21 Ocak 2023 Cumartesi

atina'da dimitris karantzas'dan iki oyun

geçen haftasonu dimitris papaioannou'nun INK'ini seyretmek için gittiğim atina'daki boş akşamımda yunanistan tiyatrosunun yükselen yıldızlarından tiyatro yönetmeni dimitris karantzas'ın iki oyununu seyrettim: ilki, bu sezon sahneye koyduğu "vanya dayı", ikincisi geçen sezondan devam eden "günden geceye". 

afiş 

iki oyun farklı bağımsız tiyatro topluluklarının yapımları ve farklı tiyatro salonlarında sahneleniyorlar. ama karantzas sadece bağımsız topluluklarla çalışmıyor, o kadar popüler ki, yunanistan ulusal tiyatrosu'nda önümüzdeki mart'ın başına prömiyer yapacak şekilde "romeo ve juliet"i uyarlıyor, onassis stegi'de mayıs sonunda geli kalambaka ile birlikte yazdığı "the house" adlı oyunu yönetecek. geçtiğimiz atina & epidavros festivali'nde ise epidavros antik tiyatrosu'nda bir festival yapımı olarak "persler"i sahnelemiş ve övgü almıştı.
1987 doğumlu karantzas genç bir yönetmen olarak, günümüzde yunanistan'ın prestijli, ödenekli veya bağımsız kurumlarında edindiği bu yeri, ilk defa 2013'te, yani 26 yaşındayken, onassis stegi'de sahneleyip, ertesi yıl avignon festivali'ne davet edildiği, yunanistan'ın tanınmış yazarlarından olduğunu öğrendiğim dimitris dimitriadis'in "o kyklismos tou tetragonou" oyunundaki başarısına borçlu olmalı. liberation'dan övgüler alan bu yapım, lizbon calouste gulbekyan vakfı'na turneye de gitmiş.

ülkesinde popüler olan genç bir yönetmenin iki oyununu tek günde seyredecek olmak, oyunlardan birinin en sevdiğim tiyatro metni olması ve yönetmenin avignon referansı merakımı gıdıklayan unsurlardı. ama beni esas heyecanlandıran oyunların fotoğraflarında gördüğüm mekan tasarımlarıydı. bu itkilerle, ılıman bir kış cumartesisinin akşama doğrusunda; 17:00'de başlayıp, araya iki tiyatro binası arasında 25 dakikalık bir yürüyüş ve hızlıca atıştırılan bir yemek sıkıştırdığım ve gece 23:15'te biten bir zamanı, hiç bilmediğim ama dinlemeyi çok sevdiğim bir dilde oyunlar seyretmeye ayırdım. pişman oldum mu? hayır! peki, nefesimi kesen ve bundan sonra kendini takip ettirecek yeni bir sanatçı keşfetmenin hazzını yaşadım mı? maalesef, bu soruya da hayır :)

sokakta
©Mehmet Kerem Özel

sokakta
©Mehmet Kerem Özel

karantzas "vanya dayı"yı 2020'de sanat direktörü olduğu theatro proskino bünyesinde sahneliyor. dolayısıyla bu yapım onun kendi tiyatro topluluğuyla yaptığı bir iş olarak kabul edilebilir. 
toplulukla aynı isimdeki tiyatro mekanı yayalaştırılmış, insani ölçekli bir sokağın içinde ve gerek sahne gerekse seyirci alanı açısından oda tiyatrosu boyutlarında. 
"vanya dayı" böyle bir yer için biçilmiş kaftan.

beklerken
©Mehmet Kerem Özel

beklerken
©Mehmet Kerem Özel

bu yapımı seyretmek istememin esas nedeni olan mekan tasarımı (maria panourgia), fotoğrafları gördüğümde beni kalbimden vuran bir anafikir üzerine kurulu: beyaz duvarlarla tanımlanan sahne mekanının neredeyse tamamımı kaplayan devasa boyutlarda ahşap bir masa. farklı tasarımlarda ahşap sandalyelerle çevrelenmiş öyle devasa bir masa ki bu, dört bir tarafında daracık hareket alanlarına izin veriyor. 
"vanya dayı"nın hikayesini bilenler için, bu mekan tasarımı oldukça anlamlı. birebir vanya dayı ile sonya'nın oyunun sonunda üzerinde çiftliğin hesaplarını yaptıkları çalışma masası olmasının ötesinde, hikayenin protagonistlerine nefes alanı, hareket alanı, manevra alanı bırakmamasıyla oyunun temel duygusunun cisimleşmiş hali adeta bu devasa masa, tam da hikayenin kahramanlarının içinde bulundukları evin, ve de arazisiyle birlikte çiftliğin, hantallığıyla evdeki herkesin hayatlarının üzerine çöken, hayatlarını hiçleştiren çiftliğin ta kendisi. 

alkışlarken
©Mehmet Kerem Özel

arasız iki saat süren oyun boyunca masanın üstü, altı ve kenarları karantzas tarafından ustaca kullanılıyor. karantzas'ın tek tek her bir sahnede masanın hangi kenarlarına kimleri, hangi şekilde oturttuğu, masa ve etrafındaki alanı kullanışındaki denge takdire şayan, ancak oyunun progatonistlerini ve  aralarındaki ilişkileri doğru çözümlediği şüpheli. karantzas'ın dramaturjik açıdan fazlaca serbest davrandığını ve bunun sonucunda yapay bir yoruma ulaştığını söyleyebilirim. halbuki, bu kadar etkileyici, oyunun hikayesi bağlamında anlamlı ve potansiyelli bir mekan tasarımından enfes bir sonuç çıkarabilirmiş.


afiş 

karantzas'ın yönettiği ikinci oyun, eugene o'neill'in "günden geceye"si, daracık bir sokak üzerindeki bir apartmanın zemin katında, köşelerindeki mevcut dört kolonun tanımladığı sahnesi ve dört yönde yükselen seyirci tribünleriyle meydan sahne biçimindeki keffallinia sokak tiyatrosu'nda sahneleniyor. düzeni sabit olan salon, 1987 yılında kurulan praxis tiyatrosu'nun ana mekanı. 1939 doğumlu, yani 83 yaşındaki, betty arvaniti topluluğun ve mekanın kurucularından, ve aynı zamanda 1950'lerden günümüze yunanistan'ın ünlü oyuncularından biri. zaten "günden geceye"deki ikonik mary tyrone rolünü de o üstleniyor. arvaniti, oyunun hikayesine göre ellilerinin ortasında olması gereken mary tyrone için biraz yaşlı duruyor, ama parmak ısırtan bir performans çıkarıyor. (yıllar önce ivo van hove rejisinde, bu sefer tam tersi, o zamanki yaşına göre çok genç bir rolü, antigone'yi oynayan juliette binoche'a amsterdam'daki oyundan sonraki soru-cevapta bu durum sorulduğunda, binoche'un verdiği cevabı merak edenler tıklasınlar)


sokakta 
©Mehmet Kerem Özel

arvaniti'yi, bu oyunu seyredene kadar tanımıyordum, oyundan sonra araştırınca yaşını, ününü, geçmişini ve bu topluluğun kurucusu olduğunu öğrendim. arvaniti klasik tarza sahip, çok  iyi bir oyuncu. öyle ki, gözünüzü kapatıp seyrettiğinizde, sesinin tonuyla ve repliklerine yaptığı vurgularla sanki yıldız kenter yunanca konuşuyor zannedebilirsiniz.
baba karakterinin yumuşak bir yorumla verilmesini garipsedim, abi kardeşi oynayan genç oyuncularsa başarılıydılar.
oyunculuk bir yana, yukarıda yazdığım gibi bu oyuna da, ilki gibi, beni esas sürükleyen merak, görsellerinden.gördüğüm kadarıyla, yine,  "gerçekçi" olmaya çalışmadan hikayenin ruhuna dokunmayı başaran mekan tasarımıydı (eleni manolopoulou).

beklerken
©Mehmet Kerem Özel

mekan tasarımında öne çıkarılan iki öğe, toprak ve sis,  oyunun hikayesine de hakim iki öğe.
toprak; bir yandan hikayenin konusu olan dört kişilik ailenin babası james tyrone'un hayatı boyunca ailesinin, yani eşinin ve iki erkek çocuğunun üzerinde tuttuğu arsa/arazi/toprak satın almayı ve bencilce zengin olmayı ifade etmesi kadar, tam da bu davranışı yüzünden ailenin yaşamının hem duygusal açıdan, hem de iki ferdi için, anne mary ve küçük oğul edmund için, yakın gelecekte olasılığı yüksekleşen fiziksel açıdan mezara dönüşmesini imgeselleştiriyor.
toprak oyunda nasıl kullanılıyor: oyun başladıktan bir süre sonra james ile büyük oğlu jamie (james jr.) ellerine kürek alıp sahnenin bir köşesini kazıyorlar ve oyunun sonraki sahnelerinden bazıları onların açtığı bu toprak çukurun içinde geçiyor. örneğin, ikinci perdedeki yemek sahnesi.

©Mehmet Kerem Özel

©Mehmet Kerem Özel

©Mehmet Kerem Özel

(bu fotoğraflar oyun arasında ve bittikten sonra çekilmişlerdir)
©Mehmet Kerem Özel

hikayenin çıkışsız ve melankolik atmosferini belirleyen ana unsurlardan bir diğeri olan sis, mekan tasarımında yaratıcı bir fikirle imgeleştirilmiş. sis hissi mekanı çevreleyen, bölen ve tavana farklı boyut ve yüksekliklerde asılı sayısız şeffaf panonun oluşturduğu katmanlaşma ve yığınlaşma ile sağlanmış. tavandan sarkmakta olan sabit panoların yanısıra, oyun sırasında oyun alanı içinde oyuncular tarafından farklı yönlere sürülen şeffaf panolar sayesinde/yüzünden seyirciler oyunun hiç bir anında oyun alanının tümünü net bir şekilde göremiyorlar. aynı şekilde, oyuncuların görüntüleri de bazen net bazen flu oluyor. pano yüzeylerinin yansıtma ve engelleme özellikleri sayesinde/yüzünden sesler de bazen net bazen boğuk geliyor. sahneye birebir duman püskürtülmeden, gerek görsel gerekse de işitsel olarak sis atmosferini yaratmak için bundan daha yaratıcı bir fikir olamazdı herhalde. sahne tasarımında dumanın kullanılmaması gibi, ses tasarımında da, metinde sıklıkla arkaplanda çaldığı belirtlen sis düdüğünün kullanılmadığını belirtmeme gerek yok sanırım.

alkışlarken
©Mehmet Kerem Özel

karantzas'ın iki yapımda da, etkileyici mekan tasarımlarının ötesine geçip, dramaturji, sahneleme ve oyuncu yönetimi olarak kayda değer bir performans ortaya koyamadığını üzülerek söylemeliyim. yine de kendisine, bir aksilik olmazsa mart başında bir şans daha vereceğim.

hamiş:
yurtdışındaki akşamlarımda gösteri seyretme alışkanlığım ve geleceğe dönük olarak genç bir yönetmeni keşfetme merakım beni bir yandan da geçmişe götürdü, 1980'lerin sonu 90'ların başında istanbul'da hayranlıkla seyrettiğim iki yapımı yeniden hatırlamama vesile oldu. ikisi de, gencay gürün'ün genel sanat yönetmenliği sırasında istanbul şehir tiyatroları'nda sahneleniyordu. 
ilki; dört kere seyrettiğim "vanya dayı". sanırım, leonid heifetz'in yönettiği ve cüneyt türel, tilbe saran, nurseli idiz, cihan ünal ve kamuran usluer'in oynadığı o benzersiz yorumun üzerine başka bir "vanya dayı"yı hiç bir zaman beğenemedim, bundan sonra da beğenmem çok zor olsa gerek. (aklım seyredemediğim deutsches theater berlin yapımı, jürgen gosch imzalı vanya dayı'da kalmadı değil)
diğeri ise, yanılmıyorsam istanbul'da şimdiye kadar tek bir versiyonu sahnelenmiş olan "günden geceye". gencay gürün'ün ilk ve tek türkçe çevirisini yaptığı, hakan altıner'in yönettiği ve nedret güvenç, toron karacaoğlu, arif akkaya ve yalçın boratap'ın oynadıkları bu yapımın bence benzersiz özelliği sahnelendiği salondu, gürün'ün sayesinde harbiye muhsin ertuğrul sahnesi'nin fuayesinin bir kısmından dönüştürülmüş olan cep tiyatrosu. yaklaşık 50 kişi kapasiteli bu salonda biz seyirciler, sanki oyunların geçtikleri mekanların misafirleri gibiydik. bu vesileyleorada seyrettiğim ve unutamadığım "iyi geceler anne"yi de anmış olayım..