6 Ağustos 2020 Perşembe

"insan"dan...


"eski uruguay cumhurbaşkanı olmam önemli değil. bunlara çok kafa yordum. tecrit hücresinde 10 yılımı geçirdim. vaktim boldu. 7 yıl bir kitap kapağı bile açmadım. düşünmek için vakit vardı. ve şunu keşfetim: ya, az şey ile kendine fazla yüklenmeden mutlu olursun, çünkü mutluluk buradadır (parmağıyla kafasını gösteriyor), ya da hiç bir yere varamazsın. 
yoksulluğu savunmuyorum. itidalli olmayı savunuyorum. 
bizler tüketici bir toplum icat ettik. sürekli büyümek istiyoruz. büyüme yoksa trajikleşiyoruz. fuzuli ihtiyaçlardan bir dağ yarattık. sürekli almak ve atmak zorundayız. ama aslında israf ettiğimiz şey hayatlarımız. ben herhangi bir şey aldığımda, ya da sen, ödemeyi parayla yapmıyoruz ki. vaktimizle yapıyoruz ödemeyi. o parayı kazanmak için harcadığımız vakitle. tek fark şu: hayatı satın alamazsınız. hayat geçer gider. onu çarçur edip durmak ise feci bir şey. hürriyetini feda ederek..."

.

"bazen çocukken duyduğum bir söz geliyor aklıma. bir arkadaşım demişti: "hayat geçmişte kalan çocukluğundan gelecekteki yaşlılığına bir mesaj taşımaya benzer. mesajın yolda ilerlerken kaybolmadığından emin olmalısın." 
bu aklıma sık sık gelir, çünkü ben küçükken güzel şeyler hayal ederdim; dilencilerin olmadığı, herkesin mutlu olduğu bir dünya. basit, güzel şeyler. 
hayat ilerlerken bunları kaybediyorsun. bir şeyler alabilmek için çalışıp duruyorsun. dilenciyi fark etmeyi bırakıyorsun, umursamayı bırakıyorsun.
bir zamanlar olduğum çocuğun mesajı nerede peki?
belki de hayatın anlamı bu mesajın kaybolmadığından emin olmaktır."

.

"mutluluk çocukların eve gelişidir. bir annenin mutluluğu budur. 
33 yıllık bir evlilik hayatından sonra kocamın eve gelip bana gülümsemesi ve öpmesidir. bir kadının mutluluğu budur.
mutluluk torunlarımın gelip bana "nineee!" demesidir. böyle dediklerinde yaşlı hissedersiniz, ama bu da mutluluktur.
mutluluk seni görünce mutlu olan çalışma arkadaşlarıyla görüşmektir. şunu düşünürler: "heh, işte geldi, çene çalabiliriz şimdi." bu da mutluluktur.
sabah kalktığında hiçbir yerinin ağrımamasıdır. bu da mutluluktur.
mutluluk iyi bir hasat vadeden yağmurdur.
mutluluğun çok çeşidi var, ama aynı zamanda tek bir tane: 
yaşıyorsun, demek ki mutlusun."

.

yann arthus-bertrand'ın "human" (insan) isimli belgeselini mutlaka izleyin. 
uzun versiyonu için bağlantılar:

2 Ağustos 2020 Pazar

"Fahrenheit 451"'den


"...
"Bilmiyorum. Mutlu olmamız için gerekli her şeye sahibiz, ama  mutlu değiliz. Bir şey eksik. Etrafa bakındım. Ortadan kaybolduğunu kesinlikle bildiğim tek şey, on-on iki yıldır yaktığım kitaplardı. Bu yüzden, kitapların faydası olabilir diye düşündüm."
"Sen iflah olmaz bir romantiksin, " dedi Faber. "Durumun bu kadar ciddi olmasa komik olurdu. İhtiyacın olan şey kitaplar değil, bir zamanlar kitaplarda olan şeylerin bir kısmı. Aynı şeyler günümüzde 'oturma odası ailelerinde' olabilirdi. Aynı sonsuz detaylar ve farkındalık radyo ve televizyon alıcılarıyla iletilebilirdi ama iletilmiyor. Hayır, hayır, senin aradığın şey kitaplar değil kesinlikle! Eski gramofon plaklarında, eski filmlerde ve eski arkadaşlarda bulabildiğin kadarını al; onu doğada ara ve kendi içinde ara. Kitaplar unutmaktan korktuğumuz bir sürü şeyi depoladığımız kapların bir türüydü yalnızca. Hiç sihirli bir tarafları yok. Sihir sadece kitapların söylediklerinde, evrenin parçalarını nasıl dikerek bizim için giysi haline getirdiklerinde. Bunu bilemezdin elbette, bütün bunları söylerken ne demek istediğimi de hâlâ anlayamazsın elbette. Sezgilerin doğru, önemli olan bu. Üç şey eksik.
"Birincisi: Böyle kitapların bu kadar önemli olmasının sebebini biliyor musun? Çünkü nitelikliler. Nitelik sözcüğünün anlamı nedir peki? Bana göre doku demektir. Bu kitabın gözenekleri var. Özellikleri var. Bu kitap mikroskopla incelenebilir. Camın altında, sonsuz çoklukla akıp giden hayatı görürsün. Gözenekleri ne kadar çok olursa, bir sayfaya santimetrekare başına o kadar çok sayıda doğru kaydedilmiş hayat ayrıntısı sığdırabilirsin... o kadar 'edebi' olursun. En azından benim tanımım bu. Ayrıntıları anlatmak. Taze ayrıntıları. İyi yazarlar hayata sık sık dokunur. Vasatlarsa elini hayatın üstünden çabucak geçirir. Kötüler hayata tecavüz eder ve onu sineklere bırakır.
"Kitaplardan bu kadar nefret edilmesinin ve korkulmasının sebebini şimdi anlıyor musun? Onlar hayatın yüzündeki gözenekleri gösterir. Rahatına düşkün insanları balmumundan aya benzeyen, gözeneksiz, tüysüz, ifadesiz yüzler ister yalnızca. Öyle bir çağda yaşıyoruz ki çiçekler bereketli topraklarda, iyi yağmurlarla büyümek yerine çiçeklerden beslenerek yaşamaya çalışıyor. Havai fişekler bile, onca güzelliklerine karşın toprağın kimyasından geliyor. Ama çemberi tamamlayıp gerçekliğe geri dönmeden, çiçekler ve havai fişeklerle beslenerek büyüyebileceğimizi sanıyoruz nedense. Herkül ile Antaios'un, ayakları yere sağlam bastığı sürece gücü inanılmaz olan dev güreşçinin efsanesini bilir misin? Ama Herkül, Antaios'un ayaklarını yerden kesince, onu kolayca öldürdü. Bu efsanede günümüzdeki, bu şehirdeki, çağımızdaki bizleri ilgilediren bir şeyler yoksa, tamamen deliyim demektir. Eh, ihtiyacımız olan birinci şeyi söyledim işte. Nitelik, veri dokusu."
"Peki ya ikincisi?"
"Serbest zaman."
"Ah, ama mesai dışında epey zamanımız oluyor."
"Mesai dışında, evet. Ama düşünmeye zamanımız oluyor mu? Ya saatte yüz altmış kilometreyle araba sürüyorsun ve tehlikeden başka bir şey düşünemiyorsun ya da oyun oynuyorsun veya bir odada, dört duvarlı televizyon alıcısıyla oturuyorsun... ki onunla tartışamazsın. Neden? Televizyon alıcısı 'gerçektir'. Anlıktır, boyutu vardır. Sana ne düşüneceğini söyler, bangır bangır kafana sokar. O haklı olmalıdır. Öyle haklı görünür ki. Vardığı sonuçları sana öyle peş peşe söyler ki zihninin itiraz etmeye, 'Ne saçma!' demeye vakti olmaz."
"Sadece 'aile' 'insandır'."
"Pardon?"
"Karım kitapların 'gerçek' olmadığını söylüyor."
"Bunun için Tanrı'ya şükür. Onları kapatabilirsin. 'Bir saniye bekle,' diyebilirsin. Ona Tanrı rolü oynarsın. Oysa insanı bir televizyon odasına tohum attığında hapseden pençeden kim kurtarabilmiş ki? Seni istediği şekilde büyütüp şekillendirir! Dünya kadar gerçek bir ortamdır. Gerçeğe dönüşür ve gerçek olur. Kitaplar mantıkla alt edilebilir. Ama onca bilgime ve şüpheciliğime karşın, o inanılmaz oturma odalarında bulunan ve onların parçası olan, tam renkli, üç boyutlu, yüz kişilik bir senfoni orkestrasıyla tartışmayı asla başaramadım. Gördüğün gibi, benim oturma odam sıvalı dört duvardan ibaret. Ve işte." Faber iki küçük kauçuk kulak tıkacını uzattı. "Metro jetlerini kullanırken kulaklarım için."
Montag kapalı gözlerle, "Denham Diş Macunu; ne çalışırlar ne de iplik eğirirler," dedi. "Şimdi ne yapacağız peki? Kitapların bize faydası olur mu?"
"Ancak bize üçüncü gerekli şey verilirse. Dediğim gibi, birincisi nitelikli bilgi. İkincisi: Onu hazmetmek için gerekli serbest zaman. Üçüncüsü de: İlk ikisinin karşılıklı etkileşiminden öğrendiklerimizde temellenen eylemlerde bulunma hakkımız. Ve oyunun bu geç vaktinde, çok yaşlı bir adam ile hayatından soğumuş bir itfaiyecinin pek bir şey yapabileceğini sanmıyorum..."
"Ben kitaplar bulabilirim..."
"Riske giriyorsun."
"Ölmenin güzel tarafı bu; kaybedecek bir şeyin olmayınca, istediğin riske girebiliyorsun."
Faber gülerek ,"Bak, bir yerden okumadığın ilginç bir şey söyledin!" dedi.
"Kitaplarda öyle şeyler var mı? Ama durup dururken aklıma geliverdi!"
"Böylesi daha da iyi. Benim için veya herhangi biri için, hatta kendin için bile düşünmedin onu."
..."

- Ray Bradbury
(Çeviri: Dost Körpe)
İthaki Yayınları