pina bausch’un ilk defa 1982 yılında sahnelediği “nelken”
adlı yapıtında iki saat boyunca sahneden salona, oyunculardan seyircilere doğru
müthiş bir sevgi ve mutluluk arayışı kadar, yoğun melankolik ve iç karartıcı bir
atmosfer aktı..
franz lehar'ın "schön ist die welt" operetinden "schön ist die welt, wenn das glück dir ein märchen erzählt" (dünya güzeldir, eğer mutluluk sana bir masal anlatırsa) şarkısıyla başlayan "nelken"de tedirginliğin hakim olduğu bir ortamda; siyah takım elbiseli, otoriter görünüşlü, bizdeki deyişle “başöğretmen kılıklı” bir adamın sahnede hükümran bir havada emirler yağdırdığı, adeta terör estirdiği, önüne gelene pasaportunu sorduğu, eline aldıktan uzun uzun kontrol ettiği, sınamak için sorular sorduğu, üstten bakarak “üzerine doğru dürüst bir şeyler giy” diye aşağıladığı bir ortamda; zaman zaman siyah kocaman bekçi köpeklerinin siyah takım elbiseli sahipleriyle birlikte etrafı kolaçan etmeye çıktığı; yükseklerden aşağıya kendilerini bırakan, birbirleriyle kavgaya tutuşan, diğerlerinin üzerinden atlayan siyah takım elbiseli adamların bulunduğu, tehlikelinin ve korkunun estiği bir ortamda; çocukların anne-babaları tarafından azarlandığı, dövüldüğü, cezalandırıldığı bir ortamda; sahnedeki birisinin hem diğerlerini hem de daha sonra seyircileri bağırarak azarladığı, hizaya sokmaya çalıştığı bir ortamda; sevgi ve mutluluk yeşerebilir mi.. sevgi ve mutluluk o ortama “rağmen” var olabilir mi, var olmaya devam edebilir mi..
yoksa; iki saat boyunca ayaklar altında ezilen pembe-kırmızı
yüzlerce masum karanfil gibi karşılıksız sevgi ve mutluluk da hiç bir zaman ulaşılamamaya
mahkum idealler olarak kalacak mı..
(fotoğraf: ulli weiss)
ama her şeye rağmen; en başta billy holiday’in melankolik
sesinden “the man i love” (sevdiğim adam) şarkısını dilsiz alfabesi
hareketleriyle “dansa dönüştürerek” sevdiği adamın bir gün geleceğini ümit eden
adamın, sonda sahnenin en önüne gelip “rica etsem, herkes kalkabilir mi? tamam,
şimdi de benim yaptığımı tekrar eder misiniz?” diyerek önce sağ kolunu sağa
doğru, sonra sol kolunu sola doğru açıp; sonra sağ kolu göğse doğru kapatıp,
solu da aynı şekilde yaptığı hareketi seyircilere bir kaç tekrar ettirdikten
sonra; sahnedeki dansçılar salona inmeye başlayıp bu hareketi yaparak seyircilerle
kucaklaşmaya başladığında; yani aslında bu ilk anda soyut gibi gözüken
koreografinin aslında iki insan arasında gerçekleşebilecek en masum ve şefkatli
birleşmenin, yani kucaklaşma hareketinin ta kendisi olduğunu fark ettiğinizde
yüzünüzde oluşan mutluluk ve gülümseme; arkanızda kalan o iki saat boyunca
sahnede izlediğiniz terör ortamının korku yüklü ve köşeye sıkıştırılmış
hissinden geriye sadece belli belirsiz kırıntılar kalmasını sağlar mı..
yoksa; bu en saf haliyle ve en basit şekliyle kucaklaşma
bile geride kalan zorlu mücadelenin izlerini silmeye kadir değil mi; değil
sanki, çünkü iki saat boyunca sahnede gördüklerimiz aslında içinde yaşadığımız
dünyanın olağan hali; çocukluk zamanlarımızın masumiyeti, serbestliği ve
korkusuzluğu ile, yetişkinliğimizin baskısı, kuralcılığı ve korkuları arasında
gidip gelerek ömürlerimizi süren ve tamamlayan insanlarız bizler de..
