dün akşam abbado’nun konseri iptal olmasaydı aslında
dortmund’da olacaktım. iptal haberini alınca, düsseldorf schauspielhaus’da
merak ettiğim bir oyuna bilet buldum, düsseldorf’un yolunu tuttum.
tren istasyonunda hızlıca bir şeyler atıştırdım, istasyondan
çıktım, ana cadde boyunca schauspielhaus’a doğru her zamanki rotamda yürüyorum.
daha önce aynı yoldan yürüdüğüm için steinway piyano
mağazasının yerini biliyorum ve mağazaya yaklaşırken, wagner’in bizzat
kullandığı steinway piyanonun almanya turnesinde ve bu tarihlerde düsseldorf’da
olacağı aklıma geliyor.
wagner’e 1876 tarihinde steinway tarafından hediye edilen ve
son operası parsifal'i bestelerken kullandığı, liszt’in wagner’i ziyaret ettiği
zamanlarda çaldığı bilinen piyano, ikinci dünya savaşı bombardımanlarından yara
almadan kurtulmuş. şu sıralar piyanonun bulunduğu wagner’in
villası haus wahnfried restorasyonda olduğu için berlin, düsseldorf, hamburg ve diğer bir kaç kenti kapsayan bir
seyahate çıkarılmış. işin güzel tarafı ise; eski piyanoların canlı kalabilmesi
için kullanılmaları gerektiğinden, ziyaret ettiği şehirlerde randevu alan
herkese piyanoyu çalma izni veriyorlar. dendiğine göre özellikle wagner, liszt,
verdi, brahms ve chopin repertuarı muhteşem çınlıyormuş, mozart ve bach'da piyano o kadar iyi sonuç
vermiyormuş.
neyse lafı uzatmıyım;
saat 7’ye 10 var, mağazanın ışıkları yanıyor ama kapalı gibi
de. önce, piyano vitrinde mi acaba diye bakınıyorum; hayır. içeride geride iki
kişi, piyano başında da bir hanım görünce, biraz teredütle de olsa içeri
giriyorum. uzaktan piyanonun başındaki hanımı genç bir kız gibi algılıyorum; aa
diyorum, lise öğrencilerine de çaldırıyorlar demek ki.
biraz yaklaşıyorum, piyano mağaza içinde, şeffaf
ayırıcılarla bölünmüş farklı bir odada; odanın kapısını arıyorum; çekinerek
içeri giriyorum. bir de ne göriyim: piyanonun başındaki “genç kız” hélène
grimaud.
bak şu “allahın” işine; işi yok, benimle uğraşıyor! grimaud’ya
“soğuk nevale” der misin, al sana karşında, sıkıysa yüzüne söyle! neyse ki
grimaud ile içimde barış çubuğu yakmışım, yakmamış olsam neler olurdu kimbilir.
tam o sırada grimaud piyanonun başından kalkıyor, mağazanın
sahibi ile düsseldorf tonhalle’deki konseri için bazı ayarlamaları
konuşuyorlar; kulak misafiri olmamaya gayret ediyorum. bir yandan da fotoğraf
makinamı çıkarıyorum; grimaud’yu çekmek için değil; barıştık dediysem, hemencecik
hayranı da olmadım. fotoğraf hazırlığım wagner piyanosu için.
grimaud bana doğru yaklaşıp selam verince dayanamayıp, “sizi
üç hafta önce kölner philharmonie’de schumann konçertosunda dinledim,
muhteşemdiniz, çok teşekkürler” diyorum, “düşüncelerinizi ilettiğiniz için esas
ben teşekkür ederim” diyor, elini uzatıyor; schumann konçertosu çalan
ellerinden birini; el sıkışıyoruz; “iyi akşamlar” diliyor ve mağazanın
müdürüyle uzaklaşıyorlar.
hélène girmaud; mütevazi, ilgili ve “sıcak kanlı”!
utancımdan yerin dibine girsem kurtulamam; kanıtı blogumda..
wagner’in piyanosuna yaklaşıyorum; annem veya teyzem olsa
kesin bir vals tıngırtlatmışlardı; ben 30 sene uzağım piyano çalmaya, tenezzül
bile etmiyorum; sadece fotoğraflarını çekiyorum..
...
helene grimaud’yla beraber fotoğraf çektirmek veya onun
fotoğrafını çekmek özellikle istemedim; küskünlük, hayranlık, işin şakası.
zaten yeterince spotlar önünde olan bir sanatçının gündelik
hayatının içine müdahele etmek istemedim; belki o an içinden fotoğraf çektirmek
geçmiyor, mağazanın sakin bir vaktinde gelmiş kendine ait bir zamanı yaşıyor;
bir iş konuşuyor. tanınmış olmak, hayatını bütünüyle kamuya vakfetmek zorunda
kalmak olmamalı..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder