7 Ekim 2013 Pazartesi

NRW004 keersmaeker'in girdapları

-->



dün biten ruhr/triennalle kapsamında dünya prömiyeri yapılan son yapım 3-6 ekim tarihlerinde sunulan anne teresa de keersmaeker’in “vortex temporum”u idi; gösteri mekanı bochum’daki devasa endüstri yapısından kültür ve sanat mekanına dönüştürülmüş olan jahrhunderthalle’ydi. “vortex temporum” keersmaeker’in topluluğu rosas ile çağdaş müzik konusunda uzmanlaşmış ictus topluluğunun ortak projesi.
keersmaeker yaklaşık üç hafta önce de, yine ruhr/triennalle’de boris charmatz ile birlikte bizzat dans ettiği bach’ın müziğini kullandıkları “partita 2” adlı işini sunmuştu.

işlerinde webern’den bartok’a reich’dan de mey’e çağdaş bestecilerin müziklerini kullanan keersmaeker’in bu son işi “vortex temperum” 1946 doğumlu, 1998’de aniden vefat etmiş çağdaş fransız besteci gérard grisey’in aynı adlı bestesine dayanıyor.
“spektral müzik”in en önemli temsilcisi olarak görülen grisey’in bu bestesi de bu müzik türünün kilometretaşı olarak kabul ediliyor.
program kitapçığındaki kapsamlı açıklamalar ve gerek keersmaeker gerekse orchestra şefiyle yapılmış röportajlara rağmen, “spektral müzik”in temel özelliklerine vakıf olabildiğim söylenemez; ancak bu durum keersmaeker’in işini beğenmeme engel olmadı; hatta ona hayran kaldım bile diyebilirim.

önce altı müzisyenden (piyano, keman, viyola, cello, flüt ve klarinet) oluşan topluluk sahnenin en önüne gelip, normal konser düzeninde, yani oturarak çalgılar; ardından onlar sandalyelerini kaldırarak sahneden çıktılar ve bu sefer altı dansçı onların bulundukları noktalara gelip müziksiz olarak, muhtemelen onların çalgılarını çalarkenki beden hareketleri, çalgılarıyla bedenleri arasındaki ilişkiler, ve partisyonlarının gerektirdiği içsel devinimlerden esinlenerek hazırlanmış olduğunu tahmin ettiğin koreografiyi sergilediler; ardından müzisyenler tekrar sahneye gelip bu sefer ayakta ve hareket halinde müzik icrasına devam ederken, bir kişinin eklendiği dansçılar da (meğer piyanoyu iki elle çalınmasından dolayı bu andan itibaren iki dansçı temsil ediyormuş) zeminde tebeşirle ince bir çizgi halinde çizilmiş olan farklı genişlikteki daireleri ve yayları izleyerek devinmeye başladılar; her biri durmadan değişen yörüngelerde birbirlerine yaklaşarak, uzaklaşarak, toplanarak, ayrışarak, sanki gezegenelerden oluşan bir galaksi sistemi gibi hareket ettiler; piyano da bu büyük devinimde yer aldı, son bölümde şeflik yapacak olan kişi piyanoyu yavaş yavaş yörüngeler halinde çeviriken, piyanistte ayakta ve hareket halinde partisyonunu çalıyordu; piyanonun belirleyici olduğu hareket düzeni sonunda piyano sahnenin en önünden en arkasına gitmiş ve orada tekrar sabitlenmişti; bu sırada sahnenin tavanında soyut bir spiral şeklinde tasarlanmış ışık bantları spiralin kalın tarafından kıvrık ince ucuna doğru yanarken, sahne farklı ışık kaliteleriyle aydınlanır oldu; yukarıda sadece spiralin en ucunu temsil eden küçük ışık bantı yandığında sahnenin büyük bir kısmı karanlıktaydı, ama dansçılar ve müzisyenler hareket etmeye devam ediyorlardı;  sahne bütünüyle karardığında, arkada piyanonun etrafına yerleşen ama hala ayakta olan müzisyenler şefin direktifleri eşliğinde yaklaşık bir dakikalık bir bekleyişten sonra bütün ışıklar yanmasıyla üçüncü bölümü çalmaya başladılar ve bu sefer sadece dansçılar hareket etmekte ve gittikçe hızının arttığı bir girdabın bileşenlerine dönüşüyorlardı. zaten “vortex temporum”un anlamı kabaca “zaman girdabı” imiş.

ilk dinleyişte (ve muhtemelen sonraki dinleyişlerde kolay kolay) kulağa hiç de “sıcak” gelmeyen/gelmeyecek olan, ama canlı yaşantılandığında hipnotik etkisine kapılmanın kaçınılmaz olduğu bir besteyi sadece, bestenin içerdiği biçimsel (partisyon, çalgıların birbirleriyle ve yapıtın geneliyle olan ilişkileri,  çalgıların onları çalan bedenlerle olan ilişkileri, vb.) özelliklerden yola çıkarak, sahnelemeye hiç bir anlamsal veya librettovari bir katman eklemeden sahnelemek ve bunu karşındakilere, onları dikkatlerini bir an bile kaçıramadıkları şekilde etki altına alarak “seyrettirebilmek” herhalde ancak keersmaeker gibi usta sanatçıların başarabileceği bir iş.
ancak şunu da eklemek isterim ki; jahrhunderthalle’nin çok az müdahele edilmiş, olabildiğince özgün bırakılmış, gerek enine, gerek derinliğine gerekse de yükseliğine nefeskesici boyutlardaki mekanının da “vortex temporum”un üzerimde bıraktığı etkide büyük rolü olsa gerek. bu yapıtı sezon içinde örneğin la monnaie operasında veya antwerp'den lille'e, paris'ten londra'ya (ve hatta aralık ortasında "partita 2" ile birlikte atina'da onasis kültür merkezinde) seyredecek olanlar yapıttan benzer şekilde büyülenirler mi emin değilim..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder