25 Ekim 2016 Salı

basit ve olağanüstü etkileyici bir oyun: "je boite"



insanlığın kadim hikayelerinin temelinde iyi ile kötünün mücadelesi yok mudur? her seferinde farklı bağlamlara, farklı ölçeklere, farklı durumlara uyarlanarak anlatılmaz mı iyi ile kötünün mücadelesi? 19. uluslararası istanbul kukla festivali kapsamında fransa'dan gelen mala strana topluluğunun "je boite" gösterisinde bu sefer; bir insanın içindeki iyi ve aydınlık taraf ile onu karanlığa ve ölüme çekmeye çalışan dürtülerinin mücadelesiydi konu edilen. küçük şeffaf bir şişedeki renkli hapları almak/içmek/yemek ile o dürtüye direnmek arasında gidip gelen yalnız bir kadının melankolik hikayesiydi anlatılan. o renkli haplar antidepresan da olabilirdi, şeker de; neticede insana kısa süreli bir mutluluk/rahatlık sağlayan, hayatın yapay tadlandırıcıları değil mi ikisi de. iç acıtan bir öyküydü anlatılan; sonu mutlu bitmeyen; hapları almak ile almamak arasında kalan yalnız kadının içsel arafıydı seyircilerin tanık olduğu.




"je boite" her bir öğesiyle basit, az ve öz, ama özenli ve derinlikli bir yapımdı; basit, sözsüz bir hikaye, iki oyuncu/kuklacı, farklı boyutlardaki karton kutulardan oluşan maliyet olarak ucuz sahne tasarımı, bir-iki aksesuar, kayıttan bir-iki müzik parçası, akordeonla çalınan özgün canlı müzik ve radyo cızırtılarından montajlanmış bir ses bandı.
basit ama derin bir hikayeydi anlatılan. iki oyuncu vardı ama sahnede aynı anda dört varlık hayat buluyordu. oyunun aynı zamanda yazarı ve yönetmeni olan marzia gambardella baştan sona sahnede kalarak; mimikleri, jestleri, hareket kalitesi ve kuklacılığıyla dört dörtlük bir sanatçı olduğunu gösterdi bizlere.
kutulardan oluşan sahne tasarımı tek malzemeydi, ama o malzeme projeksiyon perdesi olarak da kullanılıyordu, ışık spotlarının saklandığı hazne olarak da, ilüzyonların gerçekleştirildiği obje olarak da. üzerlerinde "fragile" (kırılır/hassas) yazan karton kutular fikir olaraksa protagonistin her an göçebe olan duygularını, unutulmaya yüz tutmuş anılarını simgeliyordu sanki. ilginç bir tesadüf; bu sene festivaldeki diğer büyükler için oyunun da sahne tasarımı, üzerinde fragile yazan kutu fikri üzerine kuruluydu.

"je boite" fransızcada okunuşu ile yazılışı farklı anlamlara gelen bir kelime oyununa sahipmiş; ilki "topallıyorum" diğeri "kutuyum" anlamlarına geliyormuş. arafta tereddüt içinde kalakalmış yalnız kadının hüzünlü hikayesine ancak bu kadar uygun olabilirdi bir başlık.




yıllar önce ilk defa harbiye muhsin ertuğrul sahnesi'ne "derives" adlı gösterisi ile konuk olduğunda istanbullu tiyatroseverleri ve tiyatrocuları büyüleyen, daha sonraki yıllarda yeni yapımlarıyla bir kaç kere daha istanbul'a gelen sahne sanatları ilüzyonisti philippe genty'nin topluluğundan ayrılan marzia gambardella ile simon t. rann'ın kurdukları mala strana topluluğu "je boite" ile ayrıldıkları ustalarının tedrisatından hakkıyla geçmiş ve onun yaratıcılığından feyz almış olduklarını kanıtladılar; mala strana'nın internet sitesinin açılış sayfasındaki rilke alıntısı gibi, gambardella ve tann'ın, karanlık salondaki koltuklarında oturan seyircileri çıkardıkları "yalnız yolculuk, içsel bir yolculuk"tu.

21 Ekim 2016 Cuma

istanbul kukla festivali'nin 19.sundan "transit" geçti



bu yılki istanbul kukla festivalin açılışını, hollanda'dan gelen ananda puijk topluluğu "transit" ile yaptı. ağırlıklı olarak loş bir ortamda geçen oyunun hikayesi, tam da içinde geçtiği alacakaranlık gibi, ana hatları kesin çizgilerle belli edilmemiş, seyirciye kendi hayalgücüyle ve kurduğu bağlantılarla boşlukları örme imkanı sağlayan gevşek bir kurguyla anlatılıyordu. hem loş atmosfer hem de direkt ve çizgisel bir anlatımın olmaması seyircinin ilk yarıda kaybolmasına neden olsa da, yapıt ilerleyen zamanlarında seyirci yakalandığı ipuçlarını birleştirdikçe hatıralarla örülü hüzünlü bir hikaye görünür oldu.

"transit" yaşlı bir adamın geçmişine, anılarına, hayallerine doğru bir yolculuk yaptırdı bana. yaşlı adamın geride bıraktığı; belki de sadece uzaktan görmüş olduğu, belki de hiç görmediği; bir çiçeğe bir an baktığında veya o çiçeği ellediğinde hayalinde canlandırmış olduğu; geçmişindeki aşkına, aşkının gençliğine ve yaşlılığına bir yolculuktu bu. yaşlı adamın içindeki benliğinin kendinden dışarı çıkarak dönüp kendine baktığı; kendi gözyaşlarını topladığı, kendi gözyaşlarıyla dans ettiği; anılarıyla avunduğu ve onların hüznüyle mutlu olduğu bir yolculuktu.
üzerinde hassas-kırılgan anlamına gelen 'fragile' yazan büyük ahşap taşıma kutusuna yaslandığında başlayan ve bütün bu yolculuğu yaşayıp, anıları hatırladıktan sonra o kutunun yanına bitkin bir şekilde yığılan yaşlı adamın hikayesiydi "transit". o yaşlı adamın şahsında hepimizin zihninden bir anda "geçiveren" anılarımızı, hayallerimizi, düşüncelerimizi, kalbimizi bir an hoplatan duygularımızı seyrettim ben dün akşam.





"transit" çok sade bir şekilde sahneye konmuştu. sahnede sadece insan boyunda bir ahşap kutu vardı; hassas anıların taşındığı. anılar, zamanlar, sesler hep o kutudan çıktı.
iki kuklacıdan siyahlar içinde olduğu için oyun boyunca seyirciye görünür olmayanı kafasındaki büyük maske ile yaşlı adamı ve kukla ile de yaşlı adamın içindeki diğer benliği canlandırıyordu. ananda puijk'in kendisi ise yaşlı adamın aşık olduğu kadının birebir gençlik haliydi. kadının yaşlılığı ise insan boyundaki kukla ile hayat bulmuştu. yaşlı kadın kuklası yüzündeki kırışıklıklar, kapalıymış gibi duran gözleri ve neredeyse göğüslerini açıkta bırakan ince beyaz geceliği ile pina bausch'un, başyapıtı "café müller"de bizzat dans ettiği protagonisti anımsattı bana.

"transit" sadece bir kukla oyunu değildi; kadının gerçek bir oyuncu tarafından canlandırılan gençliği ile kukla olarak hayat bulan yaşlılığının zamanları aşarak karşılaştıkları ve oyunun azımsanmayacak bir bölümünü oluşturan sahneler dans tiyatrosu lezzetindeydi.
yaşlı adamın küçük kuklasının, kendisinin büyük halindekinin gözlerinden teker teker gözyaşlarını (ince şeffaf plastik ambalaj malzemesi) çıkarıp rüzgara savurduğu, o gözyaşlarının gittikçe büyüyüp uzunlaşarak sahneyi kapladığı, genç kadının onlarla dans etmeye başladığı ve sonra bir anda gözyaşlarının içinde kadının kucağında yaşlı adamın küçük kuklasının belirdiği sahne; oyunun her açıdan (malzeme kullanımı, fikir, koreografi) doruk noktalarından biriydi.

"transit" istanbul kukla festivali'nin açılışına çok yakıştı. ananda puijk ile bizleri tanıştırdığı için festivalin düzenleyicisi gölge tiyatrosu ustası cengiz özek'e teşekkürler..