“Ölüm çanları, ölümün hükümdarı, yanan ve batan gemiler, ölümün kol gezdiği, çürümenin zafer kazandığı bir peyzaj, darağacındaki ölüler, cellat olarak ölüm, ölümün ağları, ölümün beşiği, başları kesilmiş hacılar, ölmekte olan kayser, deli, oyuncu, sevgili, anne ve kardinal, özellikle, son gücüyle yürümeye çalışan kardinal, herşeye hakim ölümün iskeletimsi kolları tarafından sarmalanmış, yaklaşan bütün yıkım ve yokoluşa kahkahayla gülen ölümün…”
akşamları oyunlar veya konserler için 30 dakika ile 1.5 saat
arasında trenlerde geçirdiğim zamanı değerlendirmek için kitap okuyorum. şu
sıralar elimde pieter bruegel’in hayatını anlatan bir roman var, john
vermeulen’in “die elster auf dem galgen” (darağacındaki saksağan).
hayat tesadüflerle dolu; ya da biz çok fark etmeden
hazırlıyoruz o tesadüfleri. dün sabah köln’de, akşam essen’de iki konser
dinledim. ilkinde mahler’in 6. senfonisi, ikincisinde berlioz’un “fantastik
senfonisi” yorumlandı, ve ikisinin arasında, trende, 490 sayfalık romanın tam
da bruegel’in “ölümün zaferi” tablosunu resmettiği kısmına denk gelmek;
bruegel’in bu tablosunu hangi ruh haliyle ve olayların sonucunda, hangi
kabusları görerek, gözünü kırpmadığı kaç gün ve gece boyunca tuval başında
kalarak yaptığını okumak, anlatılanlar kurgu da olsa, etkileyici.
herhalde, ayarlamak istesem bu kadarını başaramazdım.
mahler’in 6. senfonisi’ni markus stenz yönetiminde
gürzerich-orchester köln yorumladı. kölner philharmoni’de malum yerimdeydim;
tam tepeden ve arkadan, mekanın taşıyıcı çelik strüktürünün, akustik panellerin
ve ışık spotlarının arasından aşağıdaki orkestrayı dinledim. ses, çalgılardan
çıktıktan sonra ilk olarak yukarı yükselir, sonra mekana dağılır ya, işte ben
tam, çalgılardan çıkan seslerin ilk ulaştığı yerdeydim.
mahler’in 6. senfonisi’ni hiç canlı dinlememiştim. 80
dakikalık bir yapıttır. bütünüyle yaşam ile ölüm arasında bir gidiş geliştir
eser; ilk bölümde dağlar arasından duyulan, ineklerin boyunlarındaki çanlar
yerini son bölümde ölüm çanlarına bırakır. 30 dakikalık süresiyle, kendi başına
bir müzik yapıtı olan son bölüm dünyanın sonunu anlatıyor gibidir; bu bölümün
içinde üç farklı yerde duyulan hammerschlage ölümün hakimiyetini simgeliyor
gibidir.
akşam essen’deki konserde ise berlioz’un “fantastik senfonisi”nin yanısıra op.1 numaralı, yani bestelediği ilk eser olan “waverley” üvertürünü ve, soprano ve orkestra için lirik yapıtı “la mort de cléopatre”yı seslendirenler mezzosoprano karen cargill ve valery gergiev yönetiminde londra senfoni orkestrasıydı.
ilk iki eseri ilk defa dinledim, berlioz’a duyduğum yakınlık
daha da arttı. özellikle “kleopatra’nın ölümü” yapıtının, soprano sesinin de
kullandığı son bölümü çok etkileyiciydi.
“fantastik senfoni” ise gergiev’in kıvrım kıvrım ellerinde
bambaşka bir yapıta dönüştü. “songe d’une nuit du sabbat” (sabbat gecesi
şarkısı) zaten başlı başına pieter bruegel’in veya hieronymus bosch’un ölüm
temalı tablolarından esinlenilmiş gibidir. gergiev’in yorumunda kemanlar daha
bir grotesk tınladılar, bakır üflemeliler kötülüğün dünyaya hakim oluşunu daha
bir zafer edasıyla duyurdular, klarinet ile davulların düeti ise biz zavallı
insancıkların içine korku salan nitelikteydi; çanlar bizleri ölüme çağırırken, sonlara
doğru tırmanan kötücül gürültü beni bütünüyle etkisi altına aldı.
mahler 6, berlioz fantastik ve bruegel birleşerek, dün günboyu içimde apokaliptik bir atmosferi canlı tuttular…
Danzon, siz bu konserlere giderken, siyah takım elbise giyip, papyon takıyor musunuz yoksa:)
YanıtlaSilhayır, o şekilde giyinmiyorum :)
YanıtlaSil