28 Haziran 2022 Salı

Wiener Festwochen Günlüğü II – Hayalkırıklıkları

Fotoğraf: Judith Buss

Viyana Festival Haftaları 2022’de seyrettiğim son gösteri, Almanya’nın önde gelen tiyatro kurumlarından Münchner Kammerspiele yapımı Joy 2022 (Neşe 2022) idi. 

Viyana’nın tarihi tiyatro binalarından Volkstheater’in salonuna girdiğimde, göz alıcı kırmızı perdenin hemen önünde kalan dar sahne alanında ve onun önündeki koridorda bekleşen üç-dört kişinin oyuncu olduklarını, aralarında gösterinin yaratıcısı Michiel Vandewelde’nin de olmasından anladım. Salon sonra yavaş yavaş kalabalıklaştı, sahne tarafına da daha çok oyuncu geldi. Aynı, seyircilerin salonu peyderpey doldurmaları gibi, oyuncular da peyderpey sahneyi doldurdular; 11 kişi sahne önüne ve ön koridora sıralandılar. Görüntüleri, saçları, kıyafetleri seyircilerden farksızdı. Sanki sokaktan geçerken içeriye girmiş gibiydik, onlar da bizler de. Sanki, gün boyu Viyana’nın ünlü Ring (Halka) Bulvarını, Rathaus (Belediye) Meydanı’nı ve etrafındaki sokakları dolduran Onur Yürüyüşü katılımcılarından bazılarımızın yolu, akşam saatlerinde şehre dağıldığımızda tesadüfen Volkstheater’e düşmüştü. Oyuncular o akşam dünya prömiyerini yapacak gösteri yüzünden Yürüyüş’e katılamamış olsa gerekler, ama seyircilerden bir kısmımızın oradan geldiği, yüzlerdeki gökkuşağı makyajlarından, kafalardaki gökkuşağı renklerinden çiçekli taklardan, çantalara iliştirilmiş Onur bayraklarından anlaşılıyordu.

Vandewelde’nin prolog gibi de kabul edilebilecek bu girişi bilinçli olarak bu şekilde kurgulamış olduğunu biraz sonra daha iyi idrak edecektim. Sahnedeki her bir oyuncu, seks işçisinden yaşlı bir kamyon şoförüne, Münchner Kammerspiele oyuncularından queer bir çifte, teker teker söz alıp, kısaca kendilerini tanıttıktan, kendilerine nasıl hitap edilmesini istediklerini belirttikten (örneğin birisi kendisini she/her/they olarak tanımladığını belirtti) ve cinselliğe dair düşüncelerini bir-iki cümleyle bizlerle paylaştıktan sonra Vandewelde “Sizlerden de kendisini ve görüşlerini söylemek isteyen olur mu?” diyerek seyircilere attı topu. 
Gösteriyi beklerken oldukça canlı, heyecanlı, fıkır fıkır olan salon bir anda adeta taşlaştı. Sanki kimse konuşmayacakmış gibi geçen ürkek bir on-onbeş saniye sonrasında neyse ki arka arkaya üç kişi söz aldı. Vandewelde salondaki tereddütü sezmiş olmalı ki şansını daha fazla zorlamadı ve “Hadi başlayalım o zaman” diyerek ön koridorlarda durmakta veya ön sahnede oturmakta olan oyuncuları sahneye çağırdı. Salonun önce ışıkları, sonra da fuayenin açık pencereleri üzerinden sokak seslerini ve temiz havayı salona taşıyan kapıları kapandı, kırmızı perde yukarı kalktı ve gösteri başladı.

Hareketli bir müzik eşliğinde oyuncular ilk iş üzerlerini çıkarırlarken bir yandan da sahnenin arkasına tam projeksiyonla iki ayrı liste halinde gösterinin ilham aldığı metinlerin ve sanat yapıtlarının isimleri yansıtılıyordu. Aklımda kalan ikisi Vaslav Nijinski’nin L’apres-midi d’un faune balesi ile Erwin Schulhoff’un Sonata Erotica’sı.

Fotoğraf: Judith Buss

Dokuz bölümden oluşan gösteri kendimize olduğu kadar içinde yaşadığımız çağa dair cinsellik, erotizm, seks, şehvet, arzu, fantezi, umut, haz, mahremiyet, samimiyet ve teklifsizlik üzerineydi. Çoğu bölümde sahnede -mış gibi seks icra edildi, e tabii ki, sahnedekiler oyuncuydular, tabii ki -mış gibi yapacaklardı, sahne gerçek hayat değildi. Ancak, oyuncuların sahnede 80 dakika boyunca, günümüzdeki hayata dair hiçbir tespit, sorgulama veya çatışma olmadan, sanki cennettelermişcesine sorunsuz ve fütursuzca sevişme, okşama, sürtünme, öpüşme “taklidi” yapmalarını, birbirlerinin vücutlarını boyamalarını, çocuklar gibi oynamalarını, hamamda veya banyodaymış gibi ellerini bedenlerinin üzerinde gezdirmelerini seyretmek giderek özgürleştirici etkisinden sıyrılıp, sıkıcı bir hale dönüştü. 
Gösteride rol alan seks işçisi kadının prologta “Ataerkilliği s***yorum, ama bedavaya değil” dediğini düşünürsek, gösteri, prologda vaat ettiği radikalliğini ve gerçekliğini 10. dakikasında yitirmişti belki de. Halbuki Joy 2022’nin 12 Haziran 2022’de Viyana Volkstheater’daki dünya prömiyeri seyircisinin azımsanmayacak bir kısmı, tam da o günün içinden taşıdıkları gerçek ve yüksek bir enerjiyle oradaydılar. Sanırım bu gösterinin bir kez daha bu kadar hazır ve bir o kadar da müsamahalı bir seyirciyle karşılaşma olasılığı çok az.

Fotoğraf: Judith Buss

Carolee Schneeman’ın 1964’te skandal yaratan Meat Joy performansından esinlenen Joy 2022, kadınların ve LGBTQIA+ kişilerin temel hak ve özgürlüklerine dair kısıtlama ve engellerin hala var olduğu günümüzde, çok yönlü bir kutlamadan ziyade sıkı bir sorgulama olabilseydi keşke. Bu eksiklik Joy 2022’nin sevimliliğinden, samimiyetinden ve neşesinden bir şey kaybettirmedi, o başka…

Yazının tamamını okumak için tıklayın

23 Haziran 2022 Perşembe

Wiener Festwochen Günlüğü I – Coşkular


19.
 yüzyılın sonundan kalma tarım ürünleri borsası binasının büyük salonundan dönüştürülmüş Odeon Tiyatrosu'ndaWiener Festwochen kapsamında Brezilyalı koreograf Lia Rodrigues'in Encantado (Büyülü) adlı yapıtının başlamasını bekliyorum. İkinci Dünya Savaşını hasarlı atlatan bina 1988'de büyük salonunun duvarları, kolonları ve tavanı olduğu gibi bırakılarak, sahne seviyesi ilk seyirci sırasıyla aynı kotta ve bank şeklindeki kesintisiz seyirci sıraları hafif çember şeklinde tasarlanarak bir tiyatro mekanına dönüştürülmüş. Mekanın atmosferi bu haliyle biraz Peter Brook'un Paris'teki efsanevi Bouffes du Nord Tiyatrosu'nu andırıyor. 

Yaklaşık 300 kişilik salon tıklım tıklım. Oturduğum sırabaşının bitişiğindeki basamaklara iki yaşlarında bir oğlan çocuğuyla babası geliyor. Çocuk loş sahneye bakıp İngilizce, karanlıktan canavarların çıkacağını, korkacağınısöylüyor. Babası cevaben, sakin ve sevecenlikle, öyle olmayacağını, endişe etmemesi gerektiğini anlatıyor. İçeriye,başlama saatine 5 dakika kala alındığımız için gösteri 15 dakika gecikmeyle başlıyor. Kimse sabırsızlanıp alkışlamıyor, kimse gösteri boyunca baba-oğulun fısıltılı konuşmasından rahatsız olmuyor. Herkes sakin ve huzurlu.


Fotoğraf: Sammi Landweer

Gösterinin başlamasını beklediğimiz süre boyunca sahnenin en arkasında boydan boya serili olarak yatan upuzun rulo, bütün mekanın önce tamamıyla karartılıp sonra alacakaranlığa çevrilmesiyle ve adeta ölüm sessizliğinde sahneye gelen üç-dört kişi tarafından yavaş yavaş öne doğru yuvarlanarak açılıyor. Ortaya, yani kelimenin tam anlamıyla sahnenin ortasına; düz, desenli, dokulu ve/veya resimli birçok parçadan oluşan rengarenk bir örtü çıkıyor, boyutu yaklaşık 10 x 10 metre. Ruloyu açanlar çıktıktan bir süre sonra, bu sefer yanlardan teker teker, farklı zamanlamalarla, çırılçıplak dansçılar önce sahneye, ardından örtüyü oluşturan kumaşların, havluların, örtülerinaltlarına giriyorlar. Sahnede rengarenk, göz alıcı, merak uyandırıcı bir peyzaj oluşuyor; yumuşak eğriler, sivri çıkıntılar beliriyor. 11 dansçı her biri farklı şekilde ilişki kuruyor kumaşlarla, farklı şekillerde kullanıyor kumaşları; bir kaçını kullanarak bedenine giysi yapan, kollarına yılan gibi saran, başına sarık gibi sarmalayan, başından uzun bir saç kuyruğu gibi sarkıtan da var, bedeninin tek bir parçasını örneğin şişirdiği göbeğini göstermek için diğer taraflarını gizlemek için kullanan da


Fotoğraf: Sammi Landweer

Uzaktan gelmeye başlayıp gittikçe yaklaşan ve yükselen, ritüelistik ve ritmik bir melodinin hakim olduğu ses peyzajına, dansçıların önce tropik bir ormanın derinliklerindeymişiz gibi attığı çığlıklar, çok sonra ise hep bir ağızdan söyledikleri (Brezilyanın yerel kabilelerinden Guarani’lere ait olduğunu sonradan öğrendiğim) bir şarkı eşlik ediyor. Ortam adeta bir geçit törenini, bir karnavalı andırıyorÇıplaklıklarını gizlemeden kumaşlarla farklı şekillerde hemhal olan ve gizemli ruhlarafantastik yaratıklara, sevimli cadılara dönüşen bedenler hiç durmayan, dinmeyen bir devran içinde sahnede deviniyorlar. Zihnim gündüz Viyana Sanat Tarihi Müzesi’nde, bir kere daha beni büyüleyen Hieronymus Bosch tablolarını çağırıyor, bununla da kalmayıp, yine gündüz Leopold Müzesi'nde gezdiğim Alfred Kubin ve onu etkileyen Josef Kugler, Karl Mediz, Max Klinger gibi diğer ressamlar hakkındaki geçici sergide hayret ve hayranlıkla izlediğim düşsel dünyalara gidiyor. 

Rodrigues Encantado ile, özellikle son yıllarda karanlık bir kabus gibi üzerimize çöken savaş, salgın hastalık, doğal afet ve şiddetle yüklü atmosferin tekinsizliğini gözlerimizin önüne, ruhlarımızın derinine seriyor, ama ironi, abartı ve çoşku ile tatlandırarak. Belki bu yüzden, yanı başımdaki baba-oğul bir saatlik gösterinin bitmesine sadece 10 dakika kala çıksalar da, o iki yaşındaki çocuk sahnede canlanan büyülü dünyadan korkmuyor, o dünyayı merak edip, o dünyayla ilgileniyor. Velhasıl Rodrigues’in Encantado’su, tam da Kubin’in hayatın “tam olarak budur” diye tarif ettiği bir dünyayı betimliyor önümde: Kaygı ile olduğu kadar hayalle de örülü bir dünya.  


Fotoğraf: Sammi Landweer

Gösteri biter bitmez, akşamın ikinci gösterisine yetişmek için alkışlara kalamadan Odeon Tiyatrosu’nu terk edip telaşla Museumquartier’deki G Salonu’nun yolunu tutuyorum. Metroya doğru hızlıca yürürken, tesadüf bu ya, gösteride yanımda oturan baba-oğulun yanından geçiyorum, Encantado’daki melodiyi mırıldanıyorlar. 

Odeon’dakinin aksine buradaki gösteri tam vaktinde başlıyor. Kraanerg bu yıl 100. doğum yıldönümü kutlanan mimar kökenli Yunan müzisyen İannis Xenakis’in (1922-2001) 75 dakikalık bir bale yapıtı. Yapıtın 1968’te sahnelenen özgün versiyonunun koreografisini Roland Petit’nin yapmış olması ne kadar şaşırtıcı ise, sahne tasarımcısının Op-Art’ın ikonik ismi Victor Vasarely’nin olması bir o kadar olağan geliyor bana. Festivalde prömiyer yapan sahnelemede ise koreografiyi Emmanuelle Huynh, sahne ve ışık tasarımını Caty Olive üstlenmişler. 


Fotoğraf: Nurith Wagner Strauss

Yazının devamını okumak için tıklayın.

17 Haziran 2022 Cuma

on soruluk sohbetler 71 : Ekin Tunçeli

Ekin Tunçeli’nin eğitim serüveni hem Tıp Fakültesi’nden hem de çağdaş dans bölümünden geçmiş, kendisi daha sonra bir dansçı ve koreograf olarak dans alanında işler üreterek var olmaya karar vermiş bir sanatçı. Seneye Stockholm University of Arts’ta Koreografi Master’ına başlayacak Tunçeli’nin 2016 yılında koreografisini gerçekleştirdiği ve teknik dans eğitimine bir yandan eğlenceli öte yandan da eleştirel bir bakış açısı getiren What is dance? Baby don’t hurt me, don’t hurt me, no more adlı gösterisi bu sezon yeniden sahnelerde. Her gösteri özelinde o gecenin kazananının belirlendiği ve seyircilerden toplanan bahislerle çekişmeli bir yarışma formatını andıran Wdbdhmdhmnm 15 Haziran 20:30’da Sahne Kadir Has, 19 Haziran’da ise 21:30’da Müze Gazhane’de yer alarak, umuyoruz ki önümüzdeki sezona da devam edecek. Tunçeli’yi daha yakından tanıyabilmek için kendisine on sorumuzu yönelttik.



Dansın özü sizce nedir?
Hareket etmekten alınan keyif.

Sanatın dönüştürücü gücüne inanıyor musunuz? Nasıl?
"Nasıl"ı çok geniş ve kapsamlı bir soru bence, ayrı ayrı başlıklar altında bunları açıklamaya çalışabilirim. Ama temelinde sanat benim için bir karşılaşma. Ve özenle izlenen/dinlenen her şey dönüştürücü olabilir.

Bir iş üretirken hangi kaynaklardan beslenir, nelerden ilham alırsınız? Rüyalarınızın işlerinize etkisi olur mu?
Şarkılardan çok besleniyorum. Belki kendi kişisel tarihimde sanat eğitimi adına ilk olarak müzik eğitimi almış olduğum için ve eski bir müzikalci olduğum için, üretimlerimin çekirdeğine hep bir şarkı oturuyor. Şarkıyı işin içinde kullanayım ya da kullanmayayım, o şarkının teması, sözleri, genel hissiyatı ürettiğim şeyi çok etkiliyor. Bir de ben biraz binge-learner bir insanım. Bilginin beynimi değiştirdiğine inanıyorum, ve her öğrendiğim şey bir ilhama dönüşebiliyor. Rüyalarımı genelde hatırlamıyorum, ama “rüya estetiği” üzerine çalışmak gibi bir hayalim vardı, başlamıştık ama yarım kaldı.

"Ustam" olarak tanımlayabileceğiniz veya size ilham verdiğini düşündüğünüz biri/leri var mı, varsa kimler?
Ustam diyebileceğim birileri olsun çok isterdim fakat benim için üretime başlama ve bunu keşfetme süreci biraz yalnız geçti. Bir yandan da aslında galiba çağdaş üretimlerde usta-çıraklık dinamiği pek de verimli değil. Bolca ilham perim ve yol göstericim oldu tabi. Aslı Bostancı’nın kendisi farkında olmasa da benim dans üreticisi olmamda çok önemli bir yerde duruyor. Mihran Tomasyan yaptığı işlerle hep ilham oluyor. Fatih Gençkal, absürdlüğü kucaklamamda yoldaşım oldu desem yeridir. Aydın Teker’in getirmiş olduğu artistik üretimi destekleme kültürü ile dans eğitimi almamış olsaydım bence bir üretici olarak kendimi var edemeyebilirdim.

Söyleşinin devamını okumak için tıklayın.

13 Haziran 2022 Pazartesi

on soruluk sohbetler 70 : Agnieszka Kazimierska

İstanbul Fringe Festival 2021-22 sezonunda heyecan verici bir karara imza atarak, sezon içinde her ay bir-iki yabancı gösteri sanatları topluluğunu İstanbul'da konuk etti. Böylece, şehirdeki diğer kültür-sanat kurumlarının organizasyon eksikliği nedeniyle sezon içinde yabancı gösteri sanatları topluluklarının pek uğrayamadığı İstanbul, adeta sezon boyu süren bir festival kazanmış oldu. Bu kapsamda İstanbul Fringe Festival'in, 17-24 Eylül 2022 tarihleri arasındaki yeni edisyonu öncesinde, sezon konuklarının sonuncusu Katie's Tales 19-21 Mayıs tarihlerinde şehrin üç farklı gösteri mekânında sahnelendi. Workcenter of Jerzy Grotowski and Thomas Richards'ın Açık Program'ı kapsamında Mario Biagini tarafından yönetilen ve Agnieszka Kazimierska tarafından tasarlanan ve oynanan Katie's Tales, sevgilisi tarafından korkunç bir olaydan sonra bir gün geri dönme sözüyle terk edilen genç bir kadının bir bahçede geçen hikâyesini anlatıyor. Heybemizdeki on soruyu, Agnieszka Kazimierska'a yönelttik.

Katie's Tales oyunundan Agnieszka Kazimierska, © Nikita Chuntomov


Tiyatronun özü sizce nedir?
İnsanlar arasında, zanaata dayalı, derin, anlamlı, canlı -dolayısıyla yüz yüze- ve besleyici bir karşılaşma. İlişkiye girebilme ustalığı gerektirir. İnsanların dikkatlerinin ya da niteliklerinin; saklı olanı uyandırmak için, tamamı kök salmış ve bedende yaşayan ve genellikle uykuda tutulan fikirler, idealler, hayaller, arzular arasında çıkılan ortak bir yolculuk için nazik bir taşıyıcıya dönüştüğü bir alan. Bir ortaya çıkarma ve ortaya koyma alanı. Cömert bir verme alanı. Vazgeçme alanı.

Sanatın dönüştürücü gücüne inanıyor musunuz? Nasıl?
Evet kesinlikle. Her sanat, veya herhangi bir “sanat” bu güce sahip değildir, ancak kesinlikle tüm sanatlar dönüştürme potansiyeline sahiptir. Ben tiyatro, yaşayan sanatlar hakkında konuşmak istiyorum: Burada ve şimdi, fiziksel mevcudiyetin ve dikkatin paylaşıldığı bir mekânda gerçekleşen sanatlardan. Bu dönüştürücü güç pek çok düzeyde etkili olabilir, tiyatro sanatıyla meşgul olan hem aktörler hem de seyirciler, hem profesyoneller hem de profesyonel olmayan pek çok insan için çok değerli olabilir. Profesyonel tiyatro sanatları bağlamında yüksek bir dönüşüm ve iyileştirme potansiyeline sahip olduğunu sezdiğim bir şeyden bahsediyorum. Potansiyel var, ancak gerçekten dönüştürücü sanatlarla tanışmak kolay değil. Aksine, benim deneyimime göre bu nadiren gerçekleşiyor. Ama olasılık var, o yüzden işlemeye devam edelim. Bu dönüşüm nasıl olduğunu biliyormuş gibi yapmayacağım. Bununla birlikte, sanatın nasıl dönüşebileceğine ve iyileştirebileceğine dair kendi düşüncemde ve anlayışımda bana yardımcı olacak bazı fikirler, imgeler veya kavrayışlar sunabilirim. Öncelikle sanatçının hem yaratım sürecinde hem de icra ettiği sanat eseri içinde bir dönüşüm geçirmesi gerekiyor. Bu dönüşüm benim için yeni fikirlerle ya da farklı bakış açılarıyla karşılaşmakla ilgili değil. Ya da tek başına sadece bu değil. Bu kesinlikle önemli, ancak dönüşümün potansiyeli çok daha ilerilere ulaşıyor. Bu olasılığın gerçekleşmesi için, oyuncunun çalışmasının vücuduna, zihnine ve kalbine ulaşması ve onları buna dahil etmesi gerekiyor. Belki de olayı biraz basite indirgeyen bu üçlü birbirleriyle bağlılar ve de bu tanımlamayı yapabilmemin en net yolunu sunuyorlar. İkincisi sadece duygularla ilgili değil, bundan daha fazlası olduğunu seziyorum. Daha fazlasının tam olarak ne olduğunu söyleyemesem bile. Duygular önemli ve Batı toplumlarında, özellikle olumsuz olmaya mahkum olan duygularımızı bastırmak için çok fazla eğitildiğimizi biliyorum; bazen bir odada birlikte hissetmek bile çok önemli ve dönüştürücü hale geliyor ve bu anlamlı bir şey. Ancak yaşayan sanatların dönüştürücü gücü bundan çok daha ileriye gidiyor. O zaman başka sorular da sorabiliriz: Nereye? Ve bu olasılığa nasıl yaklaşmalı? Bu, kendisini bu arayışa adamak isteyen bir sanatçı için ömür boyu sürecek bir arayış. Yukarıda bahsettiğim dönüşüm anlayışı ile ilgili, son zamanlarda kafamda kök salmış bir fikirden bahsetmek istiyorum. Bu bir bakıma, insan etkileşimleri sırasında neler olabileceğini tanımlama girişimi. Geçenlerde şöyle düşündüm; iki insan bir araya geldiğinde, iki DNA dizisi gibiler, birbirinden (bilgi) "kopyalayan" iki DNA dizisi gibi; böylece yeni diziler inşa ediyor, var olanları güçlendiriyoruz, ötekinde algıladıklarımızı - bir insanın bilgileri, yapı taşları - kopyalıyor, onları yeniden doğruluyoruz. Ve böylece kendimizi ve birbirimizi inşa etmeye devam ediyoruz. Bu büyük ölçüde, kendimizde ve başkalarında algıladıklarımızı yansıtarak gerçekleşiyor. Tüm bilgileri yansıtarak: Bu bilinçli olarak fark edilen bilgi parçalarının yanı sıra tam olarak tanımlanamayan tüm bilgiler. Başka bir deyişle, birbirimizle etkileşime girdiğimizde, aramızda çalışan bütün bir iletişim otoyolları ağı var - düşünceler, fikirler, algılar, bilgiler, izlenimler, uyanmakta olan anılar. Hızla akan bu otoyolların bazı çalışmalarını fark ediyoruz ve diğerleri unutulmaya devam ediyor. Ancak bu buluşmanın niteliği, onun ve karşımızdakinin genel izlenimi, hem fark ettiğimiz bilgiler hem de bilinçli olarak kabul etmediğimiz bilgiler tarafından bilgilendiriliyor. Yani sadece fark ettiğimizi değil, her şeyi “kopyalıyoruz”, bu fark edilmeyen her şeyin ne olduğunu saptamak zor olsa bile. Bütün insan-organizmamız, başka bir insan-organizmanın her şeyini algılıyor ve “kopyalıyor”. Sadece düşünceleri, bakışları, davranış unsurlarını değil, her şeyi: Vücutta istenmeyen duyguları, anıları, rüyaları, ruh hallerini, ruh halini taşıyan en minimal kasılmaları… İnsan alanımızda, hepimizin etrafında taşıdığımız ya da içinde yaşadığımız harika gizemli psişik bir bulutta yüzen ve yaşayan tüm bu unsurları. Biz “kopyalıyoruz” - yani algılıyoruz (bilinçli ve bilinçsiz olarak), muhtemelen diğerini hissederek (empati), ama aynı zamanda kendimizi bu kopyalanmış bilgilerden inşa ediyoruz. Tüm bunların ortasında zihnimiz, algıladığımız ve yorumladığımız şeye yön verme, yönlendirme gibi inanılmaz bir kapasiteye sahip. Şaşırtıcı bir yönlendirme kapasitesine sahip - aklımızı nereye yönlendirdiğimiz, düşüncelerimizi nasıl çerçevelediğimiz, etrafımızdaki gerçekliği okuma şeklimizi etkiliyor: Nasıl ve neyi algılıyoruz? Ayrıca bu bedenimizin ve psişik sıvılarımızın çalışma şeklini de etkiliyor. Bazı fikirler, bazı düşünme biçimleri, bazı farkındalıklar bizi besler, sağlıklıdır, yaratıcıdır, hayat verir, düşünme, anlama, tasavvur etme, algılama kapasitemize ufuklar açar. Başka fikirler veya düşünme biçimleri ise köreltici, sağır edici, sağlıksız, sıkışmış, kısır, hasta olabilir. Ve böylece bir oyuncunun, bir performansçının sağlıklı, besleyici, dönüştürücü fikir ve ideallere uyum sağladığı, zihin, beden ve duygularının birbirleriyle temas ve iletişim halinde olduğu bir performansa tanık olmak, sahnede oyuncunun duygu ve duyum yollarının serbest kaldığı, yaşayan bir insanın düşünce sürecini deneyimlemek ve oyuncunun bu düşünceye tepki verdiğini gözlemlemek o zaman bir izleyici ve kendini sürekli olarak kendisinden ve diğerlerinden yeniden inşa eden bir DNA yapı zinciri olarak -vay, bu benim için “kopyalayabileceğim” ne müthiş bir zenginlik. Bunların hepsi bugünlerde benim zihnimde oynadığım bir dizi metafor, imge. Ve bir izleyici olarak sanatın dönüştürücü gücünü düşünürken şunu da söylemek istiyorum ki tiyatronun diliyle dokunduğu, üzerinde durulması gereken önemli konular var ve bunlar dönüştürücü. Ayrıca nitelikli oyunculuk -şarkı söyleme, dans etme gibi işler, bir oyuncunun çalışmalarının niteliği bana estetik bir zevk, bazen şaşkınlık, bazen hayranlık, bazen bunların karışımını veriyor - ve bu da beni dönüştürüyor, önümde eylemekte olan bir insana tanıklığımın niteliğini değiştiriyor. Bir bakıma beni şok ediyor ve orada olmak, onlarla yüzleşmek, onların varlığına ve yaptıklarına karşı daha dikkatle, kendi içimde daha mevcut bir biçimde gözlemlemek için beni kışkırtıyor.

"Ustam" olarak tanımlayabileceğiniz veya size ilham verdiğini düşündüğünüz biri/leri var mı, varsa kimler?
Bu günlerde benim için zor bir soru. Ve birkaç nedenden dolayı. Birincisi, şu anda “ustalara” bakmamaya çalışıyorum. “Usta” bir “çırak”ı çağrıştırır. Ve bu “usta - çırak” ilişkisi kesinlikle zengin ve yaratıcı güçle dolu olsa bile, şu anda benim için durum bu değil. Geçmişte hayranlıkla baktığım, benim için muazzam bir ilham kaynağı olan, zengin bilgi, hatta belki de bilgelik kaynağı olarak gördüğüm insanlar vardı, ama şimdi yapamıyorum ve yapmak istemiyorum. Şu anda pusulam kendi benzersiz derin kişisel sezgim. Benim büyük "hanımım" o. Ve onun kişisel seçimlerimi ve sanatsal yönlerimi etkilemesini istiyorum. Bu zorluğun bir kaynağı o halde kişisel: Yaratıcı hayatımın şu anki aşamasında herhangi bir dış otoriteyi reddediyorum. Kendi benzersiz sanatsal dilimi ve sesimi keşfetmeye ve beslemeye devam etmek istiyorum. Ve bu meydan okumanın, belki de sadece kişisel değil, aynı zamanda kültürel olan başka bir nedeni daha var: Belki kültürel veya tarihsel bir kahraman seçme eğilimini (usta, deha, kötü adam, şeytan - hepsi erkek, çünkü kahramanlar ya da ustalar hakkında konuşurken hala çoğunluk böyle “düşünüyor” ve dil hala bunu öneriyor) ve onları besleyen tüm karmaşık “arka planı”, içinde büyüdükleri ve çoğu zaman gururla içinde bulundukları ekosistemi, reddetmek. Elbette, bu dünyada olağanüstü bireyler var. Bunu reddetmek istemiyorum. Onun yerine, kendilerini etkileyen tek bir kişi olmadığını - ya da varsa - tek başlarına, kendi başlarına var olmadıklarını kabul etmek istiyorum. Eylemleri tek başlarına ve sadece kendilerinden var olmuyor. Ne “iyi” ne de “kötü” olanlar. Ne takdire şayanlar, ne de aşağılık olanlar. "Hiç kimse bir ada değildir", değil mi? Hiçbirimiz kendi başımıza yokuz, kendi başımıza büyük işler yapmıyoruz, kendi başımıza ürkütücü işler yaratmıyoruz. Hepimiz, bizi besleyen ve yapmamıza, yaptığımız ve olduğumuz şey olmamıza izin veren karmaşık bir ekosistem tarafından destekleniyoruz… Bu bizim büyümemizi sağlıyor. Ve bence hala kültür, kahramanlarımız, yaratım, sanat ve sanatçılar hakkında “düşüncemizde” bu çok sık göz ardı edilen veya unutulan bir şey. Bu önemsiz bir şeyse, şu anda benim için çok önemli olan bir önemsizlik. Beni tutan ve besleyen ekosistemin (ilişkilerin ve etkilerin) tüm öğelerinin desteğini adlandırmak, tanımak, kabul etmek. Beni tutan tüm insanlar: Yaşamış ve ölmüş. Beni, sanatçı arkadaşlarımı veya zamanımın veya geçmiş zamanların kadın ve erkek kahramanlarını tutuyorlar. Yanımda taşıdığım önemli bir soru, her şeyin karmaşık bir ekosistemden ortaya çıktığı kabulüyle nasıl ilişki kuracağım. Bir sanat eseri yaşar. Yaşayan ilişkiler ortamından ortaya çıkan yaşayan bir “şey”dir. Bu ortamdan beslenen arzu ve ihtiyaçlar; ve ayrıca tatmin edilmemiş olanları da dahil. Hem bolluk hem de eksiklik bizi şekillendirir. Eksiklik çoğu zaman tepki vermemiz ve yaratmamız için - eksik olan bolluğu sağlamak için - bir çağrıdır. Görevimiz, duyduğumuz, gördüğümüz ya da algıladığımız ve cevaplanmayan çağrılara cevap vermektir. Sanat dünyasında, zanaatımı ve tiyatro anlayışımı doğrudan etkilemiş pek çok insan var. Ama perde arkasından sanatıma etki eden o kadar çok insan var ki, ailemin üyeleri, büyüklerim, bazı arkadaşlarım. Beni etkileyen önemli hocalarım kimler? Doğduğum dünya, halklar, içine doğduğum millet, içine doğduğum aile, atalarım ve onların hayat hikayeleri. Eksiklikleri ve bollukları. Hayalleri, sınırları ve arzuları. İşimi etkilemiş isim verebileceğim birkaç kişi var. Ve adını sayamadığım daha pek çok görünmez ilham. Ve tarihimizin nasıl anlatıldığı için, kahramanları adlandırmanın, dâhileri tekil bireyler olarak adlandırmanın öğrenilmiş eğilimi nedeniyle, sanki kendi başlarına var olmuşlar gibi, çok önemli öğretmenlerimin kim olduğunu neredeyse reddetmek istiyorum. Çünkü sadece onlar yoktu. Ya da onlara isim verirsem, isimleri tekrarlanacak ve hatırlanacak. Tekrar ve tekrar. Ve diğerlerininkiler bilinmeyecek. Ve bu şekilde, benim fikren katılmadığım bir tarih anlatma biçiminin sürdürülmesine katılıyor olacağım. Ama evet, kesinlikle çalışmamı ve yaşayan sanatların olasılıkları kavramını güçlü bir şekilde etkileyen benzersiz insanlar var. Onların etkisi, sanatı yaşayan bir uygulama, yaşayan insanlar arası da bir olay, bir değiş tokuş, toplumsal dönüşüm potansiyeli taşıyan değerli bir hazine olarak görmeme yardımcı oldu. Sanatı bir meta olarak değil, bir yaşam mücadelesi, bir ayrıcalık, kişisel bir dil olarak, evrenle evren hakkında konuşmanın -evreni kendisine yansıtmak için- bir yolu olarak görmeme yardımcı oldu. Bir insan, bir sanatçı, bir yaratıcı olarak beni etkileyen gerçekten çok sayıda insan var. Pek çok parlak kadın, erkek, insanlardan öğrendiğim, çalıştığım veya yürüdüğüm insanlar. Bazıları sanatçı, diğerleri başka önemli işlerle meşgul; bazılarını yaşayan sanatçılar olarak görüyorum. Sadece birkaçını saymak gerekirse: Grotowski, Weil, Chagall, Gaugin, Złotowska. Bu çalışmanın oluşum sürecinde ve sanatçı olarak oluşum sürecinde önemli bir kişi, İstanbul'a getirdiğim performansım Katie's Tales'in yönetmeni. Yanındayken keşfettiğim ve öğrendiğim her şey için kendisine çok minnettarım. Ve ondan hem olumlu hem de olumsuz şekillerde öğrendim. Ayrıca uzun yıllar birlikte çalıştığım tiyatrodaki tüm meslektaşlarımın o yıllarda bana ilham kaynağı olduğunu ve sanatsal çalışmalarıma etki ettiğini söylemek isterim.

Söyleşinin devamını okumak için tıklayın.

1 Haziran 2022 Çarşamba

2021-2022 sezonu – sinema
























vizyon filmleri 1 haziran 2021 - 31 mayıs 2022
.dune dennis villeneuve 27ekm ****.5 
.the father florian zeller 28eyl **** 
.west side story steven spielberg 16ara **** 
.the french dispatch wes anderson 08ara ***.5

istanbul modern sinema – biz de varız 18 ocak - 7 şubat
.insanlar ikiye ayrılır tunç şahin 06şbt ***.5 
.leave the door open ümran safter 26ock ***.5 
.yeniden leyla barış hancıoğulları 22ock *** 
.gölgeler içinde erdem tepegöz 20ock *.5

11. ab insan hakları film günleri 10-19 aralık 
.kapsalon romy mischa kamp 19ara **** 
.kovan blerta basholli 17ara **** 
.un pays qui se tient sage david dufresne 18ara **** 
.ich bin dein mensch maria schrader 15ara ***.5 
.my sunny maad michaela pavlatova 16ara *.5

istanbul modern sinema – gurbet artık bir ev 13-25 aralık 
.herr bachmann und seine klasse maria speth 24ara ***** 
.gurbet artık bir ev pınar öğrenci 15ara *** 
.der zweite anschlag mala reinhardt 21ara *** 
.oray mehmet akif büyükatalay 16ara *

istanbul modern sinema – aşk yeniden 19-30 eylül 
.felicita bruno merle 30eyl ****.5 
.supernova harry macqueen 19eyl ***.5 
.el perro que no calla ana katz 24eyl *

istanbul modern sinema – ilham perileri 18-30 haziran 
.talking about trees suhaib gasmelbari 27hzr ***** 
.my rembrandt oeke hoogendijk 23hzr **** 
.shirley josephine decker 25hzr **.5

avusturya kültür ofisi film gösterimleri 
.hochwald evi romen 22hzr ****