30 Haziran 2017 Cuma

özlemle anıyorum..


fotoğraf: winfried krüger
"proben in der lichtburg / rehearsal in the lichtburg" kitabından

28 Haziran 2017 Çarşamba

papaioannou'yla yetişkinler için kindergarten, çıplaklık, fantaziler, istanbul ve daha pek çok şey üzerine..



yunan sanatçı/tiyatro yönetmeni dimitris papaioannou ilk defa bu yıl, gösteri sanatlarının everest'i kabul edilen avignon tiyatro festivali'ne davet edildi. resim eğitimi alan, çizgi roman çizen ve 1987 yılından beridir sahneyle haşır neşir olan papaioannou'nun ancak bu yıl avignon'a davet edilmesi ciddi bir gecikme aslında.

[kısa bir parantez: papaioannou'nun, en ünlü yapıtlarından "medea"sının ilk versiyonuyla (parantez-içi-kısa-parantez: 2008 yılındaki "medea 2" isimli ikinci versiyon, papaioannou'nun sahne serüvenini başından itibaren takip etmiş olan yunan arkadaşıma göre ilki kadar iyi değilmiş) 2000 yılında istanbul tiyatro festivali'ni açtığını hatırlarsak; cesaretli, isabetli ve zamanlı seçimlerinden dolayı dikmen gürün hoca'nın istanbullu tiyatroseverler ve tiyatrocular üzerindeki hakkını bir kez daha teslim ederiz herhalde.]








("the great tamer"dan fotoğraflar: julien mommert)

2004 yılındaki atina olimpiyatı'nın açılış ve kapanış gösterilerini tasarlamış ve bunlarla büyük sükse yapmış olmasına rağmen, papaioannou esas "primal matter" (2013) ve "still life" (2014) adlı işleriyle son dört yıldır yunanistan'ın dışında çok daha görünür/bilinir oldu, 2017 mayıs sonunda atina'da prömiyerini yaptığı son işi "the great tamer" ile ise tanınırlığını iyice arttırdı.
"the great tamer" daha prömiyer yapmadan ispanya'dan tavyan'a, portekiz'den paris'e, amsterdam'dan isveç'e turne tarihleri açıklandı. ama tabii duraklar arasında en prestijlisi, başta da yazdığım gibi, temmuz'daki avignon tiyatro festivali.

[bir kısa parantez daha: papaioannou'yla ilgili dans camiasını heyecanlandıran başka bir haber haziran başında geldi. papaioannou, hayranı ve temel esin kaynaklarından biri olduğunu belirttiği pina bausch'un topluluğuyla, yani tanztheater wuppertal ile 2018 mayıs'ında bütün bir akşamı kaplayan bir iş yapacak.]

"the great tamer" atina'daki 10 gösterimden sonra, ayağının tozuyla amsterdam'daki 70. hollanda festivali'ne katıldı; oradan da napoli'ye geçti. temmuz'daki avignon öncesinde, ispanya'da barselona ve madrid durakları var.

.

(fotoğraf: danzon)

(fotoğraf: @stevendelva)


amsterdam'daki ikinci gösterim sonrasında papaioannou ile bir söyleşi gerçekleştirildi. işte o söyleşiden notlar:

.yetişkinler için kindergarten (çocuk yuvası)
papaioannou çalışma tarzını tarif ederken; performansçıların oynamaları için odaya malzemeler ve fikirler attığını; bu oyunlardan başka fikirlerin, kendisinin verdiğinden daha iyilerinin, doğduğunu; ve onun bunlar arasından seçtiklerini kullandığını söyledi.
malzemelere, fikirlere çocuklar gibi, ya da deli insanlar gibi yaklaştıklarını, örneğin bir kağıtla nasıl sesler çıkarabiliriz, su damlaları mikrofona düşerse ne olur, kağıttan kostüm yaparsak nasıl bir sonuç alırız, herhangi bir malzemenin kırılma noktası nedir, onu bükmekte ne kadar ileri gidebiliriz, arkasına ne kadar gizlenebiliriz gibi bir çocuk yuvasında karşılaşabileceğiniz temel sorular üzerine merakla doğaçlamalar yaparak ilerlediklerini, doğaçlama sürecinde hiç bir şekilde psikolojik ya da duygusal sorularla/durumlarla ilgilenmediğini belirtti.
"bazen prova sırasında performansçılar stüdyoda malzemeyi üretirken, yeterince şanslıysam, bilinçli olarak o malzemeden seçebilirim; bazense evde, stüdyoda geçirilen zamanı üretkenleştirmenin getirdiği büyük stresten ve etrafımdaki insanlardan uzak ve sakin bir şekilde kayıtları izlediğimde gözden kaçırdığım bazı detayları yakalarım ve bunları tekrar stüdyoda denerim"
papaioanou bu şekilde bir çok parçayı, sesi, durumu biriktirdiğini ve bir noktadan sonra, bir son tarihin olduğunu da hatırlayarak, bu parçaları kompoze etmeye başladığını söyledi; ve bu noktada, çok sevdiği sinema yönetmenlerinden david lynch'in söylediği bir sözü hatırlattı: "bir odada tasarlarken, yan odada o filmin bitmiş halini yapmış olan birinin olduğu hissine kapılırım. ve o bana bazı kareler verir ve ben o karelerin bende filmin bütünü hakkında bir his yarattığından şüphelenirim ama bütünü bilemem."
papaioannaou şöyle devam etti: "elimdeki mevcut şeyleri kompoze ederken eğer şanslıysam, bütüne dair bir parça olma ihtimali olan bir şey ortaya çıkar; bu şey bu sefer beni bütünü aramaya iter, bütünün ne olduğunu keşfetmeye çalışırım, öyle sahneler icat ederim ki beni o parçaya götürsün; zorlamamaya çalışırım, ama bazen de zorlamak zorunda kalırım."

.sözlerin ulaşamadığı sessizlik
papaioannou bazı öğelerin kompozisyonlarının ona bazen sanata ait öyle bir boyut ve alan açtığını, ki bu sanat yoluyla şeyler hakkında sözlerin ifade edemeyeceği şekilde konuşabildiğini söyledi; "sözler" derken şiirde kullanılan "sözler"i hariç tuttuğunu özellikle vurgulayarak, ve nedenini de, şiirde kullanılan sözlerin, sözlerin kendi anlamlarından ziyade bir araya gelmelerindeki kompozisyonların yarattığı anlamlarla ve bunların kapısını araladığı diğer anlamlarla alakalı olduğunu belirterek.

.sesin yokluğu
"ses sanatını bilmiyorum. koreograf ve hareket danışmanı olarak bir çok mükemmel yunan yönetmenle çalışma şansım oldu; ülkemde gizli kalmış muhteşem bir tiyatro dünyasının olduğuna inanıyorum, dünyanın küratörlerinden gizlenmiş olan, belki dil sorunundan dolayı; ve bu büyük tiyatro ustalarının sesi ve sözcükleri nasıl kullandıklarına tanıklık ettim. ayrıca bir çok muhteşem müzisyenle de ortak çalışmam oldu, hatta ses ve müzikle ilgili atölye çalışmalarına katıldım. ancak müzikal yeteneğim yok, bu konuda oldukça acizim; ve bu yüzden de kendimi, bildiğim ve idare edebileceğim alanda tutuyorum; ressamım ben."

.bizler çok uzaktan geliyoruz ama sonunda toza dönüşüyoruz
papaioannou insan türünün, sonunda toza dönüşücek, ölecek olduğunu bilmesi, başka bir deyişle ölüm bilgisine sahip olması, sayesinde şu anda yaşamakta olduğu uygarlığı yarattığına; ve "eninde sonunda öleceksek burada ne yapıyoruz?" sorusundaki gizemin felsefe, bilim ve sanatı tetiklediğine inandığını belirtti.

.çıplaklık
"yunanlar olarak bizlerin genç, parçalı ve çıplak bedenler içinde/arasında büyüdüğümüzün/yaşadığımızın farkında olmalısınız. bunu anlamalısınız. bu yunan olmakla ilgili bir şey. sadece bu değil tabii; strüktürel, cinsel, erotik ve her şeyi yaratan kanunların kanıtı olarak da insan bedenine hayranım, aynı sizlerin (hollandalıların) çiçeklere hayran olduğunuz gibi; yaşamın yaratılış kurallarınnı ve güzellik dediğimiz olgunun kanıtı olarak..."

.fantazinin cerrahisi
daha ne olacağını, nasıl bir şey çıkacağını bilemediği bir yapıt üzerinde çalışma ve, performansçılara içlerine dalarak yapıta hizmet edecek yaklaşımlar çıkarmaları için fikirler verme sürecini bir tür uyuşturulma hali olarak tarif ediyor papaioannou; tıpkı hastaneye ameliyat için yatan ve uyuşturulan bir hastanın odasından ameliyathaneye giderken koridorlarda gördüğü yeni doğmuş bir bebek, ölen bir adam, aşırı seksi bir hemşire, engelli bir çocuk gibi görüntüleri, yavaş yavaş uyuşmakta olan zihnindeki ansiklopedi ile birleştirerek ona, kendi yaşamı ile ilgili apokaliptik bir rüya gördürmesi gibi..

.

(fotoğraf: gizem bilgen)



"the great tamer"ı seyrettiğim ve ardındaki söyleşiyi takip ettiğim arkadaşlarımla söyleşi sonrasında dimitris papaioannou'nun yanına gittik.
2000 yılındaki istanbul tiyatro festivali anılarını unutamadığından; pina bausch'la şahsen istanbul'daki festival sırasında tanıştığından, bu yüzden istanbul'un onda ayrı bir anlamının olduğundan; ve yapıtlarıyla tekrar istanbul'a gelmeyi çok istediğinden bahsetti.
papaioannou'yu istanbul seyircisi ile tekrar buluşturmak isteyenlere buradan duyurulur..

25 Haziran 2017 Pazar

sınırsız tahayyül için tabula rasa: "the great tamer"



salona girdiğimizde sahnede bizleri karşılayan görüntü şöyle: alçak tepeleri olan simsiyah bir peyzaj; ön tarafta yere uzanmış bir adam, simsiyah bir takım elbise içinde ama ayakları çıplak; hemen önünde bir çift simsiyah bot.
koltuklarımıza yerleşmeye çalışırken adam önce belli belirsizce gözlerini açıyor, sonra kollarını başının arkasına koyuyor; sanki göğü seyretmeye başlıyor.
salonun ışıkları sönerken adam yerinden kalkıyor, önündeki botları giyiyor; sahnenin sağında yukardaki tek bacaklı yuvarlak siyah taburenin yanına gidiyor; önce ayakkabılarını çıkarıyor, sonra teker teker üzerindeki herşeyi; çırılçıplak kalıyor. bir yandan bizleri süzerken sahnenin ortasına geliyor, zemindeki siyah panolardan birini ters çeviriyor, panonun diğer yüzü krem renginde, ve üzerine uzanıyor.
kısa bir an sonra sağ üstten bir adam yaklaşıyor ona, elinde beyaz bir çarşafla; iki sert ve kararlı kol hareketiyle onun üzerini bütünüyle örtüyor. adam geldiği noktadan çıkıp gittikten kısa bir süre sonra bu sefer sağ alttan başka bir adam giriyor sahneye; üstü çarşafla örtülmüş olanın yan tarafına gidiyor, yerden bir panoyu kaldırıp onun tarafına doğru bırakıyor. panonun kendi ağırlığıyla yere düşme hareketinin çıkardığı rüzgar çıplak adamın üzerindeki çarşafı bu sefer bütünüyle yana uçuruyor. bu gitgel bir kaç kere tekrarlanıyor...

dimitris papaioannou'nun son yapıtı "the great tamer" (büyük terbiyeci)'nin peyzajını oluşturan bu simsiyah yer bir yanardağın yamacı da olabilir, santorini'nin siyah taşlı kumsalı da, "küçük prens"in gezegeni de, ay da.
yapıt devam ettikçe aslında anlıyoruz ki, bu dikdörtgen alan yukarıda saydığım gibi kendinden daha büyük bir yere referans veren, oradan kesip alınmış bir parça değil; bu alan kendi başına bir bütün, bir "yer". çünkü bu yer'den sahne arkasına düşülüyor, bazı nesneler bu yer'in önünde kalan sahne alanına atılıyor, konuyor. bu yer aslında hayali bir "hiçbiryer".

bu hiçbiryer yapıt boyunca insanın köklerinden bağımsızlaşıp özgürleşmesi için bir tabula rasa olarak kullanılıyor. ama diğer yandan, o köklerden kurtulmak da imkansız aslında; özgürleşmek ancak, o kökleri red etmek, kesmek koparmakla değil, kabullenmek ve dönüştürmekle, bakış açısını değiştirmek ve genişletmekle, hayal etmekle mümkün. o yüzden ilerleyen bir sahnede o botları giyen diğer genç adam önce hareket edemiyor, çünkü zemine kök salmış botlar onu engelliyor, ama genç adam ayağındaki botları kökleriyle birlikte zeminden çekip kurtardıktan sonra yoluna devam etmeyi ancak amuda kalkarak başarıyor; daha ileriki bir sahnede ise o kök salmış botlar ayağında olduğu halde havada uçarak hayatta kalıyor.

bu hiçbiryer'in toprak altı sayısız cevher barındırıyor, çok bereketli, çok köklü. 
bu hiçbiryer bir çok şeye gebe: ilk insana, ilk tohuma, ilk döle, ilk hasata, ilk kaynağa; törenlere,  şölenlere ve sürprizlere..
bu hiçbiryer kazıldıkça altından insanoğlu çıkıyor, insankızı çıkıyor, bedenlerden bağımsız uzuvlar çıkıyor. hepsi de canlı bunların; bütünlenmeyi, bir olmayı, tamamlanmayı bekliyorlar; bütünlenmeye, birleşmeye, hayata tutunmaya çalışıyorlar..
ve bu hiçbiryer kaçınılmaz olarak iskelet de barındırıyor bağrında; ölüyü, ölümü ve geçmiş zamanı..
bu hiçbiryer'de sadece mitolojik yaratıklar yok, astronotlar da var; insan görünümlü tanrılar, kırılgan insancıklar, gölgelerde kaybolup beliren figürler, su birikintisinde vakit geçiren eşorfmanlı ölümlüler de.

papaioannou son yıllardaki yapıtlarında kullandığı malzemeleri, durumları, teknikleri tekrar tekrar ele alarak onları yeni anlamlar üretmek için dönüştürüyor;
.2013 tarihli "primal matter"daki tek panoyu burada çoğaltıyor, ama sadece arka-ön, alt-üst koordinatları yoluyla illüzyon yaratmak için değil, yeri geldiğinde panoların sürtünmesinden çıkan sesi kullanmak için. bir sahnede okyanusun kumsala vuran dalga seslerine dönüşüyor panoların zeminle yaptıkları sürtünmeden çıkan sesler; okyanus, suyun sadece kuyu benzeri bir delikte varolduğu kupkuru sahnede sesle yaratılan bir tahayyül sanki;
.2014 tarihli "still life"da kalın sünger pano yüzeylerini katman katman kaplayan ve her darbe aldığında unufak olan alçı malzeme burada insan bedeninin kırılan kemiklerini onaran kabuğa dönüşüyor. bir önceki sahnede arkadaki boşluğa düşen adam bütün bedeni alçıya alınmış şekilde dönüyor, bir diğeri kendi bedenini kullanarak kırıyor onun alçılarını, özgürleştiriyor onu;
.2015'te bakü'deki birinci avrupa olimpiyatı'nın "origins" başlıklı açılış gösterisinde tek bir sahnede altından toz saçan dansçılar çıkarttığı zemini burada bütünüyle geçirgenleştirerek bütüne yayıyor. papaioannou "the great tamer"da zeminin altını, neredeyse üstüyle yarışan ikinci bir mekana dönüştürüyor; oradan çıkanlar ve çıkarılanlarla, oraya tıkılanlar ve gömülenlerle anlamları çoğaltıyor...

"the great tamer" insanın hayal gücü yoluyla elini uzattığı uzaklıkta, ulaşmaya çalıştığı uzaklarda kendini bulmasını anlatıyor. "the great tamer" insanın, uzay denen kara ve geniş boşluğu keşfetmek için katettiği büyük mesafeler sonucunda vardığı yerin, yine kendi hayal dünyası, kendi zihni, kendi tahayyülü olduğunu söylüyor sanki bizlere. o yüzden, astronotlar bu simsiyah yere vardıklarında goya'nın, cranach'ın, rembrandt'ın, hollandalı rönesans ustalarının, bosch'un, el greco'nun tablolarından fırlamış nesneler, figürler ve yaratıklar çıkıyor karşılarına; o yüzden chaplin'in, kubrick'in filmlerine referans veren durumlarla; vanitas'larla, mitolojik yaratıklarla, buğday tarlalarıyla, bereket tanrılarıyla karşılaşıyorlar. insan kendi tahayyülünde yaratıyor, tasarlıyor etrafındaki dünyayı; ve gidebildiği en uzak mesafe aslında kendi hayal gücüyle sınırlı.

"the great tamer" doğmak ile ölmek, yaşam ile ölüm arasında; bir yandan bedenin içinde saklı cevheri ve nefesi her an canlı ve uyanık tutmaya gayret edip, diğer yandan ölümü bilerek ve bekleyerek; ölüme karşı durarak, ama zamanı gelince ölüme yatarak da geçen nefeskesici bir yolculuk.

dimitris papaioannou, belki de onun alter egosunu temsil eden, ilk sahnede yere uzanmış elleri başının arkasında göğü seyreden adamın tahayyül ve terbiye etmeye çalıştığı dünyayı resmediyor bizlere; bir simyacı edasıyla elinin altındaki malzemeyi, yani objeleri, bedenleri ve mekanı, dönüştürerek; her anına, az çok ama mutlaka belirli bir ironi dozu zerk ederek; ve insanın düşüyor, zamanın geçiyor ama mirasın kaybolmuyor olmasına dikkat çekmeyi ihmal etmeden...




-
hamiş:
"the great tamer"a dair genel bilgiler, fotoğraflar ve amsterdam'daki 70. hollanda festivali kapsamında 18 haziran 2017 tarihinde gerçekleşen dimitris papaioannou söyleşisinden izlenimlerim bir sonraki yazıya..