29 Kasım 2020 Pazar

on soruluk sohbetler 23: fabrice guillot


Tiyatronun/dansın özü sizce nedir? Çağdaş tiyatroyu/dansı günümüzde nasıl tanımlarsınız? 
Dans sözsüz bir sanattır, her koreografi seyirci için bir sorudur: Bu ne anlama gelir? 

Sanatın dönüştürücü gücüne inanıyor musunuz? Nasıl? 
Evet, dansın dili toplumumuzdaki bir durumun sembolü olabilir. Bu sözsüz dil yeni perspektifler yaratabilir. Benim disiplinim kamusal alanda performans sergilemek, biz şehirde yeni bir kullanım yaratıyoruz. Duvarın sınırları yeni bir açık alana dönüşüyor. 

  İnsanlığın küresel ölçekte içinden geçmekte olduğu bu yeni pandemi süreci sizce gösteri sanatlarını gelecekte nasıl dönüştürecek? 
Sanatımızı iyi şartlarda paylaşmak için bir an yeni kurallar düşlemeliyiz. Dansçılar arasında kontak daima mümkün, günlük hayatımız içinde kamusal alanda bu ilişkiyi çok çabuk unutuyoruz. 

  "Ustam" olarak tanımlayabileceğiniz bir sanatçı ya da size ilham verdiğini düşündüğünüz biri var mı? 
Şiir de dans gibi tamamen yoruma açık. Roberto Juarroz, tüm hayatı boyunca 1. volümünden 14. volümüne kadar Dikey Şiir'i yazan Arjantinli bir şair. Örneğin bu benim için büyük bir ilham kaynağı. 

  Bir iş üretirken hangi kaynaklardan beslenir, nelerden ilham alırsınız? Rüyalarınızın işlerinize etkisi oluyor mu? 
Her yapıt, yeni bir dil yaratmak için keşfedilecek yeni bir nesne, yeni bir aygıt haline gelir. Her bir nesne ve yapıt, kamusal alandaki boşluk ve mimaride yer edinmek için faklı bir yol önerir. Ben hamağımda, neredeyse rüya görerek, boşlukta yeni bir dansın hissine sahip olabilirim. 

 Söyleşinin devamını okumak için tıklayın: art unlimited

21 Kasım 2020 Cumartesi

on soruluk sohbetler 22: simona deaconescu (tangaj collective)

Mevcut koşullardan ötürü fiziki mekanda ve gerçek zamanda bir araya gelmek halen çok mümkün olmasa da, Türkiye'de ilk kez 2019 yılında gerçekleşen İstanbul Fringe Festivali'nin ikinci edisyonu bu sene seyircisiyle, bazen canlı yayın aracılığıyla olmak üzere, dijital mecralarda buluştu. 21-27 Eylül 2020 tarihlerinde YouTube, Zoom, WhatsApp ve diğer sosyal medya mecralarından ücretsiz takip edilen festivalde dans, performans ve tiyatro gösterileri, atölye çalışmaları, sanatçı-izleyici buluşmaları, söyleşiler ve kapanış partisi yer aldı. Biz de bu fırsattan istifade sizler için programda yer alan yerli ve yabancı sanatçıları ve onların yapıtlarını yakından tanımak, içinden geçmekte olduğumuz koşullarla nasıl başa çıktıklarını anlamak istedik. Fringe dizimizin son konuğu, festivalde Daughters adlı yapıtları ile yer alan Tangaj Kolektif’in sanat yönetmeni ve koreografı Simona Deaconescu. 


 Simona Deaconescu, Ciprian Ciuclea, Kaynak: tangajdance.com 

Tiyatronun/dansın özü sizce nedir? Çağdaş tiyatroyu/dansı günümüzde nasıl tanımlarsınız? 
Bu, çok tartışma gerektiren büyük bir soru. Çağdaş dans benim için, tüm formları ve sunum biçimleriyle, gerçekliğimizin yönlerini ve onun üzerinde nasıl gezindiğimizi, ona bedenimizle nasıl aracılık ettiğimizi sorgulayan sanat. Dans beden odaklı olduğundan, bir yandan yaratıcılarının soyut düşünceyi keşfetmesine olanak tanırken, genel olarak izleyiciler için onunla ilişki kurmak daha kolay. Bu düşünce tarzı çağdaş dansın, aslında günlük yaşamda fark edilmeden geçilebilecek, varlığımızın önemli taraflarına odaklanarak, insanlarda algı değişikliğini ele almasını sağlar. 

  "Ustam" olarak tanımlayabileceğiniz bir sanatçı ya da size ilham verdiğini düşündüğünüz biri var mı? 
Hayır, sanatımı usta anlamında etkileyen bir sanatçı yok. Yine de, işbirliği yaptıklarım (sanatçılar, görsel sanatçılar, besteciler, dramaturglar) çalışma yöntemlerimi kökten etkiledi ve bedenin hareketiyle ilişki kurma biçimim hakkındaki vizyonumu değiştirdi. 

  Bir iş üretirken hangi kaynaklardan beslenir, nelerden ilham alırsınız? Rüyalarınızın işlerinize etkisi oluyor mu? 
Bana ilham veren şey, bedenin evrimi ve kendimizi bir toplum olarak nasıl konumlandırdığımız hakkında düşünmek. Benim sanatım zamanların arasında, bazen geçmişi gelecekle karıştırarak, zamanın gerçekliğimizi derinden etkilediği bir evren yaratmaya çalışıyor. Bu nedenle eserlerim, zamanın tuhaf bir şekilde aktığı ve bunun sahne üzerindeki performansçıların dramaturji ve hareketlerini etkilediği, bir rüya atmosferine sahip olma eğilimindeler. Dans, rüya görürken deneyimlediğiniz gibi “sıra dışı” hislere ışık tutabilir. Rüyalarımın duyusal yönlerini hareket kompozisyonu aracılığıyla yeniden yaşamak, duygusal belirsizlik ve berrak rüya arasındaki köprüde işler kurmama yardımcı oldu. 

  Sanatın dönüştürücü gücüne inanıyor musunuz? Nasıl? 
Sanatın, akışkan bir doğası olduğu için, içten dönüşme gücüne sahip olduğuna inanıyorum. Ama bence, olgusal bir durumu sorgulama ve gerçekten bir sorunu çözme meselesini ayırmamız gerekiyor. Sanat bazı biçimlerde politik ya da terapötik olabilse de, yaşadıkları toplumu dönüştürmek her zaman insanlara bağlıdır. Bir sanatçı olarak geçmiş ve şimdiki eylemlerimizi, sorunlu olduğunu düşündüğüm konuları sorgulayabilirim, ancak sanatı dünyayı değiştirmenin bir yolu olarak düşünemiyorum. Bu sanatın sorumluluğu olmamalı. 

  “Fringe” sizin için ne anlama geliyor? 
Bir alternatif. Bir kuruma. Belli bir estetiğe. Bazı kültürel politikalara. 

Söyleşinin devamını okumak için tıklayın: unlimited

13 Kasım 2020 Cuma

on soruluk sohbetler 21: ahmet ilker ergin (germinal tiyatro)

Mevcut koşullardan ötürü fiziki mekânda ve gerçek zamanda bir araya gelmek halen çok mümkün olmasa da, Türkiye'de ilk kez 2019 yılında gerçekleşen İstanbul Fringe Festivali'nin ikinci edisyonu bu sene seyircisiyle, bazen canlı yayın aracılığıyla olmak üzere, dijital mecralarda buluştu. 21-27 Eylül 2020 tarihlerinde YouTube, Zoom, WhatsApp ve diğer sosyal medya mecralarından ücretsiz takip edilen festivalde dans, performans ve tiyatro gösterileri, atölye çalışmaları, sanatçı-izleyici buluşmaları, söyleşiler ve kapanış partisi yer aldı. Biz de bu fırsattan istifade sizler için programda yer alan yerli ve yabancı sanatçıları ve onların yapıtlarını yakından tanımak, içinden geçmekte olduğumuz koşullarla nasıl başa çıktıklarını anlamak istedik. Fringe dizimizin sıradaki konuğu, festivalde Pasaport or Passport oder Reisepass adlı yapıtı ile yer alan Germinal Tiyatro’nun kurucusu Ahmet İlker Ergin.

Tiyatronun/dansın özü sizce nedir? Çağdaş tiyatroyu/dansı günümüzde nasıl tanımlarsınız? 
Germinal kelime kökeni olarak "tohum" anlamı içerir. Biz Germinal'i kurarken bu kelimeye ek olarak Zola'nın Germinal'indeki mücadeleyi, başkaldırıyı da ekledik. Tiyatroya eklediğimiz tohumun büyüyüp kökleri sağlam bir ağaca dönüşmesini istiyoruz. Günümüz şartlarında birçok tiyatro açıldıktan kısa süre sonra kapanmak zorunda bırakılıyor. Biz bu şartlarda mücadele ederek, yeni fikir mottosuyla yola çıktık. Güncel olanı takip edip yalın fikirlilikten uzak durmak Germinal'in öncelikli amaçları arasındadır.

"Ustam" olarak tanımlayabileceğiniz bir sanatçı ya da size ilham verdiğini düşündüğünüz biri var mı? 
Germinal bünyesinde çok farklı disiplinlere yakınlığı olan arkadaşlarımız var. Bu soruya Germinal Tiyatro'nun kurucusu Ahmet İlker Ergin olarak cevap verecek olursam, 2 yıl Berlin'de yaşadım. Haliyle Alman tiyatrosunun üzerimde büyük bir etkisi oldu. Ben de severek kabul ettim bu etkiyi. Çok değerli rejisörler var. Bunlardan biri Michael Thalheimer. İngiltere'den takdir ettiğim yine Almanya'da da çalışan Katie Mitchell. 

Bir iş üretirken hangi kaynaklardan beslenir, nelerden ilham alırsınız? Rüyalarınızın işlerinize etkisi oluyor mu? 
Çalışırken daha önce seyrettiğim bir filmin veya oyunun etkisi olduğu gibi okuduğum bir gazete küpürü de beni harekete geçirebiliyor. Bunların dışında toplumsal olaylar benim çalışmamı çok etkiliyor. 

Sanatın dönüştürücü gücüne inanıyor musunuz? Nasıl? 
Sanat her zaman kendini içinde bulunduğu koşullara uyarlayan, o durumun içinde kendini tekrar tekrar var eden bir alan. Bunu da yakın zamanda pandemi sürecindeki karantinada yaşadık. İnsanların bu sürece kolay adapte olmasını sağlayan şey, sanatın kendini dijital alana ve güncel dertlere hızlı bir şekilde adapte etmesinde yatıyor. Bu yüzden tabii ki de sanatın dönüştürücü gücüne her zaman inanıyoruz. 

Söyleşinin devamını okumak için tıklayın: unlimited

4 Kasım 2020 Çarşamba

on soruluk sohbetler 20: thylda bares (collectif 2222)

Mevcut koşullardan ötürü fiziki mekânda ve gerçek zamanda bir araya gelmek halen çok mümkün olmasa da, Türkiye'de ilk kez 2019 yılında gerçekleşen İstanbul Fringe Festivali'nin ikinci edisyonu bu sene seyircisiyle, bazen canlı yayın aracılığıyla olmak üzere, dijital mecralarda buluşuyor. 21-27 Eylül 2020 tarihlerinde YouTube, Zoom, WhatsApp ve diğer sosyal medya mecralarından ücretsiz takip edilebilecek festivalde dans, performans ve tiyatro gösterileri, atölye çalışmaları, sanatçı-izleyici buluşmaları, söyleşiler ve kapanış partisi yer alıyor. Biz de bu fırsattan istifade sizler için programda yer alan yerli ve yabancı sanatçıları ve onların yapıtlarını yakından tanımak, içinden geçmekte olduğumuz koşullarla nasıl başa çıktıklarını anlamak istedik. Fringe dizimizin bir diğer yabancı konuğu, festivalde Traverser le Pont Sous la Pluie adlı yapıtları ile yer alan Collectif 2222’nin yönetmeni Thylda Bares. 



Tiyatronun/dansın özü sizce nedir? Çağdaş tiyatroyu/dansı günümüzde nasıl tanımlarsınız? 
Pencereler açmak. Sadece iyi fikirler ve güzel laflarla olmaz, sahne üstünde de çalışması lazım. 

"Ustam" olarak tanımlayabileceğiniz bir sanatçı ya da size ilham verdiğini düşündüğünüz biri var mı? 
Bizim ekip daha çok Lecoq’tan ilham alıyor. Ama listenin sonu gelmez, yine de her gösterimizde farklı bir ekibin etkisi oluyor, örneğin Semiyaniki. 

Bir iş üretirken hangi kaynaklardan beslenir, nelerden ilham alırsınız? Rüyalarınızın işlerinize etkisi oluyor mu? 
Diğer gösteriler, diğer işler. Filmler, kitaplar ve buluşmalar, tanışmalar. Diğer insanların hayalleri. 

Sanatın dönüştürücü gücüne inanıyor musunuz? Nasıl? 
Asıl soru neye dönüştürdüğü. Sürekli dönüşüyoruz aslında. Peki, nasıl pozitif anlamda dönüşebiliriz kısmı önemli. İyi sanat bunu yapar, başka bir vizyon katar ve gözümüzü açar. 

Söyleşinin devamını okumak için tıklayın: unlimited

1 Kasım 2020 Pazar

Sonbahardaki Çevrimiçi Yayınlar ve International Theater Amsterdam’dan “Medea”

[Bu yazı 01.11.2020 tarihinde Tiyatro Tiyatro Dergisi'nde yayınlanmıştır. Yazıyı derginin sitesinden okumak için tıklayın.]

Medea
Fotoğraf: Sanne Peper

Sonbahardaki Naklen Çevrimiçi Yayınlara Bir Bakış 
Sonbaharla birlikte Avrupa’daki gösteri sanatları topluluklarından bazıları, daha önceki sezonlarda İngiliz National Theatre, New York Metropolitan Operası gibi kurumların biletli sinema gösterimleriyle naklen gerçekleştirdikleri yayınları bu sefer internet üzerinden ücretli çevrimiçi olarak hayata geçirmeye başladılar. Amaç sanırım hem salonların 1/3 kapasiteye düşmesinden dolayı gösterileri daha fazla seyirciye ulaştırmak hem de topluluklara ek gelir sağlamak. 

Bu yayınları ilk, Hollanda’nın dünya çapındaki modern dans topluluğu Nederlands Dans Theater (Hollanda Dans Tiyatrosu) eylül ayındaki sezon açılışında başlattı. 
Belçika’nın önde gelen gösteri sanatları kurumlarından Koninklijke Vlaamse Schouwburg (Kraliyet Flaman Tiyatrosu ) bunun için KVS 24/7 adlı yeni bir internet sitesi açtı ve sezon boyunca düzenli olarak, özellikle yapımcılığını üstlendiği işleri ücretsiz olarak naklen çevrimiçi yayınlayacağını açıkladı. Bu program kapsamında Fransa’da yaşayan Türkiyeli dansçı-koreograf Bahar Temiz’in “ICE” adlı yeni işinin 8 ekim 2020’deki dünya prömiyerini izleme imkanımız oldu. Bu gösterinin kaydına siteden ulaşmak hala mümkün. 


Kasım ayıyla birlikte arka arkaya Hollanda, Fransa, Belçika ve Almanya’nın pandemiden dolayı tekrar tiyatro mekanlarını kapatmasıyla, sahnede canlı ama seyircisiz oynanan gösterilerin naklen çevrimiçi yayınları arttı. Örneğin, geçtiğimiz cuma akşamı (30 ekim 2020) Théatre de la Ville Paris Kaori Ito ile Yoshi Oida‘nın “Le Tambour de Soie” adlı modern No gösterisini Espace Cardin’den, Kaaitheater Anne Teresa de Keersmaaker’in “Drumming” adlı çağdaş dans gösterisini Brüksel’deki Rosas Performance Space’den, Tanzhaus NRW Ben J. Riepe’nin “Geschöpfe” adlı çağdaş dans gösterisinin prömiyerini Düsseldorf’dan ve International Theater Amsterdam Simon Stone’nun “Medea” adlı oyununu Amsterdam Stadsschouwburg’dan naklen çevrimiçi yayınladı. 
Çoğunluğu ücretsiz gerçekleşmekte olan bu yayınlar önümüzdeki günlerde, özellikle Almanya’daki tiyatro kurumlarının açıklayacağı yeni programlarla zenginleşecek. 

21. yüzyılın Medea’sı 
Dünya çapında ünlü Hollandalı tiyatro topluluğu International Theater Amsterdam (eski adı Toneelgroep Amsterdam) ITAlive adıyla sezon boyunca belli tarihlerde belli gösterimlerinin İngilizce altyazılı ve naklen gerçekleşecek çevrimiçi yayınlarından oluşan bir program başlattı. Programın ilk yayını 30 Ekim 2020 akşamı, son yıllarda Avrupa’da ünü gittikçe artan Avustralyalı genç yönetmen Simon Stone’un, Euridipes’in aynı adlı ünlü oyunundan esinlenerek yazıp yönettiği “Medea” idi. 

Fotoğraf: Sanne Peper

Stone klasik metinleri sahnelerken onların yeni çevirisini veya uyarlamasını yapmıyor, o metinlerin tartıştığı temel konudan veya sorunsaldan yola çıkarak sıfırdan bir metin yazıyor. Stone’un yine ITA’da sahnelediği, İbsen’in oyunlarından esinlenen “İbsen Huis”, Viyana Burgtheater yapımı olan, August Strinberg’in oyunlarından esinlendiği “Hotel Strindberg” ve Theater Basel’de sahnelediği Çehov’un aynı adlı oyunundan esinlenen “Üç Kızkardeş” Stone’un işlerinden aklıma gelen ilk örnekler. Stone Euripides’in “Medea”sını da benzer bir şekilde ele alarak, 1990’larda Amerika’da gerçekleşen bir olayı; çocuklarını ve kendisini zehirleyerek ve ardından yakarak öldüren Debora Green’in gerçek hikayesini sahneye taşıyor. 

Bilindiği gibi Euripides’in “Medea”sı; protagonist Medea’nın, eşi İason’un iktidar uğruna başka bir krallığın prensesi ile evlenme kararı üzerine, ondan öc almak için çocuklarını ve prensesi öldürmesini konu edinir. Euripides’in Medea’sı bir nevi büyücüdür. Medea’nın çocuklarını öldürme eylemi ise genel olarak delilikle açıklanır. 
Stone’un Medea’sı araştırmacı bilimkadını Anna ise oyunun başında, birlikte çalıştıkları ilaç fırmasından iş arkadaşı da olan kocası Lucas’ı yavaş yavaş zehirlemekten dolayı girdiği bir ruh sağlığı kliniğinden yeni çıkmıştır, tekrar ailecek birlikte yaşamak istemekte ve kocasıyla bunun görüşmesini yapmaktadır. Ancak Lucas, firmada zamanında Anna’nın yardımıyla yükseldiği basamaklardan, şimdi de firmanın sahibinin kızı Clara ile birlikte olarak çıkmaktadır, dolayısıyla Anna ile tekrar bir araya gelmeyi düşünmez, çocukların vesayeti de ondadır. Anna patronuyla yaptığı görüşmede ise işe geri alınmayacağını öğrenir. Anna’nın, kendinden genç iki kadın, kocasının yeni sevgilisi ve bebek bekleyen Clara ile tansiyonlu yüzleşmesi ve klinikten çıktıktan sonra onunla ilgilenen sosyal hizmet görevlisi Mary-Louise’e kendi ayakları üzerinde durduğunu kanıtlama çabasının beyhudeliği de yine Anna’nın kendi geleceğine dair umutsuzluğunu pekiştirir. 

Bob Cousins’in tasarladığı bütünüyle bembeyaz, sınırları yuvarlatılarak muğlaklaştırılmış sahne mekanı modern bir kadın olarak Anna’nın ailesi ve işi olmadan düştüğü varoluşsal boşluğu, yalnızlığını ve kaybolmuşluğunu cisimleştirir adeta. Olaylar ilerledikçe Anna’nın eylemlerinin sonuçları olarak önce şarap, sonra kan, en son da tavandan dökülerek zemini kaplamaya başlayacak ve Anna ile iki çocuğunu örtecek olan küller bu beyazlık içinde görsel olarak gözalıcı olduğu kadar, anlamsal olarak zihinçelici lekeler oluştururlar. 
Stone bu oldukça komplike ilişkiler ve duygular barındıran hikayeyi, ard arda gelen sahneleri hafifçe iç içe sokarak oldukça akıcı hale getirdiği bir sahne trafiğiyle 80 dakika gibi kısa bir sürede anlatır; hikayenin merkezindeki Anna’nın içine düştüğü kaçınılmaz boşluktan çıkışsızlığını ustaca ortaya serer. 
Yapımın başarısında abartısız oyunculuklarıyla bütün ekibin rol oynadığını düşünüyorum, ancak beni en çok çarpanın, Anna’yı canlandıran Marieke Heebink’in doğallığı olduğunu vurgulamalıyım. Stone’un ITA’da 2015’te sahneye koyduğu bu “Medea” yapımı; hem 2015 Hollanda Tiyatro Festivali’ne seçilmiş hem de o yıl Marieke Heebink’e Theo d’Or ödülü kazandırmış, beş yıldır bir çok şehre; orijinal Hollandalı oyuncu kastıyla Londra Barbican’dan Paris Odéon-Théatre de l’Europe’a, Amerikalı oyuncularla bir sahnelemeyle New York Brooklyn Academy of Music’e, Avusturyalı oyuncularla bir sahnelemeyle de Viyana Burgtheater’a konuk olmuş. 


Fotoğraflar: Sanne Peper

ITAlive’ın kasım ayında gerçekleşecek ücretli naklen çevrimiçi yayınlarında izleme imkanı bulunan iki yapım, aynı zamanda topluluğun artistik direktörü, Belçikalı dahi yönetmen İvo van Hove tarafından sahnelenen iki edebiyat uyarlaması; ilki, kitaplarından Thomas Ostermeier’in yaptığı sahnelemelerle son yıllarda tiyatro dünyasında da adından çok söz ettiren genç Fransız yazar Édouard Louis’nin aynı adlı kitabından “Wie heeft nijn vader vermoord” (Babamı Kim Öldürdü) 6 kasım 2020’de, ikincisi Hollanda’nın uluslararası camiada en tanınmış yazarı Louis Couperus’un aynı adlı kitabından “De stille kracht” (Saklı Güç) 26 kasım 2020’de.