essen’e bir opera binası inşası için taa 1959’da bir yarışma
açılmış; ünlü fin mimar alvar aalto’nun projesi seçilmiş. ancak, dünya
krizleri, şehrin öncelikli yapıları (örneğin belediye binası) derken, operanın
temelinin atılması 1983’ü bulmuş, bitirilmesi ise 1988’i. 1976’da vefat eden
alvar aalto’nun projesini, eşi üstlenmiş ve aalto’nun en küçük detayına kadar
tasarladığı projeye sadık kalarak gerçekleşmesini sağlamış.
kadir bilir essen halkı yapıya alvar aalto’nun adını vermişler; aalto-musiktheater.
1988’de biten binanın kültür varlığı olarak tescil
edildiğini, aalto’nun projesinden farklı olarak bir çivi bile çakılamadığını;
lambalarından, kapı kollarına, koltuklarından trabzanların üzerine sarılı olan
siyah bantların şekline (!) kadar her şey koruma altında ve bozulursa aynısıyla
değiştirilmek zorunda.
insanın aklına ister istemez istanbul atatürk kültür merkezi
geliyor. o binaya bugünkü acınası halini reva görenler kültür ve sanata verilen
evrensel değerlerden ve gösterilen saygıdan bihaber oldukları, ya da işlerine
öyle geldiği için, hayati tabanlıoğlu’nun o kadar özene bezene, detayla ve ince
işçilikle tasarladığı ve inşa ettirdiği o güzelim sanat fabrikası kentin orta
yerinde çürümekte!]
alvar aalto’nun bu tasarımıyla yaptığı en büyük yenilik
opera yapılarını demokratikleştirmesi. ne demek “opera yapısını demokratikleştirmek”?
tarihsel olarak opera yapıları toplum içindeki ekonomik
katmanların açığa çıktığı binaların başında geliyor. 18.yüzyılda localar
aristokratların mekanıydı, parterde ise sıradan halk ayakta seyrediyordu;
salonun at nalı şeklinde tasarlanmasının nedeni, locadakilerin birbirlerini
seyretmesini sağlamaktı; yoksa, sahnede olan biten çok da önemli değildi;
kısacası, opera-tiyatro salonları toplumun kendini gösterdiği, birbirini
izlediği bir mekandı.
19.yüzyıl sonu ve 20.yüzyılın ilk yarısında inşa edilen
opera binalarında ise bu sefer parter koltukları değerli olmaya başladı; aristokratların
yerini endüstri devrimiyle zenginleşen üst sınıf aldı. ucuz biletli koltukların
olduğu 2. ve 3. balkon seyircileri binanın ana fuayesinden değil, yani zengin
tüccarlara, fabrikatörlere, üst sınıfa karışmadan; sokaktan direkt bağlantıyla
ulaşılan merdiven kovalarıyla çıkartılır oldular. örneğin, düsseldorf operası, wuppertal-barmen
operası bu şekilde tasarlanmıştır.
aalto’nun operası 1988’de açılmış olsa da, tasarım tarihi
1959; yani, herkesin eşit olarak aynı kapıdan girip, aynı fuayeyi kullanıp, tek
bir ortak vestiyere paltolarını verip mekanı yaşantılamalarına göre tasarlamış
ilk örneklerden biri.
yapı, büyük bir parkın kenarında konumlanmış. parkın içinde
devasa ağaçlar var ve bir de philharmonie binası.
merkez tren istasyonundan ve ana arterden aalto
musik-theater’a yaklaşım, 1986 yılında ayrıca bir yarışmaya açılmış ve
heykeltraş ulrich rückriem’in peyzaj mimarı helga rose-herzmann ile ortaklaşa
hazırladığı proje gerçekleştirilmiş. rückriem “stele” (dikit), “mauer” (duvar)
ve “tempel” (tapınak) isimli projesinde, yolun hemen başlangıcına kaba taştan
yüksek bir dikit ve binaya olan yaklaşık 100 metrelik yolun başlangıcını
sınırlayan yaklaşık 80 cm yükseliğinde yine kaba taştan bir duvar önermiş.
heykeltraşa göre “tempel” de zaten aalto’nun yapısıymış.
daha önce de bu yapıya geldiğimde, aynı zamanda binanın
giriş fuayesi de olan bilet gişelerinin bulunduğu alanın ne kadar küçük,
sıkışık ve basık olduğunu düşünmüştüm; bugün bunun neden böyle olduğunun
cevabını öğrendim. aalto, bir opera binasına
geleneksel olarak yaklaşımda ve girişte olduğu gibi görkem ve şaşaa yerine,
sanki seyirciler mahallelerinde bir lokale veya evlerine giriyormuş gibi sıcak,
samimi, alçakgönüllü bir karşılama olsun istemiş. kapı kolları bile alçakta ve
normal yükseklikte olmak üzere üstüste iki tane; çünkü küçük büyük, çocuk
yetişkin herkesin kapıları kolaylıkla açabilmesini düşünmüş. aynı şekilde
tuvaletlerde lavaboların bir tanesinin önünde bir platform, erkek tuvaletinin
pisuarlarının birinin altında da yine bir platform var; çocuklar büyüklerle
aynı yükseklikte kullanabilsinler diye.
alçak giriş fuayesi ve vestiyer kısmından sonra ulaşılan ana
fuaye bütün katların birbirini görebildiği ve en alt katın açıldığı yeşil park
ile devasa bir boşluğa sahip.
gerek giriş ve vestiyer fuayesinde gerekse de ana fuayede
bütün duvarlar çıplak; hiç bir afiş veya resim yok, veya bu devasa büyüklükte
alanlarda panolarla herhangi bir sergileme yapılmamış. bu da aalto’nun bilinçli
bir tercihi. aalto sanat yapıtlarının veya posterlerin geçici zevklere hitap
edebileceğini; geçmişte beğenilen bir objenin bugün aynı değere sahip olup
olmayacağının belli olmadığını önesürerek, bu mekanlarda esas sergilenenin
seyirciler olması gerektiğini savunmuş; bu mekanların seyirciler için olduğunu
ve onların kendilerini sergilemelerini istemiş.
aynı şekilde dört katlı geniş tek bir boşluktan oluşan fuaye
alanı da sanki bir forum, bir agora gibi gösteri öncesinde ve arasında
seyircilerin toplandığı, sohbet ettiği, birbirlerini gördükleri ve
seyrettikleri muazzam bir mekan.
salonun içi ise başka bir güzel. opera salonlarında pek de
rastlanan bir renk olmayan koyu mavi aalto tarafından özellikle tercih edilmiş.
koltukların da çok önemli iki özelliği var:
birincisi arkalarındaki menfezler sayesinde her bir koltuk
havalandırılmakta. böyle detaylar projede düşünülür, gerçekte çok da
uygulanmaz, veya başlarda uygulanıri sonra bozulur. (örneğin; jean nouvel’in
paris arap enstitüsü’nün dünyada tanınmasını ve bir çok ödül almasını sağlayan
cephenin bütünündeki ışık kontrolü bina kullanıma açıldıktan sonra bozulmuş ve
bir daha hiç çalışmamıştır..) bu yapıda böyle bir şey sözkonusu değil; iki
gösteriye gittim ve özellikle merak ettim nasıl hava gelecek diye; gerçekten de
size hiç rahatsız etmeyen bir şiddette temiz hava üfleniyor ve bu hafifçe
yüzünüze geliyor..
koltukların ikincisi özelliği ise, deri ile kumaş karışımı
kılıfları sayesinde koltuklar, salonda seyirci olmadığı zaman bile akustik
değerin sanki salon seyirciyle doluşmuş gibi olmasını sağlıyormuş. bu sayede
provalar sırasında şancılar ve orkestra mekan akustiğini nasıl
yaşantılıyorlarsa, salon seyirciyle dolu olduğu zaman da bu akustik değer
değişmiyormuş.
sahneden salona bakış
sahne ile sahnealtını ilişkilendiren 8 metre yüksekliğinde 3 metre enindeki asansörlere kamyon girebiliyormuş.
dekor atölyesi
büyük prova salonu
terzihane
peruk ve maskelerin yapıldığı atölye
dekor depoları
sahne arkasındaki bölümlerin listesi
aalto tiyatrosu’nda 600 kişi çalışıyormuş ve kompleksin
içinde bir opera-bale gösterisi için gerekli bütün atölyeler (marangozhaneden
terzihaneye, peruk-maske atölyesinden ayakkabı atölyesine) bütün atölyeler bulunuyormuş.
Bu, istanbul atatürk kültür merkezi’nde de böyle; hiç bir atölye binanın
dışında değil. bu yüzden hem aalto tiyatrosu hem de istanbul atatürk kültür merkezi
devasa büyüklükte yapılar, ama bu sayede kendi kendilerine yetiyorlar; her şey
binanın içinde olup bitiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder