üç ay geçireceğim köln’de ve köln’e trenle en fazla bir saat
uzaklıktaki nordwestphalia (kuzeybatıfalya) şehirlerinde ilgimi çeken,
istanbul’da kolay kolay değil, “hiç” dinleme fırsatım olamayacak yapıtların
çalındığı, solistlerin çıktığı konserlere gitmeyi planlıyorum.
bunlardan ilki bu haftabaşında, kendine has mimarisiyle ilgi
çekici kölner philarmonie’de gerçekleşen gürzenich-orchester köln’ün
konseriydi.
adında şehir veya devlet, senfoni veya filarmoni
ibarelerinin hiçbiri olmasa da, gürzenich-orchester köln kentin en eski
topluluğu; 2013’de resmi olarak 125 yılını kutlamış ama kuruluşu 15. yüzyıla
kadar iniyormuş. mahler, r.strauss gibi önemli isimler orkestrayı yönetmişler;
bir çok yapıtlarının ilk çalınışı bu orkestrayla gerçekleşmiş.
orkestra aynı zamanda köln operası’nda da görev yapıyor;
bizim istanbul devlet senfoni orkestrası ile istanbul devlet opera ve bale
orkestrası’nın birarada olanı gibi bir şey.
sezonda belli sayıda konser veriyorlar; hepsi kölner
philarmonie’de gerçekleşiyor; zaten orkestranın amblemi konser salonunun
sıradışı oturma planını esas almış. bu arada, orkestranın abonman seyircisi
sayısının 5000 olduğunu belirtmekte fayda var. her ne kadar almanya 2020/25’te
yaşanacak “geleneksel konser seyircisinin kaybı ve yerine gelecek yeni
nesillerin olmaması” sorunuyla nasıl başa çıkacağını bilemese de, şu andaki
5000 abonman gerçekten çok iyi bir sayı.
2003’den beri orkestranın genel sanat yönetmeni ve daimi
şefi olan bu sezon sonunda bu görevlerden ayrılacak olan markus stenz salzburg
festivali’nde berlin devlet operası’nda operalar yönetmiş önemli bir müzisyen.
gürzenich-orchester köln’ün konserlerinde çok ilginç bir
uygulama var; hayran kaldım!
2005 yılından beri sürdürdükleri bu uygulama sayesinde; dinlediğiniz
konserin canlı kaydını, konser bittikten yaklaşık 5 dakika sonra kabıyla,
kapağıyla bir cd halinde satın alabiliyorsunuz: 12 avro. mp3’ü ise daha ucuz:
5.5 avro.
inanılmaz güzellikte bir anı; hele de şef ile solist imza
vermeye de gelirse (ki benim gittiğim konserde geldiler), konser anınız
bütünüyle tamamlanıyor.
biz seyirciler için güzel bir anı ancak bu durum icracılara
büyük bir görev de yüklüyor kanımca; çünkü verdikleri konser havaya uçmuyor,
kaydediliyor ve esas önemli olan, isteyen herkese saklaması için ulaşıyor;
doğruları ve yanlışlarıyla..
benim gittiğim akşamda, sanırım istanbul’a da gelmiş olan
genç alman piyanist lars vogt solistti; beethoven’ın 3. piyano konçertosu’nu
yorumladı.
vogt ile stenz’in yorumları biraz abartılıydı, özellikle 3.
bölümde.
konsere esas gitme nedenim ise ikinci yarıda; geçen yıl ani
bir şekilde vefat eden çağdaş müziğin, özellikle de çağdaş müziktiyatrosunun
önemli isimlerinden hans werner henze’nin bir senfonisinin çalınacak olmasıydı.
sanırım istanbul’da hiç henze dinlemedik, kolay kolay da
dinleyemeyiz herhalde. almanya’da bile salonun tıklım tıklım dolu olmaması, beethoven’dan
sonra hafifçe boşalması, hele de henze’nin senfonisinin bölümleri arasında da
kaçanların olması; bir henze senfonisini istanbullulardan iyice uzaklaştıran “kritik”
göstergeler.
çalınan henze’nin 7. senfonisi’ydi; öyle dinlenemeyecek,
apar topar kaçılacak bir eser değildi; hatta oldukça etkili olduğunu
söylemeliyim.
henze bir çok farklı çalgı kullanmış, çok sert ve gürültülü
pasajlar olduğu gibi, ani sessizlikler veya tek bir piyano tuşunun çıkardığı
sesin havada uzun süre kaldığı anlar yapıtın karakterini oluşturuyordu.
sanırım içinde 1-2 melodi barındırıyor diye stockhausen
yapıtın prömiyeri sırasında konseri terk etmiş; köln’deki konserde terk
edenlerin nedeni bu olmasa gerek..
konserin sürprizi ise programda adı açıklanmayan ve “3. akt”
(3. perde) olarak belirtilen bir bestenin çalınmasıydı; çıkışta konser cd’sini
esas bu yapıt için edindim: amerikalı besteci charles ives’ın 1906 yılında
bestelediği dört flüt, bir trompet ve yaylı çalgılar orkestrası için “the
unanswered question” (cevaplanmayan soru).
yapıtın ilginçliği icra sırasında hiç bir yaylı çalgıcının
sahne üzerinde olmaması, trompetin görünmez bir yerde olması ve sahnede sadece
dört flütçünün bulunması.
yaylı çalgıcılar zaten kendine has bir mimariye sahip olan
konser salonunun en üst arka koridoruna ve orkestra arkası balkonlarına
yerleştiler; bütün ışıklar söndürüldü.
sahne üzerinde olmayan (ve her biri birbirinden uzakta
konumlanmış olan) yaylı çalgı orkestrası “evren”i temsil eden tek bir notayı büyük
bir uyumla sanki tek bir nefesten çıkıyormuş gibi seslendirmeye başladı.
sonra bilmediğimiz, görmediğimiz bir yerden gelen esrarengiz
trompet sesi doldurdu mekanı.
ne zaman sahne üzerindeki “insanlar/dünya” olarak flütler
ses verdiler, sadece onlar biraz aydınlatıldı. flütler, trompet ile önce tatlı
tatlı sohbet etmeye başladır sonra atışmaya..
8 dakikalık bu küçük bir mücevher gibi yapıt başladığı gibi
evrenin sesinin hakimiyetiyle sonlandı.
denk geldim; sadece, kolay kolay dinleyemeyeceğim bir henze
yapıtını dinlemiş olmadım, bir de üstüne, salonun sıradışı mimarisini kullanan sıradışı
bir ives yapıtını da yaşantılamış oldum.
sevgili danzon, kesinlikle inanıyorum ki müzik, sahne sanatlarıyla ilgili uzman bir işin var. 3 ay yaşayacağın heyecanı sanalda olsa burada paylaşman benim için büyük bir kazanç ve keyif olacak. bu arada max raabe gibi ilginç bir müzisyeni bizlerle tanıştırdığın için teşekkürler. 2 gündür onu dinliyorum.
YanıtlaSilİyi bayramlar!
max raabe'yi sevdiğinize sevindim, gerçekten özel bir müzisyen bence..
YanıtlaSilüç ayım içinki dileklerinize de çok teşekkür ederim :)
size de iyi bir bayram ve bol seyahatler diliyorum..