27 Ocak 2020 Pazartesi

gizem aksu'dan "hisler arşivi: istanbul"



adında "hisler" olan bir yapıt hakkında yazacağım ilk şey, o yapıtın bana hissettirdikleri olacak. "hisler arşivi: istanbul"un, birbirlerinden kısa filmlerle ayrılmış yedi bölümü var. sırasıyla bu yedi bölümün bende uyandırdığı hisler şunlar: yabanilik, şefkat, cemiyet, ürkünçlük, dehşet, sıkışmışlık ve sükunet.

"hisler arşivi: istanbul"u iki defa seyrettim; prömiyerinde ve ondan yaklaşık bir ay sonra. genellikle bir yapıtı ikinci defa seyrettiğimde daha iyi kavrarım, ilkinde kaçırdığım detayları yakalarım. "hisler arşivi"nde böyle olmadı. bir yandan; ilk seyredişimde bazı bölümlerde ne kadar kaybolmuşsam, ikincisinde de aynı bölümlerde yine o kadar kayboldum, o bölümlere yine hiç bir anlam veremedim. diğer taraftansa; ilkinde beni etkileyen özellikler ikincisinde de yine etkiledi. yani, onlarla ikinci kere karşılaşmak, üzerimde yarattıkları etkiyi ve duyguyu azaltmadı.

bölümlerin bende hissettirdiklerini tariflediğim kelimelerden bazıları, bölüm aralarındaki kısa filmlerin bazılarında başlık olarak gördüğüm kelimelerle örtüşüyor, ama ben bunları yazarken o başlıklardan ilham almadım. zaten benim bu hisleri yakıştırdığım bölümler ile o kısa filmlerin öncelik-arkalık ilişkisi sanırım pek yok. bölüm-his eşleştirmem oldukça kişisel. bölümler seyircide tam da benim tanımladığım hisleri uyandırsın diye tasarlanmamıştır büyük ihtimalle. tasarımcı nasıl kendi kişisel dünyasından yola çıkıyorsa, alımlayıcı da kendi kişisel dünyası üzerinden okuyor seyrettiğini.

yapıtın bende uyandırdığı hislere topluca baktığımda, ilk fark ettiğim, karşıtlıkların olması; yabanilik de var, cemiyet de, dehşet de var sükunet de. işte belki istanbul böyle, içinde yaşayanı bi-polarlaştıran bir yer.

gösterinin en güçlü imgesi ise tekrar tekrar çağırıyor kendini zihnime: bulut kafalı bedenler (maske tasarımı: leyla okan).
bulut kafalar; ak bulut kafa, kara bulut kafa. ak ile kara, onlara yakıştırdığımız geleneksel anlamlarıyla; aydınlık ile karanlık, olumlu ile olumsuz, iyi ile kötü, yin ile yang. yani, karşıtlıklar; birbirlerini tamamlayan ve tanımlayan karşıtlıklar; biri olmadan diğerinin anlam kazanmadığı.
bu bağlamda benim için gösterinin iki can alıcı sahnesi var. ilki; şemsiyeli ak bulut kafalının kendi bulutundan parçalar koparıp yere atarken, arkada duran diğer ak bulut kafalının bu duruma verdiği reaksiyon ve sonrasında ikisi arasında gelişen etkileşim. diğeri ise; sanırım süre olarak yaklaşık ortalara denk gelen bir vakitte oynatılan kısa filmde kara bulut kafalının kolunu uzatıp, elini masanın diğer tarafında oturan ak bulut kafalının bulutunun içine sokması.
dramatik bir etkileşim hissettiğim bu iki sahne benim için yapıtın kalbini oluşturuyor. bu iki sahneyle bağlantılı olarak gösterinin rengarenk bulut kafalı son bölümü ve o bölümün oditoryumla (seyircinin bulunduğu alanla) kurduğu ilişki de benzersizdi.

yazımın başında yapıtın strüktürünün parçalı olduğunu, birbirlerinden kısa filmlerle ayrılmış yedi bölümden oluştuğunu belirttim. bunlar; ak bulut kafalı sırasıyla solo, duo ve trio, kara bulut kafalı kuartet, biri ak ikisi kara bulut kafalı trio, kara bulut kafalı solo ve rengarenk bulut kafalı kuartet.
kısa filmlerin ayırıcı değil birleştirici görev üstlenerek, organik bir şekilde veya kavramsal olarak sahnedeki canlı icrayla bir bütün oluşturduğunu düşünüyor olanlar vardır eminim. ben öyle alımlamadım. kısa filmlerin çeşitliliği (farklı mekânlarda geçmeleri, farklı türde animasyonlar içermeleri ve farklı film ve ses kayıt kalitelerinin olması) beni canlı icradan kopardı. o kadar ki, acaba bu filmler kostüm-maske değişimlerine zaman kazandırmak için mi bölüm aralarına kondu diye bile düşünmedim değil. bir tek; yukarıda ayrıntılı bahsettiğim kısa film benim için bu yapıtın ruhuyla ilişkiliydi ve sahnedeki canlı gösteriye hizmet ediyordu.

"hisler arşivi: istanbul"un tasarım, koreografi ve yönetimi koreograf/dansçı gizem aksu'ya ait. yapıtta dört kadın performansçı hareket ediyor: zeynep günsür, leyla postalcıoğlu, suzan alev ve ekin tunçeli. bu dört kişi dans/performans nesli, geçmişi ve birikimi olarak birbirlerinden farklılar, dolayısıyla sahnede dört farklı bedene, dört farklı hareket niteliğine, dolayısıyla dört farklı kimliğe sahip dansçılar seyrediyor olmalıyım. ancak, yapıt boyunca icrada bulunmadıkları bölümlerde sahnenin iki yanında seyirciye arkaları dönük oturdukları ve bir bölümün sonlarına doğru olan bir sahne dışında her an bulut kafa maskesi taşıdıkları için, onları, önceden çok iyi tanıyanlar/bilenler dışında, birbirlerinden ayırt etmek o kadar kolay değil. ayrıca, sadece dansçı kimlikleriyle değil, bazı bölümlerdeki bir-iki kıyafet kodunu saymazsak, cinsiyet olarak da kadından ziyade androjenimsi bir kimliğe büründürüldükleri için, bu dört performansçı birbirlerinden kolaylıkla ayırt edilemiyorlar (örneğin ikinci bölümdeki dansçılardan birinin unisex pantolon-gömlek giymesi gibi).
yapıtın künyesine baktığımda ise; son yıllarda gerek yurtdışında gerekse de yurtiçindeki çağdaş dans yapıtlarında genellikle olduğunun aksine, performansçılara koreografi işinin/görevinin verilmemiş olduğunu görüyorum. yani, tasarım ve yönetimden sorumlu olan gizem aksu aynı zamanda koreografiyi de tasarlayan tek kişi. o zaman da, gizem aksu eğer bu potansiyelden faydalanmayacak ve hepsini az-çok anonimleştirecekseydi, neden bu kadar birbirinden farklı hareket geçmişine, birikimine, niteliğine ve bedene sahip bu dört dansçıyı seçti diye sormadan edemedim kendime.
bu sorumu bir tarafta saklı tutarak, yapıtın koreografisine odaklandığımda; gizem aksu'nun solo'dan kuartet'e çok farklı dinamikleri olarak hareket parçalarını ustaca tasarladığını, gerek sololarda gerekse de kuartet'lerde oyun alanının mekansallığını performansçıların bedensellikleriyle ustaca örtüştürdüğünü, ve parçalı bir strüktür kurmasına rağmen koreografik tasarım sayesinde parçaların bütünselliğini yakalayabildiğini düşünüyorum.

bir moda sahnesi yapımı olan "hisler arşivi: istanbul"da kurum sanatçıları bengi günay ve irfan vanlı, gizem aksu'nun ortaya koyduğu hisleri sakin ama etkili sahne ve ışık tasarımlarıyla destekliyorlar.
gösterinin diğer bir önemli birleşeni olan müziğin (özgün müzik: emre malikler ve ayrıca ah! kosmos'un "anneanneminin koah'sı" ve dEUS'un "quatre mains" adlı eserleri) ise gereğinden fazla,  yüksek ve abartılı olduğunu, sahnedeki atmosferi bastırdığını, koreografiden ve hareketlerle yaratılan hislerden rol çaldığını düşünüyorum.

sorgulamalarımı ve çekincelerimi mahfuz tutarak, "hisler arşivi: istanbul" ile ilgili izlenimlerimi şöyle bitiriyorum: belki ilerde bu gösterinin içeriği aklımda kalmayacak ama o güçlü mü güçlü "bulut kafalı bedenler" imgesi beni hiç bir zaman bırakmayacak, ve bu imgeyi hatırlayıp gösterinin bütününün hissini tekrar yaşayacağım. çünkü o ak, kara ve rengarenk bulut kafalarla hareket eden bedenler, değil sadece istanbul'un, bütün bu coğrafyanın son döneminin hissiyatını soyut ama çok etkili bir şekilde görselleştiriyorlar.

24 Ocak 2020 Cuma

olağanüstü bir konserdi!



dün akşam öyle böyle değil, enfes bir beethoven 5. senfoni icrasına tanık olduk istanbul'da. inanılacak gibi değil ama icra boyunca, yani 35 dakikalık senfoninin dört bölümü boyunca, kesintisiz tüylerim huşudan diken dikendi. uzun zamandır hiç böyle bir deneyim yaşamamıştım.

icra, borusan istanbul filarmoni orkestrası'nın 2020 - beethoven'ın 250. doğum yılı kutlamaları kapsamında düzenlediği ilk konserin ikinci yarısında gerçekleşti. sahnede şef podyumunun olmaması, olağandışı bir icraya tanık olacağımızın habercisiydi. üstüne bir de şef sascha goetzel sahneye batonsuz gelince, bir-iki saniye sonra başlayacak icranın benzersiz olacağı beklentisi bende iyice yükseldi. ne mutlu ki, o beklenti boşa çıkmadı.

borusan istanbul filarmoni orkestrası bir bütün olarak şimdiye kadar olmadığı kadar etkileyiciydi. goetzel'in -genel olarak abartılı bulduğum- jestleri sanırım bu defa orkestradan şahane bir icra ve yorum çıkmasını sağlayan en önemli faktördü.
birinci kemanlar, viyolonseller, flüt grubu ve timpani'yi çalan torino tudorache her zamanki formundaydı, ama kontrbas grubu da, bakır üflemelilerden korno, trombon ve trompetler de hiç olmadıkları kadar etkiliydiler.

şef goetzel bize müthiş enerjik, ama o enerjinin içinde kaybolmasına izin vermediği küçük detaylarla ince ince süslediği, görkemli olduğu kadar insani de olan bir 5. senfoni yorumu sundu. lütfi kırdar kongre merkezi gibi klasik müzik çalınsın diye tasarlanmamış, akustiği mükemmel olmayan bir salonda bile bu kadar yoğun, bu kadar benzersiz, bu kadar güçlü bir icraya imza atmak gerçekten hiç kolay değil ve şef ile birlikte bütün orkestra büyük bir tebriği gani gani hak ediyor.

şimdi, beethoven'a armağan dizisinin ikincisini, 9. senfoni'nin çalınacağı konseri iple çekiyorum. duyduğuma göre biletleri tükenmiş. bence ne yapıp edin, 14 mayıs akşamı lütfi kırdar'a girin!

18 Ocak 2020 Cumartesi

"Watten"den..



"... İnsanlar sorar, diye düşünüyorum, barakanızın içi nasıl?, sonra da barakaya girip oturur ve beni gözetlerler, diye düşünüyorum. Kamyoncu beni gözetliyor. İçini sürekli sıkan,  diye düşünüyorum, çocuk sahibi olmama durumu. İnsanlar barakaya girip önce barakayı kirletirler,  diye düşünüyorum. Soru sorduklarında tuzak kurarlar, sormadıklarında tuzak. Ama cevap verdiğimizde de tuzak kurarlar, cevap verince tuzağa düşmüş olurum. İnsanlar bana sorarlar ve muazzam önemli bir meselede beni tuzağa düşürmüşlerdir bile. Ama insanlar işi hep onları içeri almama kadar vardırırlar. İnsanları içeri buyur etmem gerektiğini düşünürüm, onlara kapıyı açarım, bir de oturmalarını söylerim. Koltuğa oturun, derim. Onlar orada otururken, benimle yiyip içerler ve tuzak kurarlar. Tuzakçılar,  diye düşünüyorum. Nasıl, neyle ve ne sayede geçindiğimi vs. öğrenmek istiyorlar, bunun nasıl olduğunu, bekâr vs., en yakınım olan insanın kim ve nasıl olduğunu vs., ne cevap versek, bir, tuzağımız kurulmuştur, hiç cevap vermesem de, içine düştüğüm, düşmek zorunda olduğum tuzağım kurulmuştur. Sayısız tuzak, sussak da. İnsanlar bizi, onları davet ettiğimizde, koltuğumuza yerleştiklerinde, kendi uçurumumuza yuvarlarlar. Aklımızı eski zamanlara doğru çelerler, önümüze çocukluğumuzu, gençliğimizi, yaşlılığımızı vesaire koyarlar da bizi hanidir kurtulduğumuzu sandığımız yerlere yuvarlarlar. İnsanlar aklımızı her şeyden evvel eski zamanlara doğru çelerler. Duygularla yanaşırlar bize. İnsanlar bizi, beni yok etmek için aynı benim barakama geldikleri gibi evimize gelirler. Her halükârda bizi gülünç duruma sokmak için, tıpkı kamyoncunun son tahlilde sırf beni gülünç duruma sokmak için barakama gelmesi gibi. Kapıyı çalıp ölümcül bir alçaklık halinde meraklarını kafamıza geçirirler. ..."

- Thomas Bernhard
(Çeviren: M. Sami Türk)
Yapı Kredi Yayınları 


15 Ocak 2020 Çarşamba

istanbul'da nihayet bir tim etchells işi; kaçırmayın!


tiyatro topluluğu forced entertainment'ın kurucusu, yazar, yönetmen ve görsel sanatçı tim etchells günümüzün en ilginç tiyatro insanlarından biri. onu, arkadaşım dramaturg/yönetmen ayşe draz sayesinde tanıdım.

sekiz yıl önce wuppertal'e iki pina bausch yapıtı seyretmeye gitmiştim. ikisinin arasında üç akşamım boştu. akşamlarımı doldurmak için etraftaki şehirlere bakındığımda essen'deki, avant-garde işlerin mekanı pact zollverein'da forced entertainment adlı bir topluluğun "the coming storm" adlı işinin dünya prömiyeri olduğunu gördüm. topluluğu tanımıyordum, ayşe'ye sordum tanıyor musun diye; meğer onların işlerini çok iyi biliyor ve çok seviyormuş, mutlaka git dedi. hatta ayşe; forced entertainment oyunlarının üç-dört saat gibi uzun sürebildiğini söyleyince, sapa zollverein'dan oyun dönüşü wuppertal'e nasıl döneceğim diye kara kara düşündüğümü görünce, oyunun süresini öğrenmek için tim etchells'a yazmış ve bu işin 90 ile 120 dakika arasında olacağını öğrenip, içimi rahatlatmıştı.
"the coming storm" şahane bir işti; şimdilerde türkiye tiyatro sahnesini saran "hikaye anlatıcısı" formatına hakim ve bu formatla serbestçe ve eğlenceli bir şekilde "oynayan" bir işti. oyundan hemen sonra ben de ayşe gibi forced entertainment hayranı oldum. o zamanki izlenimlerimi merak edenler tıklayabilirler.

bundan bir kaç yıl sonra, bu sefer ayşe (ve diğer iki arkadaş) ile birlikte berliner festspiele'de forced entertainment'ın en keyifli ve "oyuncaklı" işlerinden birini seyretme şansımız oldu. "complete works: table top shakespeare" bütün shakespeare oyunlarının; her biri 25 dakika sürecek, bir anlatıcı tarafından anlatılacak ve oyundaki protagonistlerin evlerde ve özellikle mutfakta kullandığımız bilumum küçük boyutlu eşyayı kukla gibi kullanarak bir yemek masasının üzerinde canlandırılacak şekilde sahnelenmesinden oluşan bir diziydi. berlin'in temmuz sıcağında, tiyatronun fuayesinden bozma yaklaşık 50 kişilik havasız bir mekanda bu diziden altısını hayranlıkla seyretmiştik.

sonra bir tim etchells işi daha seyrettim: pina bausch'un topluluğu için yaptığı bir yapıttı bu. dünyada sadece wuppertal'de beş kere sahnelenen bu iş hakkında da yazmıştım, merak edenler tıklayabilirler.

2018 yaz, zürih (fotoğraf: mehmet kerem özel)

2019 güz, atina (fotoğraf: mehmet kerem özel)

tim etchells sadece tiyatro oyunları yazıp yönetmiyor, görsel sanatçı olarak yerleştirmeler ve performanslar da tasarlıyor.
neon ışıkları kullanarak tasarladığı iki yerleştirmeye zürih ve geçtiğimiz kasım ayı sonunda gittiğim atina'da denk gelmiştim.


yine aynı atina seyahatimde, şehrin yeni ve görkemli kültür kompleksi stavros niarchos vakfı kültür merkezi'nde tim etchells'ın ant hampton ile birlikte tasarladığı ve seyircinin performansçıya dönüştüğü "the quiet volume" adlı ses performansı vardı. her güne tek ingilizce seans konmuştu ve o seansın saati, akşamları gideceğim diğer gösterilere yetişmemi zorlaştırıyordu. bir tim etchells projesini daha yakalamış ama kıyısından kaçırıyordum; aklım kalmıştı.
işte bu iş 23 ocak-13 şubat 2020 tarihlerinde istanbul'a geliyor. mekan arter, ayrıntılar linkte. kaçırmayın!
ve umarım "the quiet volume", etchells'ın forced entertainment'lı işlerinin de istanbul'a gelmesinin yolunu açar..

12 Ocak 2020 Pazar

istanbul dans sahnesi 2019-20 sezonu






farkında mısınız, dans alanında istanbul’da pek verimli geçmeyen 2018-19 sezonundan sonra, 2019-20’de azımsanmayacak bir hareketlilik var. 

ilyas odman’ın “yolluk”, gizem aksu’nun moda sahnesi yapımı “hisler arşivi: istanbul”, melih kıraç’ın çıplak ayaklar kumpanyası & arter yapımı “gölge veri”, can bora’nın “dreambaazar”, ekin tunçeli’nin “bir şey”, şima uyar ile ezgi türker’in “trio f5” ve “heads/tails”, ebru cansız, evrim akyay, ışıl bıçakcı, deniz özaydın ve ejder-deniz keskin’in kısa yapıtlarından oluşan mdt istanbul yapımı “dans-analog” sezon başından beridir arka arkaya prömiyer yapan dans işlerinden sadece bazıları.

biz seyirciler açısından bu işlerin hepsini birden takip etmesi zor olsa da, istanbul dans sahnesinin nicelik ve daha da önemlisi nitelik açısından umut verici bir sezon yaşıyor olması mutluluk verici!


4 Ocak 2020 Cumartesi

klasik müzik konserlerinde alkış sorunu



şehrimizdeki klasik müzik konserlerinde bölüm aralarında alkışlanıyor diye kızıyoruz, sinirleniyoruz, konser sırasında tıktık'lıyoruz ve sonra, hiç birimiz sosyolog olmamamıza rağmen, içinde yaşadığımız topluma dair haddimizi aşan sosyolojik genellemeler yaparak kendimizi ve etrafımızı kirletiyoruz ya, işte buna dair bir çift sözüm var:

klasik müzik yapıtlarında; ya bölüm aralarında, ya yapıtın güçlü bir şekilde yükselip ardından sessizleştiği bir anda, ya da biter bitmez alkışlanıyor olması benim için de büyük bir sorun; bu durumdan çok ama çok rahatsız oluyorum. ama şu da bir gerçek ki, bu sorun sadece ülkemiz seyircisiyle sınırlı değil. "zamanın ruhu" denen olgu, her alanda olduğu gibi bu konuda da karşımıza çıkıyor, hem de hiç ummadığımız coğrafyalarda.

yıllar önce, berlin filarmoni'nin geleneksel olarak her 1 mayıs'ta avrupa'nın bir kentinde verdiği avrupa konseri dizisinin atina ayağında akropolis'in eteğindeki odeon açık hava tiyatrosunda, simon rattle yönetiminde ve daniel barenboim solistliğinde brahms'ın 1 numaralı piyano konçertosu'nu çalarken, müthiş bir şekilde biten birinci bölüm ardından alkış kopmuştu.

bunun en son örneğine, 31 aralık 2019 akşamı berlin filarmoni'nin yeni yıl konserini seyretmiş olanlar tanıklık etmiş olmalılar. bernstein'in ünlü ve çok tanınmış "batı yakasının hikayesi - senfonik dansları" çalınırken, bölüm arasında bile değil, müziğin kreşendoyla bittiği bir anın hemen sonrasında salonda öyle böyle değil, bayağı büyük bir alkış koptu.
tekrar hatırlatayım: yer: berlin, salon: philharmonie, orkestra: berlin philharmonie. seyircilerin ise: çoğunluğu almanyalı olmalı. konserin biletleri satışa çıkmış olduğu için, seyirci kitlesinin, kolayca "ilgisiz" olarak yaftalanacak davetiyelilerden oluştuğunu da söyleyemeyiz.
bu konser yıllar içinde, viyana filarmoni'nin valsli yeni yıl konseri kadar olmasa da, popüler bir etkinliğe dönüştü. ama orası berlin, almanya.

almanya'daki bir klasik müzik konserinde bile yapıt sırasında büyük bir alkış kopabiliyorsa, bunun türkiye'de olması çok daha olası. oluyor da zaten. kabul edilebilir olmasa da :(

1 Ocak 2020 Çarşamba

2019'da ilk beşlerim



sinema
.üzgünüz size ulaşamadık (sorry we missed you), ken loach
.acı ve zafer (dolor y gloria), pedro almodovar
.kızkardeşler, emin alper
.deniz kıyısındaki ev (la villa), robert guerdiguian
.arakçılar (manbiki kazoku), hirokazu koreeda



konser
.human requiem - jochen sandig -  rundfunkchor berlin,  28-29 haziran, zorlu psm
.berlin filarmonisi piyanolu dörtlüsü, 08 aralık, cemal reşit rey konser salonu
.ein deutsches requiem: salzburg bach korosu – miah persson – dorottya lang – rame lahaj – adam plachetka - sascha goetzel - borusan istanbul filarmoni orkestrası, 25 nisan, lütfi kırdar k.m.
.nemanja radulovic - sascha goetzel - borusan istanbul filarmoni orkestrası, 16 mayıs, lütfi kırdar k.m.
.olafur arnalds, 05 mayıs, zorlu psm


 tiyatro (yerli)
.io, şahika tekand, şahika tekand, studio oyuncuları
.nihayet makamı, burçak çöllü, burçak çöllü, altıdan sonra tiyatro
.yuva, sami berat marçalı, sami berat marçalı, b planı
.tırnak içinde hizmetçiler, hakan emre ünal, hakan emre ünal, tiyatro hemhal
.sahibinden kiralık, özen yula, biriken


tiyatro (yabancı)
.les damnes, luchino visconti, ivo van hove, comedie-française
.300 el x 50 el x 30 el, fc bergman, fc bergman, fc bergman
.lam gods, ekip & milo rau, milo rau, nt gent
.five easy pieces, ekip & milo rau,  milo rau, campo & iipm
.oedipus, sofokles, robert wilson, change performimng arts


dans/performans (yerli)
.voicing pieces & pillow talk, begüm erciyas
.reverbs & dust devil, özlem alkış
.sar, mihran tomasyan & saro usta, çıplak ayaklar kumpanyası
.yolluk, ilyas odman
.hisler arşivi, gizem aksu, moda sahnesi


dans/performans (yabancı)
.er nimmt sie an der hand und führt sie in das schloss, die anderen folgen, pina bausch, tanztheater wuppertal pina bausch
.may b, maguy marin, compagnie maguy marin
.the way you sound tonight, arno schuitemaker
.black out, philippe saire, compagnie philippe saire
.elenit, euripides laskaridis, osmosis


opera
.aus licht, karl heinz stockhausen, pierre audi, de nationale opera
.il travatore, giuseppe verdi, franco zeffirelli, orchestra, coro e ballo dell’arena di verona