bu yılki istanbul kukla festivalin açılışını, hollanda'dan gelen ananda puijk topluluğu "transit" ile yaptı. ağırlıklı olarak loş bir ortamda geçen oyunun hikayesi, tam da içinde geçtiği alacakaranlık gibi, ana hatları kesin çizgilerle belli edilmemiş, seyirciye kendi hayalgücüyle ve kurduğu bağlantılarla boşlukları örme imkanı sağlayan gevşek bir kurguyla anlatılıyordu. hem loş atmosfer hem de direkt ve çizgisel bir anlatımın olmaması seyircinin ilk yarıda kaybolmasına neden olsa da, yapıt ilerleyen zamanlarında seyirci yakalandığı ipuçlarını birleştirdikçe hatıralarla örülü hüzünlü bir hikaye görünür oldu.
"transit" yaşlı bir adamın geçmişine, anılarına, hayallerine doğru bir yolculuk yaptırdı bana. yaşlı adamın geride bıraktığı; belki de sadece uzaktan görmüş olduğu, belki de hiç görmediği; bir çiçeğe bir an baktığında veya o çiçeği ellediğinde hayalinde canlandırmış olduğu; geçmişindeki aşkına, aşkının gençliğine ve yaşlılığına bir yolculuktu bu. yaşlı adamın içindeki benliğinin kendinden dışarı çıkarak dönüp kendine baktığı; kendi gözyaşlarını topladığı, kendi gözyaşlarıyla dans ettiği; anılarıyla avunduğu ve onların hüznüyle mutlu olduğu bir yolculuktu.
üzerinde hassas-kırılgan anlamına gelen 'fragile' yazan büyük ahşap taşıma kutusuna yaslandığında başlayan ve bütün bu yolculuğu yaşayıp, anıları hatırladıktan sonra o kutunun yanına bitkin bir şekilde yığılan yaşlı adamın hikayesiydi "transit". o yaşlı adamın şahsında hepimizin zihninden bir anda "geçiveren" anılarımızı, hayallerimizi, düşüncelerimizi, kalbimizi bir an hoplatan duygularımızı seyrettim ben dün akşam.
"transit" çok sade bir şekilde sahneye konmuştu. sahnede sadece insan boyunda bir ahşap kutu vardı; hassas anıların taşındığı. anılar, zamanlar, sesler hep o kutudan çıktı.
iki kuklacıdan siyahlar içinde olduğu için oyun boyunca seyirciye görünür olmayanı kafasındaki büyük maske ile yaşlı adamı ve kukla ile de yaşlı adamın içindeki diğer benliği canlandırıyordu. ananda puijk'in kendisi ise yaşlı adamın aşık olduğu kadının birebir gençlik haliydi. kadının yaşlılığı ise insan boyundaki kukla ile hayat bulmuştu. yaşlı kadın kuklası yüzündeki kırışıklıklar, kapalıymış gibi duran gözleri ve neredeyse göğüslerini açıkta bırakan ince beyaz geceliği ile pina bausch'un, başyapıtı "café müller"de bizzat dans ettiği protagonisti anımsattı bana.
"transit" sadece bir kukla oyunu değildi; kadının gerçek bir oyuncu tarafından canlandırılan gençliği ile kukla olarak hayat bulan yaşlılığının zamanları aşarak karşılaştıkları ve oyunun azımsanmayacak bir bölümünü oluşturan sahneler dans tiyatrosu lezzetindeydi.
yaşlı adamın küçük kuklasının, kendisinin büyük halindekinin gözlerinden teker teker gözyaşlarını (ince şeffaf plastik ambalaj malzemesi) çıkarıp rüzgara savurduğu, o gözyaşlarının gittikçe büyüyüp uzunlaşarak sahneyi kapladığı, genç kadının onlarla dans etmeye başladığı ve sonra bir anda gözyaşlarının içinde kadının kucağında yaşlı adamın küçük kuklasının belirdiği sahne; oyunun her açıdan (malzeme kullanımı, fikir, koreografi) doruk noktalarından biriydi.
"transit" istanbul kukla festivali'nin açılışına çok yakıştı. ananda puijk ile bizleri tanıştırdığı için festivalin düzenleyicisi gölge tiyatrosu ustası cengiz özek'e teşekkürler..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder