30 Ekim 2021 Cumartesi

on soruluk sohbetler 53 : gökçe gürçay (CheChe)

İstanbul'da gösteri sanatları sezonunun başlangıcını şenlikli bir hale getiren İstanbul Fringe Festival'in bu yıl üçüncüsü düzenlendi. Program Fiziksel, Çevrimiçi ve Dijital olmak üzere üç formatta sunulacak gösterilerden oluşuyordu. Bizler de Fiziksel formatındaki gösterilerin yaratıcıları ile On Soruluk Sohbetler söyleşi dizimizi gerçekleştirdik. Fringe serimizin sondan bir önceki konuğu Kendimi Çalıyorum ile festivalde yer alan KeKeÇa’dan CheChe - Gökçe Gürçay. Müziği “görünür”, dansı “işitilir” kılan beden perküsyonunun önde gelen topluluklarından KeKeÇa ekibinden CheChe - Gökçe Gürçay, pandemi sürecinde de, ekranların karşısından da olsa çocukları yalnız bırakmamış ve de onlarla çevrimiçi atölyeler gerçekleştirmeye devam etmişti. Yakın zamanda Nilüfer Kent tiyatrosu için Bedirhan Dehmen ile birlikte hazırladıkları interaktif çocuk oyunu Aridu – Galaktik DJ’in de prömiyerini yaptığı CheChe - Gökçe Gürçay, İstanbul Fringe Festival’inde ise tek kişilik komedi oyunu Kendimi Çalıyorum! ile yer almıştı.




Performansın özü sizce nedir?
Performansın özünü, beden/zaman tasarımı olarak görüyorum. İlk çağlardan günümüze kadar öyle olmuşa benziyor. Performans sanatlarındaki zaman elementi, esnetilebilir ve sıkıştırılabilir arasında gider gelirken, anlatının bedenlenmesini tam anlamıyla hizaya sokuyor. ”Lineer ‘ilgi’ transferi” de denebilir belki.

Sanatın dönüştürücü gücüne inanıyor musunuz? Nasıl?
Tabii ki inanıyorum. Öncelikle kendi dönüşümümden başlıyor. Sanata dönük bir hayat sayesinde, fikren ve hayalen hiç tahmin edemeyeceğim ihtimallerle karşılaştım, farklı kişilerle üretme şansı buldum. Fakat başkasının hayatını dönüştürme gücüne sahip olduğunu düşünmek çok tuzaklı bir yol. Bu gücün farkında olup, hayat boyu samimiyetten uzaklaşmadan bunu sürdürmek gerektiğini düşünüyorum.

İnsanlığın küresel ölçekte içinden geçmekte olduğu pandemi süreci sizce gösteri sanatlarını nasıl dönüştürmekte?
Evlerde geçirdiğimiz zamanın uzunluğu sahne sanatlarını ekranlı - kayıtlı bir hâle büründürdü. Halihazırda kayıt ve sunum teknolojileri gelişmekteyken bunun içinde alışılmışın dışında denemeler bana heyecan verdi. Asla art arda izleyemeyeceğim dünyanın farklı yerlerinden sahne performansları evime kadar geldi. Canlı seyretmenin keyfi gibi olmasa da kaliteli işleri görmenin paralel evreni açılmış oldu.

Gösteri sanatları alanından çalışan biri olarak, pandeminin yarattığı zorlu koşullarla kişisel olarak nasıl başa çıkıyorsunuz?
Hayatta hiç çevrimiçi ders/atölye vereceğimi düşünmezdim. Pandemi başlar başlamaz kendimi çevrimiçi dünyaya adadım. Özellikle de çocuklara. 44 binin üzerinde çocuğa ulaştım. Bu, normal şartlarda olanaksızdı. Aynı anda hepsi farklı şehirlerden küçük arkadaşlarımla güzel vakitler geçirdik. Karşılıklı olarak birbirimize iyi geldik. Sanırım karalar bağlamadan pandemiyi geçiriyor olmamın yegane unsuru çocuklar oldu.

Bir iş üretirken hangi kaynaklardan beslenir, nelerden ilham alırsınız? Rüyalarınızın işlerinize etkisi olur mu?
Bunun tam bir formülü olmasa da, birkaç yöntem sıralayabilirim. Biri, kendi merak ettiğim alanları araştıracak ve geliştirecek unsurların peşinde olmak. Örneğin son yazdığım ve oynadığım çocuk oyunu ARİDU’da uzay konusunu ele alıp, bolca okuma ve izleme yaptım. Voyager 2 altın plağının, uzayın derinliklerine nasıl yollandığını detaylarıyla öğrenme fırsatı buldum. Yeni bilgiler benim için çok iştah açıcı. Rüyalarımın işlerime doğrudan yansıdığını pek hatırlamıyorum, genelde rüyalarım çabalamalarla geçiyor.

Söyleşinin devamını okumak için tıklayın: unlimited

23 Ekim 2021 Cumartesi

on soruluk sohbetler 52 : nazlı inan & dilan parlak (KAT)

İstanbul'da gösteri sanatları sezonunun başlangıcını şenlikli bir hale getiren İstanbul Fringe Festival'in bu yıl üçüncüsü düzenlendi. Program Fiziksel, Çevrimiçi ve Dijital olmak üzere üç formatta sunulacak gösterilerden oluşuyordu. Bizler de Fiziksel formatındaki gösterilerin yaratıcıları ile On Soruluk Sohbetler söyleşi dizimizi gerçekleştirdik. Sıradaki konuğumuz, Yüzyirmi Metrekare ile festivalde yer alan KAT’tan Nazlı İnan ve Dilan Parlak.



Performansın özü sizce nedir?
Bizim için performansın özü başkaldırı.

Sanatın dönüştürücü gücüne inanıyor musunuz? Nasıl?
Sanatın dönüştürücü gücüne inanıyoruz. Oyun mekânına giren kişinin, çıktığında farklı bir kişiye dönüşebileceğine inancı hep var. Kullandığımız metinler, reji ve oyunculuk biçimiyle bu etkiyi arttırmayı hedefliyoruz. Çünkü bir derdiniz varsa bunu insanlara anlatıp onların anlamasını sağlayabilir, etkileyebilirsiniz.

İnsanlığın küresel ölçekte içinden geçmekte olduğu pandemi süreci sizce gösteri sanatlarını nasıl dönüştürmekte?
Hibrit ve dijital işlerin arttığı bir döneme geçtik. Bu tarz işlerle gün geçtikçe daha fazla karşılaşacağız gibi görünüyor. Bu da farklı diller doğurarak anlatım çeşitliliğini zenginleştiriyor. Biz zaten dijital disiplinleri işlerine dahil etmeye çalışan bir ekibiz.

Gösteri sanatları alanından çalışan biri olarak, pandeminin yarattığı zorlu koşullarla kişisel olarak nasıl başa çıkıyorsunuz?
Açıkçası çıkabildiğimizi düşünmüyoruz. Çok zor bir süreçti ve hala devam ediyor.

Bir iş üretirken hangi kaynaklardan beslenir, nelerden ilham alırsınız? Rüyalarınızın işlerinize etkisi olur mu?
Uluslararası yönetmenleri ve işleri izliyoruz. Kitaplar, sinema, müzik, plastik sanatlar hepsinden beslenmeye çalışıyoruz. Yani yedi sanatın yedisi de yanımızda bulunsun istiyoruz. Üretme sürecinde beyin çok fazla bunun üzerine çalıştığı için ilginç rüyalar görüp oyunun çıkış sürecine etkide bulunduğu oldu. Rüyalar güçlü bir ilham kaynağı, özellikle gündüz rüyaları.

Söyleşinin devamını okumak için tıklayın: unlimited

16 Ekim 2021 Cumartesi

on soruluk sohbetler 51 : semih ali aksoy & uygar erkuş (boş sahne)

İstanbul'da gösteri sanatları sezonunun başlangıcını şenlikli bir hale getiren İstanbul Fringe Festival'in bu yıl üçüncüsü düzenlendi. Program Fiziksel, Çevrimiçi ve Dijital olmak üzere üç formatta sunulacak gösterilerden oluşuyordu. Fiziksel formatındaki gösterilerin yaratıcıları ile On Soruluk Sohbetler söyleşi dizimizi gerçekleştirdik. Sıradaki konuğumuz, Çalgıcı Gülali Masalı ile festivalde yer alan Boş Sahne’den Semih Ali Aksoy ve Uygar Erkuş.
Performansın özü sizce nedir?
Uygar Erkuş: Performansın özü bana kalırsa konsantrasyon. Konsantrasyon beraberinde iletişimi ve hassasiyeti barındırıyorsa, sahneyi paylaştığımız arkadaşlarımızda ve bizi izleyenlerde bir etki yaratabilir diye düşünüyorum.

Sanatın dönüştürücü gücüne inanıyor musunuz? Nasıl?
Semih Ali Aksoy: Bilebildiğimiz ve şimdilik düşünebildiğimiz kadarıyla sanatın insanı ya da insanın bir yanını, belli bir süre için gündeliğinden ve gündelik hayatta geliştirdiği savunma mekanizmalarından uzaklaştırma, başka bir dünyanın hayaline davet etme ve sonra oradan geri döndürme gibi bir gücü var. Bu mesafeyi gidip gelme, farklı duygularla, farklı düşüncelerle, farklı deneyimleme biçimleriyle karşılaşma gibi ihtimaller yaratabiliyor. Tabii bu sanatı alımlayana da bir o kadar bağlı. Bu içten içe yanan, çok büyük ihtimalle küçücük olan kor, belki bir iz bırakır. Belki bu iz, bir gün bir karar verirken, birine veya bir şeye bakarken, bir duyguyu yaşarken küçük bir fark yaratır ve belki bu da sanata özgü bir dönüştürme gücü.

