“macbeth”i oldum olası çok sevmişimdir. bu sezon essen’de biri
tiyatroda diğeri operada iki “macbeth” olduğunu görünce heyecanlanmıştım. bir
ay önce schauspielhaus’da izlediğim “macbeth” feci ötesiydi; bir shakespeare
oyunu bu kadar mı bir anafikirden yoksun, omurgasız, anlamsız sahnelenebilir,
ruhsuz oynanabilirdi; inanamadım!
neyse ki, operadaki “macbeth”e değdi. bu sayede hem verdi’nin
200. doğum yılının kutlandığı 2013’ü onun bir operasını seyretmeden kapatmamış
oldum, hem de 20. yüzyılın en önemli mimarlarından, benim de hayranı olduğum
fin alvar aalto’nun efsanevi opera binasının içinde dolaşmak ve her şeyden
önemlisi orada bir gösteri seyretmiş, ana salonunun akustiğini ve sahnenin görsel
kalitesini deneyimlemiş oldum.
genç alman opera yönetmeni david hermann’ın “macbeth”
yorumu, tiyatro opera olsun, şimdiye kadar hiç bir “macbeth” prodüksiyonunda
rastlamadığım, benim de oyunu okurken pek üzerinde durmadığım, hatta fark
etmediğim bir fikir üzerine kuruluydu: macbeth ile lady macbeth’in çocuksuz olma
halleri.
“macbeth”e bu açıdan bakınca; cadıların oyunun başında
kehanetinde macbeth’e kral olacaksın, banquo’ya kral babası olacaksın denmesi
ve sonundaki kehanette ise macbeth’i anasından doğmamış bir insanın öldüreceği
söylenmesi; macbeth’in kral duncan’ı öldürdükten sonra oğullarının katilin
kendileri olduğundan şüphelenilmesi üzerine kaçmaları; banquo’nun pusuda öldürülüp
oğlunun kaçmış olması, macduff’ın ise eşi ve çocuklarının hunharca öldürülüp
kendisinin ingiltere’ye kaçmış olması gibi “çocuk” temasının ön planda olduğu
sahneler birbirleriyle karşıtlık kurarak örtüşüyor; ve mizanseni bütünüyle macbeth
çiftinin çocuksuzlukları üzerine kurmak hiç zorlama olmuyor.
zaman zaman yaptıklarından şüpheye düşseler de, kabuslar,
hayaletler görüp sonunda delirseler de macbeth çiftinin neden bu kadar hırçın,
öfkeli, pervasız, kana susamış ve sevgisiz olduklarının ipucunu çocuksuzluklarında
aramak bana anlamlı geldi.
daha üvertürde macbeth ile lady macbeth sahnenin önündeki küçük
bir toprak yığınına, bir çocuk mezarına çiçek koyarlar ve opera boyunca o mezar
orada durur. ayrıca, özellikle üçüncü perdede macbeth’in hayaleller gördüğü bir
aryada sahneyi erkek çocuklarının, bir diğerinde ise hamile anneleriyle
birlikte erkek çocuklarının kaplaması hermann’ın yorumunun önemli parçalarıydı.
hermann’ın mizanseninin bir-iki öğesini daha çok ilginç
buldum ve sevdim:
-cadıları sahne üzerinde göstermeyip, onların seslerinin
sahnenin zeminine açılmış kocaman bir delikten, adeta toprağın içinden çıkarak
gelmesi.
-dördüncü perdedeki koroyu salonun ikinci balkonunun
üzerindeki çıkıntıya (bir nevi üçüncü balkon) yerleştirip seslerin bu sefer de
sahne tavanından, adeta gökyüzünden inmesi. hemen ardından da, macbeth’in
hükümranlığından bezmiş olan halkı temsil eden koronun fuaye kapılarından
salona girip; koro, macduff ve malcolm partisini salonun ortasında söylemesi.
-sahnenin çoğunlukla karanlık olması; ışık tasarımının (rené
dreher) karanlığı bir öğe olarak kullanması.
-sahnenin bütünüyle kuru sonbahar yapraklarıyla kaplı
olması.
david hermann’ın rejisinde “fazla” bulduğum ve sevmediğim
öğeler de oldu ama yukarda saydığım artıların yanında onlar çok da önemli
değiller.
müzikal kalite olarak solistler, koro ve orkestra belli bir
seviyenin üzerindeydi, ancak yönetmenin mizanseninin etkisi müzikal kanatta
aynı seviyede yüksek ve etkileyici değildi bence. örneğin; kulaklarım, istanbul
operası’ndaki son “macbeth” prodüksiyonunun lady macbeth’i perihan nayır’ın
sesini ve yorumunu aradı…
david hermann'ın "macbeth" beni essen'e gitmeye pişman etmediyse de;
aklım şu aralar robert carsen'in berlin staatsoper'de sahnelediği
"macbeth"de kaldı. ama tabii, berlin köln'e, essen'den çok daha uzak!
yoooo bugün baleye maleye gitmedim. ne yapayım? bizim köyde bale vardı da mı gitmedim:)
YanıtlaSilneyse danzon... laf aramızda, bugün ben ne yaptın bilin bakalım?
insan hakları fim günlerine gittim:)
ne güzel; herhalde insan hakları üzerine filmler iyi olmalı; memnun kalmışsınızdır umarım..
YanıtlaSil