Eğer tiyatro iç-içe olursa
Frontal sahnelemek varken neden yuvarlak sahne?
Çoktandır
yuvarlak sahnede çalışmak istiyordum. Tiyatro 20. yüzyılda kuvvetli bir şekilde
sinemaya göre yönlendi ve hikayelerini oldukça yatay bir şekilde anlatmaya
başladı. Hatta, önceleri çok daha düşey olan sahne portalleri bile
değiştirildi. Özellikle Amerika’da tiyatro mekanı öncelikli olarak film göstermek
üzerine şekillendirildi, tiyatroya hizmet etmesi ancak ikinci derecede kaldı.
Tiyatro biraz bu formun içine hapsoldu. İtalyan loja tiyatrosunun kendine has
bir gücü var ama bence orada biraraya gelme fikri kayboluyor. Sinemaya insan tek
başına gider. Salon dolu da olsa, perdedeki kişilerle aranızda mahrem bir
ilişki oluşur: seyircinin bir topluluk olarak bir arada olması hikayenin
gidişatını hiç bir şekilde etkilemez. Tiyatroda ise bu biraradalık her şeyi
değiştirebilecek güçtedir. Seyircinin mevcudiyeti, tepkileri, anın enerjisi bir
tiyatro oyununu ortaklaşa paylaşılan bir karşılaşma hikayesine dönüştürür.
Maalesef bu duyguyu biraz kaybettik. Yuvarlak sahnede çalışırsam, insanlara
mevcudiyetlerini tekrar hatırlatma, farkına vardırma ihtimali olur mu diye
sordum kendime. Daha önce sirkte de çalıştım ve orada hikayelerin daha fazla
dikeyde anlatıldığını fark ettim. Ve aslında tiyatronun da esas özü bu dikeylik:
merkezde insanların hikayesi, en yukarda tutkuları, hasretleri, en aşağıda ise
korkuları, şeytanları.
Yuvarlak sahne size kart oyunları etrafında gelişen bir
dörtlemeyi mi esinlendirdi?
Tek bir
merkezden çıkan dairelerle bir sahneleme geliştirmek istiyordum. İnsanları en
sıkışık dairede toplayıp, sonra, ta ki bir forum, bir arena oluşana kadar
daireleri genişletmek ne ifade edebilir? Bunun beni dizisel, döngüsel temalar
geliştirmeye iteceğini biliyordum, ki bunlar da başı ve sonu olmayan
kronolojilere dayanacaktı. Zihminde oluşan ilk resim kart oynanan yuvarlak bir
masa ve bu masanın dört, sekiz veya oniki kişilik olmasına göre değişen
boyutları idi. Kart oyunu bir masanın etrafında toplanmaya ve; şans, zamanı
kullanma ama aynı zamanda şanssızlık gibi durumları denemeye davet eder insanı.
Projeyi dört bölüme ayırdık. SPADES/Maça ilk sahnelemeydi, ardından
HEARTS/Kupa, DIAMONDS/Karo ve CLUBS/Sinek geliyor. Her tema kendi belli alt
temalarını içeriyor: Maça askeri dünya ile ilişkili – çünkü eskiden “Spades”
denmiyor, “Kılıç” deniyormuş. “Hearts”a da eskiden “Kupa” deniyormuş – kupa batıl
inancın, inanç sistemlerinin ama aynı zamanda sihir ve ilüzyonun dünyası [çn:
Lepage burada kartların İngilizce tabirleri üzerinden açıklamalar yapıyor]. Karo
parayı temsil ediyor, daha da temel olarak ticari dünyayı, değerli taş ticaretini.
Ve Sinek eskiden uzun sopa, çubuk veya tokmak
anlamında kullanılıyormuş; dolayısıyla çiftçi hareketlerini ve işçilerin
ayaklanmasıyla bağlantılı… Böylece her bir sahneleme başka bir dünyaya bakıyor.
Sıkça dünyanın tasvirini yaratmaktan bahsediyorsunuz,
tiyatro sizin için ne ifade ediyor?
Shakespeare
Globe Tiyatrosu’nu böyle adlandırdı çünkü evrenin, en azından dünyanın
tasvirini yaratmaya çalışıyordu. Böyle adlandırmasının başka bir nedeni de tabii
ki tiyatrosunun yuvarlak, neredeyse yuvarlak, olması ve dolayısıyla seyirci ile oyuncu arasında oldukça
yakın bir mesafenin sağlanıyor olmasıydı. Seyirciler en yukarda en üst sırada oturduğunda
bile oyunculara çok yakındı. Aynı “Playing Cards”da olduğu gibi sadece 360 derecelik
bir tiyatro değildi, aynı zamanda tahayyülleri üç boyutlu gibi göstermeye de
çalışmaktı Globe’da Shakespeare’ın amacı. Tiyatronun genel olarak böyle olması
gerektiğini söylemiyorum. Ama kişisel olarak dünyalar yaratmayı seviyorum;
seyircileri bu dünyaların tanıkları olmaya davet etmeyi seviyorum. Yuvarlak
sahnede oynamak biraz, hayvanların nasıl davrandıklarının farklı bakış
açılarından gözlemlendiği vivarium’da
gibi hissetmeyi beraberinde getiriyor.
Frontal çalıştığınızda bir dünya yaratma ihtiyacı daha mı
az?
Frontal
çalıştığınızda her zaman çerçevelerle sınırlısınızdır. Neyi içerir? Neyi
dışarda bırakır? Çerçevenin neresindesinizdir? Yuvarlak sahnede ise çalışmak
başka bir duygu getirir. Performatif tarafı daha önemlidir. Frontalde insan
çok fazla iki boyutludur; her an kendi dış görünüşünün farkındadır… Kendimizi
duyurabilmek için hep salona doğru konuşuruz. Yuvarlak sahnede ise düzen
bambaşkadır. Yankı sağlayan bir beden olmaya ve salona nüfuz etmeye gayret
edersiniz.
Peki “vivarium”,
oyuncuları güvensizleştiriyor mu?
“İyi
taraflarını” göstermeye alışkın oldukları için başta bu yeni durum onları
güvensizleştirdi. Sanki partneriyle konuşuyormuş gibi yapıp gerçekte salona
yönelmek gibi metodlar geliştirmişlerdi. Oyuncunun frontal görülüp duyulduğu
inanılmayacak çok sayıda teknik vardır. Ve burada, öğrendikleri her şeyi bir
anda unutmak ve her şeyden öte, dışa dönük bir biçimde hareket etmek ve her an
kendilerinin beden duruşlarının farkında olmak zorunda kaldılar. Arkası dönük
oynamayı, sıklıkla dönmeyi, duruşlarını değiştirmeyi öğrenmek zorundaydılar.
Yuvarlak sahnede çalışınca tiyatronun heykelsi tarafı daha öne çıkar oldu.
Ancak bunun farkındalığını edinmek zamanla kazanıldı ve aslında bu durum gerçekten,
seyirci salondayken işliyor.
Peki bu heykelsiliği provalarda nasıl çalıştınız?
Provalarda
oraya buraya seyirciler yerleştirdik, ama buna rağmen nihayetinde frontal
oynandı çünkü bütün oyuncular yönetmen için oynar. Ben de durmadan salonda yer
değiştirdim. Oyuncular kimin için oynamak zorunda olduklarını bilemedikleri
anda küplere bindiler. Ben de o zaman onlara “salonun bütünü için oynasanız
ya!” dedim. Esas test seyirci önünde gerçekleşti. Muhteşemdi: oyuncuların nasıl
kendilerini bulduklarını ve dinlediklerini, bir tarafa ya da diğer tarafa doğru
döndüklerini ve cömertçe bütün yönlere kendilerini verdiklerini görmek.
“Playing Cards”da seyirci ile farklı bir ilişki kurmayı
sağladığınız duygusunu taşıyor musunuz?
Evet, çünkü
seyirciler karşı tarafta da seyircilerin oturduklarını görüyorlar. Bu son
derece brechtyen bir durum. İnsan istediği kadar sahne üzerinde gerçekçi ortamlar
ve inandırıcı durumlar yaratmaya çalışabilir, ama buna rağmen seyirci her zaman
tiyatroda olduğunun farkındadır. Bizimki gibi bir konstrüksiyonda ise devamlı
olarak bu durum hatırlatılır. Dolayısıyla başka türlü takip etmek de mümkün. Bazı
şeyler artık aynı şekilde analiz edilmiyorlar. Salon bir boğa güreşi arenasına
benziyor ve italyan tarzı localı tiyatrodan daha fazla atmosfere sahip.
İnsanlar memnuniyetle birbirlerini görüyorlar, memnuniyetle kolektif olarak tepki
verebiliyorlar. Bu narsizimin tiyatrodaki yansıması olsa gerek!
Daha önce bi-frontal çalışmış biri olarak, 360 derecelik
sahneleme şekli sizin gözünüzde neyi değiştirdi?
Yuvarlak
sahne ile çalışmanın sağladığı tecrübe, frontal ile olan ilişkimi değiştirecek.
Bu aynı, birinin uzun süre intim tiyatro, ya da psikolojik tiyatro yapması ve
sonra bir anda opera sahnelemek zorunda kalması gibi bir şey. Opera çok daha
büyük etkili ve görkemli çünkü tiyatrodan daha tiyatral. Şancılar anlatırlar, gerçek
hayattaki gibi konuşmazlar, şarkı söylerler, ağlarlar, farklı şekilde hareket
ederler, temalar inanılmayacak kadar ulvidir… Opera için çalışırken inanılmaz
çok şey öğreniyorum. Bence enerji, ses, çalışma ve ihtişam olarak tiyatroda da
aynı görkemli etkiye ihtiyacımız var. Yuvarlak sahneli tiyatro ile aynen şöyle
oluyor: frontale geri döndüğümde, her zaman beni biraz rahatsız eden bir
dördüncü duvar hissediyorum… Çoğu insan oyuncuların duygularının otantik olması
gerektiği teorisini savunur. Ben bunu farklı görüyorum, bence duygular
seyircide ortaya çıkmalı. Oyuncular ağlayacaksa, tamam neden olmasın. Ama bence
oyuncular kendi dünyalarında kalmak, kendi işlerini yapmak için dördüncü duvarı
sıklıkla kullanıyorlar. Duygular çoğunlukla sahnenin üzerinde kalıyor, nadiren
salona taşıyor. Dümeni başka yöne çevirmek ve daha cömert ve görkemli bir
şekilde, daha fazla seyirciye yönlenen bir tiyatro yapmak için imkanların
zorlanması gerektiğine inanıyorum.
[Cathy Blisson’un Robert Lepage ile yaptığı fransızca
söyleşinin
Yvonne Griesel tarafından almancaya çevrilmiş versiyonu.
“Playing Cards: HEARTS” oyun broşürü
ruhr/triennale 2013.
türkçesi: danzon]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder