11 Kasım 2013 Pazartesi

NRW037 istanbul’da yarın başlayacak “ölüm sanat mekan sempozyumu”na köln’den selamlar..


Ölüm çanları, ölümün hükümdarı, yanan ve batan gemiler, ölümün kol gezdiği, çürümenin zafer kazandığı bir peyzaj, darağacındaki ölüler, cellat olarak ölüm, ölümün ağları, ölümün beşiği, başları kesilmiş hacılar, ölmekte olan kayser, deli, oyuncu, sevgili, anne ve kardinal, özellikle, son gücüyle yürümeye çalışan kardinal, herşeye hakim ölümün iskeletimsi kolları tarafından sarmalanmış, yaklaşan bütün yıkım ve yokoluşa kahkahayla gülen ölümün…

akşamları oyunlar veya konserler için 30 dakika ile 1.5 saat arasında trenlerde geçirdiğim zamanı değerlendirmek için kitap okuyorum. şu sıralar elimde pieter bruegel’in hayatını anlatan bir roman var, john vermeulen’in “die elster auf dem galgen” (darağacındaki saksağan).

hayat tesadüflerle dolu; ya da biz çok fark etmeden hazırlıyoruz o tesadüfleri. dün sabah köln’de, akşam essen’de iki konser dinledim. ilkinde mahler’in 6. senfonisi, ikincisinde berlioz’un “fantastik senfonisi” yorumlandı, ve ikisinin arasında, trende, 490 sayfalık romanın tam da bruegel’in “ölümün zaferi” tablosunu resmettiği kısmına denk gelmek; bruegel’in bu tablosunu hangi ruh haliyle ve olayların sonucunda, hangi kabusları görerek, gözünü kırpmadığı kaç gün ve gece boyunca tuval başında kalarak yaptığını okumak, anlatılanlar kurgu da olsa, etkileyici.
herhalde, ayarlamak istesem bu kadarını başaramazdım.

mahler’in 6. senfonisi’ni markus stenz yönetiminde gürzerich-orchester köln yorumladı. kölner philharmoni’de malum yerimdeydim; tam tepeden ve arkadan, mekanın taşıyıcı çelik strüktürünün, akustik panellerin ve ışık spotlarının arasından aşağıdaki orkestrayı dinledim. ses, çalgılardan çıktıktan sonra ilk olarak yukarı yükselir, sonra mekana dağılır ya, işte ben tam, çalgılardan çıkan seslerin ilk ulaştığı yerdeydim.

mahler’in 6. senfonisi’ni hiç canlı dinlememiştim. 80 dakikalık bir yapıttır. bütünüyle yaşam ile ölüm arasında bir gidiş geliştir eser; ilk bölümde dağlar arasından duyulan, ineklerin boyunlarındaki çanlar yerini son bölümde ölüm çanlarına bırakır. 30 dakikalık süresiyle, kendi başına bir müzik yapıtı olan son bölüm dünyanın sonunu anlatıyor gibidir; bu bölümün içinde üç farklı yerde duyulan hammerschlage ölümün hakimiyetini simgeliyor gibidir. 



akşam essen’deki konserde ise berlioz’un “fantastik senfonisi”nin yanısıra op.1 numaralı, yani bestelediği ilk eser olan “waverley” üvertürünü ve, soprano ve orkestra için lirik yapıtı “la mort de cléopatre”yı seslendirenler mezzosoprano karen cargill ve valery gergiev yönetiminde londra senfoni orkestrasıydı.
ilk iki eseri ilk defa dinledim, berlioz’a duyduğum yakınlık daha da arttı. özellikle “kleopatra’nın ölümü” yapıtının, soprano sesinin de kullandığı son bölümü çok etkileyiciydi.
“fantastik senfoni” ise gergiev’in kıvrım kıvrım ellerinde bambaşka bir yapıta dönüştü. “songe d’une nuit du sabbat” (sabbat gecesi şarkısı) zaten başlı başına pieter bruegel’in veya hieronymus bosch’un ölüm temalı tablolarından esinlenilmiş gibidir. gergiev’in yorumunda kemanlar daha bir grotesk tınladılar, bakır üflemeliler kötülüğün dünyaya hakim oluşunu daha bir zafer edasıyla duyurdular, klarinet ile davulların düeti ise biz zavallı insancıkların içine korku salan nitelikteydi; çanlar bizleri ölüme çağırırken, sonlara doğru tırmanan kötücül gürültü beni bütünüyle etkisi altına aldı.



mahler 6, berlioz fantastik ve bruegel birleşerek, dün günboyu içimde apokaliptik bir atmosferi canlı tuttular…

2 yorum:

  1. Danzon, siz bu konserlere giderken, siyah takım elbise giyip, papyon takıyor musunuz yoksa:)

    YanıtlaSil
  2. hayır, o şekilde giyinmiyorum :)

    YanıtlaSil