duisburg ile mülheim’ın tam ortasında, ruhr kıyısında,
akasya ormanının içinde, masal diyarlarından çıkma bir tiyatro var: theater a.d. ruhr mülheim.
bu tiyatronun roberto ciulli adında bir genel sanat
yönetmeni var; ciulli aynı zamanda neredeyse bütün yapımların yönetmeni; tam bir
büyücü.
ciulli istanbul’a yabancı değil; 2005’te topluluğuyla birlikte
muhsin ertuğrul sahnesi’nde bir hafta konuk etmiştik onu. her akşam repertuarlarından
başka bir oyun oynamışlardı; “antigone”den “tanrı”ya, “üç kuruşluk opera”dan
“venedik taciri”ne, tam altı farklı prodüksiyon izlemiştik; muhteşem bir
haftaydı. O organizsyonu kim akıl etti, kim ayarladı, kim yaptıysa hala
kendisine duacıyım.
ertesi yıl ciulli imzasıyla şehir tiyatrolarında büchner’in
“danton’un ölümü” ramp ışıklarına çıktı. şimdilerde de sanırım “küçük prens”i
bitiyatro yapımı olarak sahneleniyor istanbul’da.
…
roberto ciulli ile tiyatro müzikleri konusunda uzman matthias
flake “clowns 2 ½” adlı yeni bir oyun hazırlamışlar. “clowns 2 ½” ekim başında
prömiyer yaptı. ben de yollara düştüm (köln’den theater-an-der-ruhr’a varması
tam iki saat sürüyor, tabii dönmesi de); palyaçoluk sanatı konusunda sayılı
ustalardan biri olan ciulli’nin bu oyununu seyretmeye gittim.
yollarda geçirdiğim zamana değdi; “clowns 2 ½” palyaçoluk
sanatı üzerine 90 dakikalık bir “hommage”dı. çok güldüm, kahkahalarla; ama
palyaçoluğun şanındadır, çok da hüzünlendirdiler beni.
ciulli usta şöyle bir şey yapmış; sadece emekli palyaçoların
yaşadığı bir huzurevi olsaydı nasıl olurdu diye hayal etmiş. sekiz karakter;
üçü hanım. her birinin bir adı olduğunu, oyun sonrası broşüre bakınca gördüm;
çünkü oyunda hiç konuşma yok. sesler var, ama söz yok; her şey tam da
palyaçoların yaptığı gibi pandomimle anlatılıyor.
sekiz karakteri kolaçan eden bir hastabakıcı/gardiyan var,
“il gigante buono”; yoksa aslında aralarında kolgezen “ölüm” mü demeli.
ve bir de pierrot kılığında piyanist, “il maestro”; bizzat matthias
flake tarafından canlandırılıyordu.
ciulli usta oyun öncesi fuayede gerçekleştirdiği söyleşide;
ilk olarak beyaz kostümlü, beyaz maskeli palyaçonun ortaya çıktığını; onun
düzenin, aklın simgesi olduğunu; daha sonra, şans eseri beyaz palyaçoya yardım
eden bir görevli tökezleyip düşünce seyircinin daha da gülmesi beyaz palyaçonun
yardımcısını, kırmızı burunlu palyaçoyu ortaya çıkardığın söyledi; yani
anarşinin, başkaldırının, yüreğin simgesini.
bunlar uzun süre efendi-uşak yaşamışlar, ancak zamanla
kırmızı palyaço idareyi ele almış; kırmızı palyaço kurallara her daim
başkaldıran, kuralları sorgulayan yaklaşımıyla seyircilerin gönlünü ve
kahkahasını fethetmiş.
ciulli’nin de oyununda beyaz palyaçolar gardiyan ile
müzisyendi; diğer sekizi ise, huzurevinin her kuralına her daim karşı çıkan
sevimli “kırmızı burunlu” palyaçolardı.
toplam 10 oyuncu, boş bir sahne, en arkada bir piyano,
sekizinin her birinin küçük beyaz sandalyeleri; ve bir kaç küçük aksesuar daha.
episodlar halinde sekiz emekli palyaçonun huzurevi
rutinleri: ilk önce teker teker kendilerini tanıttılar, hep birlikte gazete
okudular/hışırdattılar; hayali ziyaretçileriyle görüştüler; hep beraber konser
verdiler; ilaçlarını içtiler; gece oldu yattılar, bazılarını uyku tutmadı;
altına kaçıran oldu, yerde oluşan gölcükte kağıttan kayak yapıp gezdirdi; ancak
iki büklüm yürüyebilirken ona dans teklif eden kavalyenin kollarında kanatlanan
oldu..
gardiyan onları bir rüzgar makinasıyla teker teker sahneden
mi sürpürmedi; ikinci keresinde hep birlik olup, delacroix’nın ünlü özgürlük
tablosu benzeri bir barikat mı oluşturmadılar; maori yerlileri gibi düşmanı korkutarak kaçıracak danslardan mı etmediler; gazete yapraklarından,
öksürüklerinden veya ilaç kutularından çıkardıkları seslerle enfes ritimler mi
yakalamadılar;
her bir anı bir sürü küçük detayla zenginleştirilmiş, sekiz
oyuncudan/palyaçodan hangisine bakacağınızı şaşırdığınız, şiirsel ve melankolik
bir gösteri.
son sekansında; sekiz palyaço sahnede yere dağılmış ahşap
kapak parçalarını birleştirerek büyük bir beyaz bir dolap inşa edip içine
sığıştılar; sahneye gardiyan gelip de, nerede bunlar diye şüphelenip dolabın
kapağını açınca yok olmuşlardı.
ardından günlük kıyagetiyle roberto ciulli girdi sahneye,
dolabın önünden geçti, döndü, açtı kapakları ve sekiz emekli palyaço içinde
dışarı, özgürlüğe fırladı; ciulli’nin hayalgücünün ürünleri…
palyaçoluk sanatını filmlerinde konu eden fellini’ye adanmış
gösteri, onun “8 ½”undan esinle “2 ½” adını almış. ciulli daha önce
palyaçolarla ilgili bir oyun yapmışmış, “küçük prens”te de bizzat kendisi bir
palyaçoyu canlandırıyormuş, etti “1 ½”, bu da sonuncusu, oldu mu “2 ½”.
ciulli usta oyun öncesinde, almanya’da gelenek olduğu üzere,
kısa bilgilendirme/giriş konuşması yaptı. genellikle bu konuşmaları oyunun
dramaturgu veya kurumun dramaturji bölümünden birileri yapıyor; ciulli usta
kendisi konuştu; palyaçoluk sanatıyla ilgili, yukarıda bazılarını paylaştığım
müthiş hoş bilgiler verdi.
salona girişte kapıda biletleri kesen ve herkese teker teker
“hoş geldiniz, iyi seyirler” diyen de 80’lik ustadan başkası değildi.
herhalde tiyatro aşkı böyle bir şey olsa gerek..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder