dün biten ruhr/triennalle kapsamında dünya prömiyeri yapılan
son yapım 3-6 ekim tarihlerinde sunulan anne teresa de keersmaeker’in “vortex
temporum”u idi; gösteri mekanı bochum’daki devasa endüstri yapısından kültür ve
sanat mekanına dönüştürülmüş olan jahrhunderthalle’ydi. “vortex temporum” keersmaeker’in
topluluğu rosas ile çağdaş müzik konusunda uzmanlaşmış ictus topluluğunun ortak
projesi.
keersmaeker yaklaşık üç hafta önce de, yine
ruhr/triennalle’de boris charmatz ile birlikte bizzat dans ettiği bach’ın
müziğini kullandıkları “partita 2” adlı işini sunmuştu.
işlerinde webern’den bartok’a reich’dan de mey’e çağdaş bestecilerin
müziklerini kullanan keersmaeker’in bu son işi “vortex temperum” 1946 doğumlu,
1998’de aniden vefat etmiş çağdaş fransız besteci gérard grisey’in aynı adlı
bestesine dayanıyor.
“spektral müzik”in en önemli temsilcisi olarak görülen
grisey’in bu bestesi de bu müzik türünün kilometretaşı olarak kabul ediliyor.
program kitapçığındaki kapsamlı açıklamalar ve gerek
keersmaeker gerekse orchestra şefiyle yapılmış röportajlara rağmen, “spektral
müzik”in temel özelliklerine vakıf olabildiğim söylenemez; ancak bu durum
keersmaeker’in işini beğenmeme engel olmadı; hatta ona hayran kaldım bile
diyebilirim.
önce altı müzisyenden (piyano, keman, viyola, cello, flüt ve
klarinet) oluşan topluluk sahnenin en önüne gelip, normal konser düzeninde,
yani oturarak çalgılar; ardından onlar sandalyelerini kaldırarak sahneden
çıktılar ve bu sefer altı dansçı onların bulundukları noktalara gelip müziksiz
olarak, muhtemelen onların çalgılarını çalarkenki beden hareketleri,
çalgılarıyla bedenleri arasındaki ilişkiler, ve partisyonlarının gerektirdiği
içsel devinimlerden esinlenerek hazırlanmış olduğunu tahmin ettiğin
koreografiyi sergilediler; ardından müzisyenler tekrar sahneye gelip bu sefer
ayakta ve hareket halinde müzik icrasına devam ederken, bir kişinin eklendiği
dansçılar da (meğer piyanoyu iki elle çalınmasından dolayı bu andan itibaren
iki dansçı temsil ediyormuş) zeminde tebeşirle ince bir çizgi halinde çizilmiş
olan farklı genişlikteki daireleri ve yayları izleyerek devinmeye başladılar; her
biri durmadan değişen yörüngelerde birbirlerine yaklaşarak, uzaklaşarak,
toplanarak, ayrışarak, sanki gezegenelerden oluşan bir galaksi sistemi gibi
hareket ettiler; piyano da bu büyük devinimde yer aldı, son bölümde şeflik
yapacak olan kişi piyanoyu yavaş yavaş yörüngeler halinde çeviriken, piyanistte
ayakta ve hareket halinde partisyonunu çalıyordu; piyanonun belirleyici olduğu
hareket düzeni sonunda piyano sahnenin en önünden en arkasına gitmiş ve orada
tekrar sabitlenmişti; bu sırada sahnenin tavanında soyut bir spiral şeklinde
tasarlanmış ışık bantları spiralin kalın tarafından kıvrık ince ucuna doğru
yanarken, sahne farklı ışık kaliteleriyle aydınlanır oldu; yukarıda sadece
spiralin en ucunu temsil eden küçük ışık bantı yandığında sahnenin büyük bir
kısmı karanlıktaydı, ama dansçılar ve müzisyenler hareket etmeye devam
ediyorlardı; sahne bütünüyle
karardığında, arkada piyanonun etrafına yerleşen ama hala ayakta olan
müzisyenler şefin direktifleri eşliğinde yaklaşık bir dakikalık bir bekleyişten
sonra bütün ışıklar yanmasıyla üçüncü bölümü çalmaya başladılar ve bu sefer
sadece dansçılar hareket etmekte ve gittikçe hızının arttığı bir girdabın
bileşenlerine dönüşüyorlardı. zaten “vortex temporum”un anlamı kabaca “zaman
girdabı” imiş.
ilk dinleyişte (ve muhtemelen sonraki dinleyişlerde kolay
kolay) kulağa hiç de “sıcak” gelmeyen/gelmeyecek olan, ama canlı
yaşantılandığında hipnotik etkisine kapılmanın kaçınılmaz olduğu bir besteyi
sadece, bestenin içerdiği biçimsel (partisyon, çalgıların birbirleriyle ve
yapıtın geneliyle olan ilişkileri,
çalgıların onları çalan bedenlerle olan ilişkileri, vb.) özelliklerden
yola çıkarak, sahnelemeye hiç bir anlamsal veya librettovari bir katman
eklemeden sahnelemek ve bunu karşındakilere, onları dikkatlerini bir an bile
kaçıramadıkları şekilde etki altına alarak “seyrettirebilmek” herhalde ancak
keersmaeker gibi usta sanatçıların başarabileceği bir iş.
ancak şunu da eklemek isterim ki; jahrhunderthalle’nin çok
az müdahele edilmiş, olabildiğince özgün bırakılmış, gerek enine, gerek
derinliğine gerekse de yükseliğine nefeskesici boyutlardaki mekanının da
“vortex temporum”un üzerimde bıraktığı etkide büyük rolü olsa gerek. bu yapıtı
sezon içinde örneğin la monnaie operasında veya antwerp'den lille'e, paris'ten londra'ya (ve hatta aralık ortasında "partita 2" ile birlikte atina'da onasis kültür merkezinde) seyredecek olanlar yapıttan
benzer şekilde büyülenirler mi emin değilim..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder