21 Mayıs 2024 Salı

fas günlükleri 9: marakeş - cami harabesinden geriye kalan keşmekeş


jemaa el-fnaa meydanı. marakeş deyince, hatta fas deyince akla gelen ilk yer. yılan oynatıcıları, hikaye anlatıcıları, işportacıları, kına boyacıları, falcıları ile ünlü. etrafı; kafeler, lokantalar, dükkanlar. ortası; gündüzleyin genel olarak boş, güneşin ışıklarının uzamaya başladığı akşama doğrudan itibaren ise portatif yemek yerleri ve taze meyve suyu satıcıları ile tıka basa dolu. 

meydanın kutubiya camisi tarafından ana girişi

meydandan kutubiya camisinin minaresi 



meydanı dolduran keşmekeş içinde bana en ilginç geleni portatif yemek yerleri/lokantalar oldu. öğleden sonra dörtten itibaren, hemen meydana cephe veren binaların arka avlularından üç-dört kişinin iterek getirdikleri ve önceden belirlenmiş konumlarına yapboz misali kurdukları, demirden parçalardan geniş tezgahlar, ızgaralar, upuzun masalar ve banklar, kocaman şemsiyeler, örtüler... 



akşam meydana uzaktan bakıldığında sanki yanıyor; portatif yeme yerlerinin ızgaralarından çıkan dumanlar, hatta bazen devasa alev alan ızgaralar... bana meydanın alameti farikası lokantaları gibi geldi. ne yenir, nasıl yenir, nerede yenir sorularının cevapları başka bir yazının konusu; fas'ın yemeklerini anlatacağım yazının.


meydanda yeme-içme ve yukarıda ünlendiği diye saydıklarım dışında başka etkinlikler de var. mesela, bizim köy seyirlik oyunlarına benzeyen tiyatro gösterileri yapılıyor, kadın rolleri erkekler tarafından canlandırılıyor, zennelik yaşıyor yani... halk dilini anlamıyor olmaya en çok bu gösterileri seyrederken hayıflandım...



jemaa el-fnaa meydanının ismi başka dillere bir kaç farklı şekilde çevriliyor, çünkü bir kaç anlam barındırıyor. jemaa cami demek, cami de bilindiği gibi "toplayan, bir araya getiren”. fna ise ölüm, yok oluş anlamına geldiği gibi avlu, bir binanın önündeki boşluk da demekmiş. dolayısıyla jemaa el-fnaa; "ölülerin toplanması" ya da "ölülerin toplandığı yer" olabilir çünkü ms. 1050'de bu meydanda toplu idamlar gerçekleştirilirmiş, "yıkılmış/harabe cami" olabilir çünkü 16.yy sonunda dönemin hükümdarı ahmed al-mansur'un buraya yaptırmayı planladığı devasa cami yarım kalmış ve inşa edilen kısımları zamanla harabeye dönüşüp yok olmuşlar. bu meydandan ilk bahseden kaynak olan 17.yy seyyahı abderrahman as-sa'idi'ye göre mansur'un camisinin adı jemaa al-hna (huzur camisi) olacakmış, harabeye dönünce burası jemaa el-fnaa olarak anılmaya başlanmış.
yerlere olduğundan daha romantik, ve bazen de oryantalist yaklaşan edebiyatçılar, seyyahlar arasında buraya "dünyanın sonundaki meydan", "sonsuzluk meydanı" adını verenler de olmuş.


bu meydanın pek benlik olmadığını söylemeliyim; aşırı kalabalık, bunaltıcı, gürültülü. yine de tabii ki marakeş'teki her akşamımızda buraya gelmekten, meydana çıkmaktan geri kalmadık. etrafındaki, içindeki bazı lokantaları, kafeleri denedik (ileride "fas-yemekler" faslında anlatacağım), taze meyve suyu sıkıcılarının müdavimi olduk, işportacılarından sıkı pazarlıkla alışveriş ettik, oyunlarını oynamadık, gösterilerini dilini anlamadığımız için kısacık izledik ama fotoğraflarını çektiğimizi anında gören oyun kurucuların uzattıkları kutulara bahşiş bırakmak zorunda kaldık...

21 MAYIS


père lachaise mezarlığını ilk defa 2002'de ziyaret ettim, yukarıdaki fotoğraflar 29 eylül 2022 tarihli ikincisinden 


1804 père lachaise mezarlığı kullanıma açılmış; ilk gömülen kişi beş yaşında ölen bir kız çocuğuymuş


1983 david bowie'nin "let's dance" single'ı bir numara oldu


2011 mehmet ergen'in yönettiği esra bezen bilgen'in tek kişi oynadığı lucy kirkwood'un önce bir boşluk oldu kalp gidince, ama şimdi iyi adlı oyununu talimhane sahnesi'nde seyrettim 

2017 pina bausch'un arien adlı yapıtını wuppertal'de opernhaus barmen'de üst üste iki akşam seyrettim



20 Mayıs 2024 Pazartesi

20 MAYIS

 


1515 3. yüzyıldan bu yana ilk kez bir gergedan lizbon'da avrupa topraklarına ayak basmış, aynı yıl albrecht dürer, gergedan gravürünü yapmış


1609 shakespeare'in soneleri ilk kez londra'da yayıncı thomas thorpe tarafından muhtemelen yasa dışı olarak yayımlanmış

1996 şahika tekand'ın stüdyo oyuncuları'nın sahnelediği gergedanlaşma'yı hayret ve hayranlıkla seyrettim 

1997 ismael ivo'nun othello adlı dans gösterisini istanbul atatürk kültür merkezi büyük salon'da seyrettim 

1998 ilk defa bir pina bausch yapıtı seyrettim: istanbul atatürk kültür merkezi büyük salon'da der fensterputzer. gösteriden çıktığımda daha önce seyrettiğim hiç bir şeye benzemediğini düşündüm

2006 mats ek ve johan inger yapıtlarından oluşan programıyla cullberg ballet'in istanbul'daki ilk gösterisini iki akşam üst üste atatürk kültür merkezi büyük salon'da seyrettim

2012 pina bausch'un nur du adlı yapıtını üst üste iki akşam wuppertal'de opernhaus barmen'de seyrettim



19 Mayıs 2024 Pazar

fas günlükleri 8: şafşavan - mavi sokaklar

şafşavan'da mavinin 50 tonu ile boyanmış sokaklarda dolaşmak büyük bir keyif. mavilenmemiş olsalardı da, sokaklar doku ve yaşantı olarak çok cezbediciler; aynı italya, ispanya veya avrupa'daki ortaçağ dağ yerleşimlerindeki gibi... yunan adalarında da böyle bir tepeye konumlanmış ya da bir tepenin yamacına yaslanmış hora'lar var ve onlar da tam böyleler. tek fark: oralar beyaza boyalı, burası maviye; beyazın tek tonu var, mavinin 50. bu ton ton, çeşit çeşit mavinin, yunan hora'larının beyazından daha etkileyici olmasının nedenlerinden biri, yunan adalarında denizin farkındasınız, mavi ile her an iç içesiniz; orada sokaklar maviye boyalı değil, ama olsalar da pek umursanmazdı sanki. burada ise bir dağ köyündesiniz, denizin d'si, suyun s'si görünmüyor etrafta ve siz mavilerin içinde hareket ediyorsunuz, adeta denizin içinde yürüyorsunuz.


 


 

 








 



 


rivayet odur ki şafşavan ilk kez 1930'larda hitler'in giderek büyüyen nüfuz alanından kaçarak buraya gelen yahudiler tarafından maviye boyanmış. renk seçimi, insanlara gökyüzünü, gökleri ve nihayetinde tanrının gücünü hatırlatmak için mavi ipliği dua şallarına dokuyan yahudi geleneğinden geliyormuş. israil 1948'de kurulduktan sonra yahudi nüfusunun büyük bir kısmı oraya gitmiş. yine de belediye her baharda boya ve fırça dağıtıyormuş. 


 

 




bu sokaklar eskiz yapma isteğimi uyandırdılar; fes'ten sonra şafşavan'da çöktüm bir basamağın ucuna, paslanmış eksiz pratiğimi cilaladım...