(fotoğraflar: oliver look)
arasız sahnelenen “nelken”in ilk yarısı boyunca, üzerlerinde
arka fermuarları çekilmemiş, bağları bağlanmamış kadın elbiseleriyle erkek
dansçıların, toplumsal olarak onlara atfedilen cinsiyetin kıyafetlerini taşımıyor
olmanın, yani bir nevi kuralları yıkmış olmanın özgürlüğünün getirdiği
tedirginlik kadar; ancak çocuk masumluğuyla yapılabilecek bir şeyi, yani
annelerinin veya ablalarının kıyafetlerini giymiş olmanın verdiği oyunsu
heyecanla da karanfil tarlasında yarım daire çizecek şekilde yarı amuda
kalkarak dönmeleri ve onları kovalayan siyah takım elbiseli adam sahneye
girince ayağa kalkamadan, el ve ayakları yere değecek şekilde kaçışmaları,
çocuksu bir oyun kadar ötekileştirilmiş varlıklara da gönderme yapıyor. bu
tablo hüzünlü ama aynı zamanda seyredeni güldüren, mutluluk veren bir özelliği de var. benzer
şekilde, seyirciyi iki duygu arasında sallayan bir tablo ise: yapıtın hemen ilk
sahnelerinin birinde karanfiller daha çiğnenmemişken, çıplak göğsünün önünde akordeon
taşıyan, üzerinde sadece beyaz bir külot olan kadının sessizce ve yavaşça sahne
önüne gelmesi, etrafa ve uzaklara bakınıp dönmesi, tekrar gelmesi ne kadar
melankolikse, aynı kadının sonlara doğru tekrar gelip etraftaki tarumar olmuş
karanfilleri görünce seyircilere dönerek ve müthiş bir mutluluk duygusuyla
söylediği “yakında yeniden bahar gelecek…” sözleri bizlere umut aşıladı, adeta
kanatlandık.
evet, “pina” filminin açılış ve kapanış sekansı “nelken”in sonundan
alınma: “yakında tekrar bahar gelecek, çimenler yeşerecek, kısa boylu çimenler,
sonra yaz gelecek ekinler büyüyecek ve güneş açacak, sonra güz gelecek, yapraklar
düşecek ve kış, sonra tekrar bahar, yaz, güz ve kış…” bu sözleri betimleyen
hareketler, aynı “the man I love”ı dilsiz alfabesiyle dans eden adamınkiler
kadar basit ve etkili. bu hareketler insanı o kadar mutlu ediyor ki, gösteri
sırasında etrafımda bir çok seyircinin dansçılarla birlikte bu hareketleri yapmaya
çalıştıklarına tanık oldum; sadece tanık olmadım, ben de yaptım..
“nelken”de bol bol çocuk oyunları, anıları, şımarıklıkları
vardı; bol bol yetiştin kuralları, emirleri, azarları vardı; ikisi bir
aradaydı.
10 dakika boyunca bütün dansçıların çocuksu bir mızıkçılık,
heyecan ve eğlenceyle “un, deux, troi soleil” oynamalarını seyrettiğimiz gibi;
gösteri boyunca hep boş bırakılmış sahnenin merkezine, etrafında korumaları ve
köpekleriyle gelen siyah takım elbiseli “ağır” adamın hepimize “iyi yeni
yıllar” dilemesine tanık olduk. schubert’in “ölüm ve genç kız” dörtlüsünün 15
dakika süren ikinci bölümünün altlık olduğu sekans ise “nelken”in kreşendoya
ulaştığı andı; üst üste bindirilmiş üç-dört olay aynı anda sahnede
gerçekleşirken hem bir koltukla yapılabilecek en estetik koreografiyi izledik
hem 6-7 metreden kartonların üzerine atlayan dublörlerin yarattığı tehlikeyi
hissettik, bir yandan dansçılar en arkadan öne doğru kollarını iki yana açarak
ve sevgi hakkında sözler haykırarak üzerimize doğru gelirlerken, bir yandan
kaygılı bir kadının oğluna yakarış çığlıklarıyla kulakzarlarımız delindi; her
şey üstüste bindi, çoğaldı; sahneden salona inanılmaz bir enerji aktı; herhalde
schubert’in “ölüm ve genç kız”ı hiç bu kadar radikal bir şekilde kullanılmadı...
“nelken” bir yandan da sanki pina bausch ve dansçılarının klasik bale ile hesaplaştıkları bir yapıttı. 1982 tarihli bu yapıttan önce sahneledikleri yüzünden eleştirmenlerden ve seyirciden “bunun neresi dans?” eleştirileri aldığından olsa gerek; özgün hali dominique mercy tarafından canlandırılan ünlü sahnede “hangi hareketi istiyorsunuz, pirouette mi, tamam, kaç tane, işte pirouette; le grand jete mi istiyorsunuz, buyrun size la grand jete..” diyerek klasik balenin tipik zor hareketlerini yaparken bir yandan da, kendi parodisini yaratırcasına, nefes nefese kalmış bir şekilde “tamam, daha mı istiyorsunuz, ama şu anda çok yoruldum, yapamam” gibi açıklamalarda da bulundu.
son sahnede ise, dansçılardan bazıları kolları yukarda
birleşmiş port de bras poziyonunda yavaş yavaş sahneye gelirken, bir yandan da neden
balerin/balet olduklarını anlattılar; aralarında o kadar alakasız nedeni
olanlar vardı ki! birisi bir kaza sonucu oluşan duruş sorunu çözülsün diye
başlamış, diğerinin ki tesadüfmüş, bir diğeri dans etmenin konuşmaktan daha kolay
olduğunu düşünüyormuş, başka biri “diğerlerinden farklı olmak istediği” için
baleye başlamış; bir balerine aşık olduğu, “uyuyan güzel”i seyrettiği için
dansçı olanların yanısıra böbürlenen bir edayla “yuvadan beri her zaman dans
ettim” diyeni de vardı.
pina bausch’un her yapıtından mutlaka kullandığı
yabancılaştırma efektleri “nelken” boyunca serpiştirilmişti. ilk sekansta
dansçıların seyircilerin arasına inip, onları kendilerine eşlik etmeye davet
edip, salondan çıkarmalarıyla başlayıp, son sekansta herkesi ayağa kaldırıp
kucaklaşma hareketi yaptırmaları arasında; michael’in yorulduğu bir anda ön
sırada bir koltuğu gösterip yandaki seyirciye “burası boş mu” diye sorup
oturması, daphnis ile christiana’nın ön sahneye gelip seyircinin birinden
fotoğraf çekmesini istemeleri, michael’in seyircilere bağırarak “siz orada
esniyorsunuz, ama benim burada bacaklarım ağrıdan ölüyor”, “gülünecek bir şey
yok, siz bunun da yapıtın bir parçası olduğunu zannediyorsunuz, evet öyle,
ama…”, “size bayan vanieri’yi getirdim, o devam edecek, hem genç hem güzel,
sizi daha fazla eğlendirir…”, paul’ün “beni ararsanız kantindeyim” deyip
çıkması ama hemen biraz sonra tekrar sahneye gelip “döndüm, çünkü kantin
kapalıymış” demesi gibi…
1982’de toplulukta bulunan dansçıların özgeçmişlerindeki
anılardan, dünyanın o günlerdeki halinden etkilenerek – özellikle topluluğun o
dönem dansçı-tiyatrocularından jan minarik’in ağırlığı hissediliyordu –, pina bausch’a verdikleri cevaplardan ortaya
çıkan bir yapıt, 30 yıl sonra hala anlamlı olabilir mi?..
olmaz olur mu! yakın zamanda ve özellikle şu günlerde
avrupa’da ve almanya’da tartışılan en önemli konu afrikalı kaçak göçmen ve
mülteci politikasıyken, almanya devlet televizyonlarında afrikalıları kabul
ederek mi yoksa kendi ülkelerindeki şartları düzelterek mi onlara daha faydalı
olabiliriz gibisinden tartışma programları düzenlenirken; sahnede otoriter bir
adamın önüne her gelene pasaportunu sormasının, uzun uzun sayfalarını çevirerek
incelemesinin ve bazılarına hayvan taklitleri yaptırarak aşağılamasının anlamı
herhalde had safhada güncelleşmiş olsa gerek.
….
“nelken”i de ilk defa 2004’te seyrettim. tabii ki dominique
mercy, lutz förster, nazareth panadero ve "thusnelda'nın dadısı" helena pikon dans ediyorlardı.
“nelken” o zaman barmen operası’nda değil, sahnesi daha geniş olan wuupertal schauspielhaus’ta sahnelendiği için de, bu seferki gibi sahneye sıkışmış da değildi.
“nelken” o zaman barmen operası’nda değil, sahnesi daha geniş olan wuupertal schauspielhaus’ta sahnelendiği için de, bu seferki gibi sahneye sıkışmış da değildi.
şimdiki “nelken”lerle o zamankini karşılaştırınca, maalesef
o zamankinin etkisi daha ağır basıyor. mercy ve förster’in dans etmesi ve geniş
sahneli bir tiyatroda sahnelenmiş olması büyük etkenler tabii ki ama sanki,
mercy’nin bir söyleşide “pina her seferinde seyircilerin arasında oturur bizi
seyrederdi, biraz da onun için dans ederdik” dediği gibi, pina bausch’un artık
seyirciler arasında olmayan gözünün eksikliği, sanırım sahnedeki performansın kalitesinde
hissedilir bir fark yaratıyor.
perşembe’den pazar’a sahnelenen “nelken”i perşembe, cuma ve
cumartesi akşamları izledim. bence sahnedeki en iyi performans cuma gecesi,
salondaki en iyi performans ise cumartesi gecesiydi.
zaten wuppertal'de ilk, cumartesi akşamlarının biletleri tükenir, dokuz yıldır edindiğim izlenim cumartesi seyircisinin daha “ateşli” ve “hazır” olduğudur. örneğin; “lütfen kalkar mısınız” ricasına ikiletmeden cevap veren cumartesi seyircisi idi; hatta, kucaklaşma seansı bittikten sonra oturmayıp, sahnede tekrarlanan “bahar, yaz, güz, kış” koreografisini ayakta izleyip, bir de müziğe göre tempo tuttular, uzun süre koltuklarına geri oturmak istemediler.
zaten wuppertal'de ilk, cumartesi akşamlarının biletleri tükenir, dokuz yıldır edindiğim izlenim cumartesi seyircisinin daha “ateşli” ve “hazır” olduğudur. örneğin; “lütfen kalkar mısınız” ricasına ikiletmeden cevap veren cumartesi seyircisi idi; hatta, kucaklaşma seansı bittikten sonra oturmayıp, sahnede tekrarlanan “bahar, yaz, güz, kış” koreografisini ayakta izleyip, bir de müziğe göre tempo tuttular, uzun süre koltuklarına geri oturmak istemediler.
üç akşamki genel seyirci izlenimim ise; 5-10 yaşındaki
çocuklardan (ki hiç ses çıkarmadan ve sıkılmadan izlediler, öncesinde sahnedeki
karanfillerin önünde hatıra fotoğrafı çektirdiler), fuayede duyduğum flemenkçe,
ingilizce, fransızca, ispanyolca sohbetlere, beyaz saçlılardan genç çiftlere ve
azımsanmayacak sayıdaki eşcinsellere pina bausch’un yapıtlarının çok geniş bir
seyirci yelpazesine sahip olduğu; burada gittiğim diğer dans ve tiyatro
gösterilerinde rastlamadığım kadar geniş bir yelpaze bu. ve ne güzel ki bu
geniş kitle her akşam ayakta alkışlayarak -ki pek öyle kolay kolay ağaya
kalkmıyor almanya seyircisi- dansçıları ve dört dublörü defalarca selama
çağırdılar..
Çok güzelmiş:) Çook güzel!
YanıtlaSildeğil mi :)) gerçekten çok güzeldi.. umarım bir gün canlı da izlersiniz.. sevgiler..
YanıtlaSilKerem'ciğim o kadar seyretmek isterdim ki Nelken'i,
YanıtlaSilseninle gülüşerek o hareketleri yapmaya çalışmayı...
belki bir gün seyrederim ümidiyle ve duygusuyla ve iyimesrlik içinde yazının özellikle tamamını okumadım, hızlı hızlı geçtim cümleleri
sürpriz kalsın diye bazı detaylar...
biliyorsun ben iyimser bir insanım ihtimaller olursa bana yazar mısın
gayret edeyim ;)
sevgiler.
nunu
umarım bir gün denk getiririz nuraycığım, hem de wuppertal'de olur umarım, beraber nelken'i izleriz, pina'nın mezarını ziyaret ederiz, kış olursa midye yaz olursa kuşkonmaz yapan eski bir lokanta var, oraya yemek yeriz; umarım..
YanıtlaSilsevgiler,
k.