İnsanlığın küresel ölçekte içinden geçmekte olduğu pandemi süreci sizce gösteri sanatlarını nasıl dönüştürmekte?
Semih Ali Aksoy: Açıkçası bu konu hakkında çok bir fikrim yok. Belli prova süreçlerinin hibritleşeceği, yaygınlaşan yeni teknolojilerin performanslarda kullanılacağı ve çevrimiçi oyun ya da oyun kaydı izlemenin de bir parça normalleşeceği kesin gibi. Ayrıca tiyatro mekânları konusunda da bir genişleme oluyor, hepimiz sokak, park, bahçe gibi açık hava alanlarında yapılacak gösterimlerle alâkalı daha çok düşünmeye başladık. Yine de pandemi öncesinden radikal bir şekilde farklı olacağını düşünmüyorum.

Uygar Erkuş: Bir diğer taraftan da sanatçıların kendi disiplinlerini ve sahip oldukları olanakları düşünebiliriz. Birçok grup bu süre zarfında prova alamadı, oyunlarını oynayamadı haliyle sahnedeki insanlar için bir soğumadan, bir unutmadan bahsedebiliriz diye düşünüyorum. Ben yine de bu konuda iyimserim sanırım. Sıcaklığını korumaya başarabilenler ile uzak kalıp büyük bir özlemle sahneye dönenler her ikisi de kendilerine has güzel işler yapacak ve bu seyirci tarafından da ilgi uyandıracaktır. En azından bunu diliyorum.

Gösteri sanatları alanından çalışan biri olarak, pandeminin yarattığı zorlu koşullarla kişisel olarak nasıl başa çıkıyorsunuz?
Semih Ali Aksoy: Bu süreçte yaşadıklarımız ileride nelere ilham olacak bilmiyoruz ama en başta boşa geçen zaman diye bir şeyin olmadığına inanmaya çalışıyoruz. Elimizden geldiğince bu süreci okuyarak, izleyerek, dinleyerek kendimizi beslemekle ve bir şeyler yazıp düşünmekle geçirmeyi deniyoruz. Ekibimizin büyük kısmının başka işleri olması ekonomik olarak işimizi kolaylaştırdı ve başka işi olmayanlar da aile evine dönmek gibi masrafları en aza indirecek önlemler almaya çalıştı. Bu dönemde daha da artan tiyatrolar arası dayanışma da bize güç veren en önemli şeylerden biri. Uzun bir kış geçiriyoruz, daha güçlü sürgünlerle baharı getireceğiz hep birlikte.

Bir iş üretirken hangi kaynaklardan beslenir, nelerden ilham alırsınız? Rüyalarınızın işlerinize etkisi olur mu?

Semih Ali Aksoy: Gülali özelinde konuşursak, masallar en büyük kaynağımız. Bu konulara ilgili seyircilerimiz oyunda birçok masaldan ve mitten esin bulacaktır. Ayrıca çizgi filmlerden özellikle sahne dilini oluşturmakta çokça esinlendik. Daha genel konuşacak olursak da, fiziksel bir yerden araştırmalar yapan, oynayan oyuncu bedeni ana motorumuz. Tabii bunu düşünsel bir yerden çerçevelenmiş, belli bir dramaturji ekseninde yapmaya çalışıyoruz. Belli bir yoğunlaşma yakaladıktan sonra da karşılaştığımız birçok şey potansiyel olarak ilham verici olmaya başlıyor.

Uygar Erkuş: Bir ilhamı bir rüyadan aldığımı hiç hatırlamıyorum açıkçası. Fakat gece uykumda çok çok güzel müzikler dinlediğimi, “ah keşke bunu bir kaydetsem de öyle uyusam” dediğimi, fakat ‘neyse ya zaten kafamın içinde değil mi elbet yine gelir” diye kendimi teskin edip uykuya döndüğümü çok bilirim. Ha o uykular sırasında kendiliğinden çıkan müzikler benim midir, kimindir, ya da hakikaten herhangi birini çalmış mıyımdır sonrasında, bilmiyorum.

Söyleşinin devamını okumak için tıklayın: unlimited

14 Ekim 2021 Perşembe

19. yüzyıldan bir kadın besteci: louise farrenc


adıyla ilk defa bu sabah eski newsletter'ları karıştırırken, 8 ekim tarihli new york times'ta karşılaştım. henüz makalenin sadece başlığını okumuşken, spotify'da yapıtları var mı diye baktım, olmaması imkansızdı zaten. 
sabahtan beri üç senfonisini dinliyorum döndüre döndüre. evet, dönemine göre biraz eski usul, ama dinlemesi çok keyifli, enerjik, melodik ve çalgıların aralarında oynaştığı senfoniler bunlar. mendelssohn'un tadı var, bana en çok onu anımsattılar..

louise farrenc 1804-1875 arasında yaşamış fransız bir piyanist, hoca, besteci; özellikle heykeltraşların olduğu bir aileden gelmiş, bir flütçü ve aralarında beethoven'ın da olduğu bestecilerin yayıncısı ile evlenmiş, 1859'da kızını kaybettikten sonra besteciliği bırakmış.

philadelphia orkestrası'nın 2012'den beridir, new york metropolitan operası'nın ise taptaze şefi genç ve dinamik yannick nézet-séguin farrenc'in yapıtlarını programlarına alan müzisyenlerden biri.

new york times'taki yazının tamamını okumak isteyenler tıklayabilirler.
spotify'i olanlar ise herhangi bir kayıttan başlayabilirler louise farrenc'in bestelerini dinlemeye.
vakti olanlar ise bu güzel güz başlangıcında brontë kardeşlerin bir romanıyla eşlik edebilirler dinledikleri farrenc bestelerine...

2 Ekim 2021 Cumartesi

on soruluk sohbetler 50 : emmanuelle vincent & pierre larauza (t.r.a.n.s.i.t.s.c.a.p.e)

İstanbul'da gösteri sanatları sezonunun başlangıcını şenlikli bir hale getiren İstanbul Fringe Festival'in bu yıl üçüncüsü düzenleniyor. Program Fiziksel, Çevrimiçi ve Dijital olmak üzere üç formatta sunulacak gösterilerden oluşuyor. Üç yabancı ve altı yerli ekibin dahil olduğu Fiziksel formatındaki gösterilerin yaratıcıları ile On soruluk sohbetler söyleşi dizimizi gerçekleştirdik. İlk konuklarımız T.r.a.n.s.i.t.s.c.a.p.e adlı Belçikalı topluluğun kurucuları Emmanuelle Vincent ile Pierre Larauza. Canlı müzik eşliğinde 50 dakika süren bir dans solosu olan Mutante Vietnamlı kadınların motosikletle günlük seyahatleri sırasında tamamen vücutlarını ve yüzlerini kapattıkları ve böylece adeta yüzü olmayan anonim kişilere dönüştükleri ilginç bir kentsel fenomenden esinlenilerek tasarlanmış.



Performansın özü sizce nedir?
Yaşayan, canlı olan, bir bedenin izleyici ile ilişkisi.

Sanatın dönüştürücü gücüne inanıyor musunuz? Nasıl?
Sanat gerçekliği dönüştürmez, onu farklı görmeye yardımcı olur. Bu anlamda evet sanat, halkın bakış açısını dönüştürür.

İnsanlığın küresel ölçekte içinden geçmekte olduğu pandemi süreci sizce gösteri sanatlarını nasıl dönüştürmekte?
Pandemi, mekânla ve birbirimizle olan ilişkimizi şimdiden dönüştürdü. Yaşayan sanat bundan etkilendi ve giderek daha sanal hale gelen bir dünyada şüphesiz giderek daha değerli bir hale gelecek.

Pandeminin yarattığı zorlu koşullarla ülkenizdeki gösteri sanatları çevresi nasıl başa çıkıyor?
Belçika pandemi kısıtlamalarından kaçmadı, mekanlar ve festivaller kapatıldı. Her sanatçı farklı şekilde tepki gösterdi, bazıları kendi mahrem alanlarında kendileriyle yeniden bağlantı kurma fırsatını yakaladılar, diğerleri Covid-19 öncesi kamu performanslarına alternatifler önerdiler. Biz t.r.a.n.s.i.t.s.c.a.p.e olarak, sağlık kurallara uymamıza izin verecek şekilde bazı sahne araçlarımızı kullanabilecek kadar şanslıydık (Urban Distortions performansı için şişirilebilir baloncuklar, Chambre(s) d’Hôtel performansı için karavan…).

"Ustam" olarak tanımlayabileceğiniz veya size ilham verdiğini düşündüğünüz biri/leri var mı, varsa kimler?
Hiçbir zaman herhangi bir kişi veya düşünce ekolü ile özellikle aynı çizgide olmadık. Bizim işlerimiz doğası gereği çoğulcu bir yapıya sahip ve birçok yönden, çağdaş dans sanatı ve figürlerinin ötesinden ilham alıyor. Gerçekliği gözlemlemek bize derinden ilham veriyor.

Söyleşinin devamını okumak için tıklayın: unlimited