir sahne yerine “hamlet”in on dakikaya
kısaltılmış parodisini koymuş; eğlenceli ve komikti ama oyunun geneli
düşünülürse ne kadar gerekliydi tartışılır; bence biraz zaman kaybıydı.
bir de oyunun yarısını devirdikten sonra kötü karakter merkl
franz’ı oynayan taner şahintürk’ü rolünden çıkartıp, seyircilerin arasına
indirip, alter-egosu gibi kullanarak seyircilerle para, parasızlık, oyun ve
tiyatro hakkında söyleştirmiş.
bu bir nevi yabancılaştırma efekti olarak da
yorumlanabilecek uygulama oyunun genel sahnelemesine yayılmış olsaydı daha
anlamlı olurdu; böyle olunca tekil kalmış.
(çok garip, topluluğun sitesinde oyunla ilgili 25 fotoğraf var, sadece bunda taner şahintürk gözüküyor. oyunun en "heyecanlı" sahnesi olan seyircilerle sohbetten ise hiç bir kare yok!)
şahintürk önce genel olarak “nasıl, şimdiye kadarki bölümü
beğendiniz mi?” gibisinden bir iki sorudan sonra, seyircilere nokta atış
yaparak “ne kadar para kazanıyorsunuz?”, “maaşınız ne kadar?”, “bankada ne
kadar paranız var?”, “hiç işsiz kaldınız mı?” gibi sorular sordu. tabii bu
sorular tam da oyunun dert ettiği konular üzerine seyircileri kontrpiyede
bıraktı; samimi olup cevap versinler mi, yoksa sessiz mi kalsınlar bilemediler.
bazılarına yüreklilikle cevap veren oldu, bazılarına çekingence susan.
sadece bu sorularla da kalmadı, şahintürk türkiye kökenli
olmasından girdi, alman tiyatrolarında ona teklif edilen rollerden çıktı, oyunda
oynadığı kötü karakterin tasvip edilmediğini sordu, düsseldorfer
schauspielhaus’un seyircisizliğinden yakındı; ve tabii seyircilerde de
beklediği kıvılcımı yakmış oldu, tansiyon yükseldi, seyirci canlandı, salondan
yorum üzerine yorum gelmeye başladı, bu sefer de oyuna kaldığı yerden geri
girmekte zorlandı.
işte o anda da insan, böyle bir zıpçıktılığı tasarladıysan
bunun nerelere gidebileceğini ve gideceği yerlerden nasıl toparlanıp da geri
dönüleceğini iyi hesaplaman gerekmez miydi diye düşünüyor; yoksa bu
“sataşma/dertleşme” bir “hoşluk”, bir “deşarj olma seansı” olarak oyunun
geneline yabancı kalıyor, anafikre hizmet etmiyor.
…
bir kaç söz de müzik, sahne tasarımı ve oyunculuklar üzerine
söylemek isterim:
horvath’ın döneminde oyun sahnelenirken, “üç kuruşluk
opera”yla karşılaştırılacak kadar çok müzik (ancak özgün olmak yerine folklorik
şarkılar) kullanıldığı için erpulat da yorumuna üç müzisyenli küçük bir
orkestra ve travesti kılığında bir şarkıcı eklemiş; placebo’dan balkan
ezgilerine, yiddisch melodilerden "lascia ch'io piangia"ya, lou reed’den yerel alman şarkılarına geniş bir yelpazede tobias
schwencke tarafından seçilmiş müzik, hikayenin tonuna uygun bir altlık
yaratıyor.
sahne tasarımında ise; döner sahneden, inen kalkan podyum
parçalarına büyük sahnenin bütün teknik olanaklarından faydalanılmış. ancak bu
kadar yoğun kullanım oyuna ne kattı derseniz, bence gereksiz bir kalabalık ve
harekete neden olmaktan öte bir etkisi olmamış.
döner sahnenin kullanım şeklini, panayır fikriyle
bağdaştırılınca, yaratıcı buldum; keşke baştan sona sadece döner sahne
kullanılsaymış diye düşündüm.
ya da hiç döner sahne kullanılmayıp, oyunun prologu
sonrasında ön-perde kalktığında karşılaştığımız sayısız uzun ahşap masa ve banklardan
oluşan etkileyici sahne tasarımı bütün oyun boyunca sahnede kalsaymış. kaldı ki,
döndük dolaştık, 135 dakika sonra, baştaki o masalar ve banklar oyunun sonunda
tekrar kuruldu ve döner sahne fikriyle birleştirilerek “hayatın anlamsızlığını
ve dünyanın nafileliğini” tarif eden anlamlı bir hal aldı. insan o zaman, arada
o kadar inen podyumlara, yukardan inen kalkan ışıklara ne gerek vardı diye
düşünüyor..
oyunculuklarda ise ne kasimir’de till wonka ne karoline’de
mareike beykirch ne de schürzinger’de marian kindermann etkiliydiler; üçü de
zayıf ve silik bir oyun çıkardılar.
akşamın parlayan yıldızları ise tabii ki merkl franz’da taner
şahintürk, zengin işadamı rauch’da rainer galke ve travesti juanita’da christian
ehrich idi.
fikir vermesi için oyunun fragmanı:
...
düsseldorf’dan köln’e dönerken trende, “kasimir und
karoline”i bir kere de diline dokunulmamış haliyle, sakin bir sahnede ve güçlü
başrol oyuncularıyla izlemek isteği geçti içimden...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder