13 Aralık 2013 Cuma

NRW065 sahne arkası 02: essen aalto-musiktheater



essen’e bir opera binası inşası için taa 1959’da bir yarışma açılmış; ünlü fin mimar alvar aalto’nun projesi seçilmiş. ancak, dünya krizleri, şehrin öncelikli yapıları (örneğin belediye binası) derken, operanın temelinin atılması 1983’ü bulmuş, bitirilmesi ise 1988’i. 1976’da vefat eden alvar aalto’nun projesini, eşi üstlenmiş ve aalto’nun en küçük detayına kadar tasarladığı projeye sadık kalarak gerçekleşmesini sağlamış.
kadir bilir essen halkı yapıya alvar aalto’nun adını vermişler; aalto-musiktheater.

1988’de biten binanın kültür varlığı olarak tescil edildiğini, aalto’nun projesinden farklı olarak bir çivi bile çakılamadığını; lambalarından, kapı kollarına, koltuklarından trabzanların üzerine sarılı olan siyah bantların şekline (!) kadar her şey koruma altında ve bozulursa aynısıyla değiştirilmek zorunda.
insanın aklına ister istemez istanbul atatürk kültür merkezi geliyor. o binaya bugünkü acınası halini reva görenler kültür ve sanata verilen evrensel değerlerden ve gösterilen saygıdan bihaber oldukları, ya da işlerine öyle geldiği için, hayati tabanlıoğlu’nun o kadar özene bezene, detayla ve ince işçilikle tasarladığı ve inşa ettirdiği o güzelim sanat fabrikası kentin orta yerinde çürümekte!]










alvar aalto’nun bu tasarımıyla yaptığı en büyük yenilik opera yapılarını demokratikleştirmesi. ne demek “opera yapısını demokratikleştirmek”?
tarihsel olarak opera yapıları toplum içindeki ekonomik katmanların açığa çıktığı binaların başında geliyor. 18.yüzyılda localar aristokratların mekanıydı, parterde ise sıradan halk ayakta seyrediyordu; salonun at nalı şeklinde tasarlanmasının nedeni, locadakilerin birbirlerini seyretmesini sağlamaktı; yoksa, sahnede olan biten çok da önemli değildi; kısacası, opera-tiyatro salonları toplumun kendini gösterdiği, birbirini izlediği bir mekandı.
19.yüzyıl sonu ve 20.yüzyılın ilk yarısında inşa edilen opera binalarında ise bu sefer parter koltukları değerli olmaya başladı; aristokratların yerini endüstri devrimiyle zenginleşen üst sınıf aldı. ucuz biletli koltukların olduğu 2. ve 3. balkon seyircileri binanın ana fuayesinden değil, yani zengin tüccarlara, fabrikatörlere, üst sınıfa karışmadan; sokaktan direkt bağlantıyla ulaşılan merdiven kovalarıyla çıkartılır oldular. örneğin, düsseldorf operası, wuppertal-barmen operası bu şekilde tasarlanmıştır.
aalto’nun operası 1988’de açılmış olsa da, tasarım tarihi 1959; yani, herkesin eşit olarak aynı kapıdan girip, aynı fuayeyi kullanıp, tek bir ortak vestiyere paltolarını verip mekanı yaşantılamalarına göre tasarlamış ilk örneklerden biri.





 
yapı, büyük bir parkın kenarında konumlanmış. parkın içinde devasa ağaçlar var ve bir de philharmonie binası.
merkez tren istasyonundan ve ana arterden aalto musik-theater’a yaklaşım, 1986 yılında ayrıca bir yarışmaya açılmış ve heykeltraş ulrich rückriem’in peyzaj mimarı helga rose-herzmann ile ortaklaşa hazırladığı proje gerçekleştirilmiş. rückriem “stele” (dikit), “mauer” (duvar) ve “tempel” (tapınak) isimli projesinde, yolun hemen başlangıcına kaba taştan yüksek bir dikit ve binaya olan yaklaşık 100 metrelik yolun başlangıcını sınırlayan yaklaşık 80 cm yükseliğinde yine kaba taştan bir duvar önermiş. heykeltraşa göre “tempel” de zaten aalto’nun yapısıymış.






daha önce de bu yapıya geldiğimde, aynı zamanda binanın giriş fuayesi de olan bilet gişelerinin bulunduğu alanın ne kadar küçük, sıkışık ve basık olduğunu düşünmüştüm; bugün bunun neden böyle olduğunun cevabını öğrendim. aalto,  bir opera binasına geleneksel olarak yaklaşımda ve girişte olduğu gibi görkem ve şaşaa yerine, sanki seyirciler mahallelerinde bir lokale veya evlerine giriyormuş gibi sıcak, samimi, alçakgönüllü bir karşılama olsun istemiş. kapı kolları bile alçakta ve normal yükseklikte olmak üzere üstüste iki tane; çünkü küçük büyük, çocuk yetişkin herkesin kapıları kolaylıkla açabilmesini düşünmüş. aynı şekilde tuvaletlerde lavaboların bir tanesinin önünde bir platform, erkek tuvaletinin pisuarlarının birinin altında da yine bir platform var; çocuklar büyüklerle aynı yükseklikte kullanabilsinler diye.










alçak giriş fuayesi ve vestiyer kısmından sonra ulaşılan ana fuaye bütün katların birbirini görebildiği ve en alt katın açıldığı yeşil park ile devasa bir boşluğa sahip.
gerek giriş ve vestiyer fuayesinde gerekse de ana fuayede bütün duvarlar çıplak; hiç bir afiş veya resim yok, veya bu devasa büyüklükte alanlarda panolarla herhangi bir sergileme yapılmamış. bu da aalto’nun bilinçli bir tercihi. aalto sanat yapıtlarının veya posterlerin geçici zevklere hitap edebileceğini; geçmişte beğenilen bir objenin bugün aynı değere sahip olup olmayacağının belli olmadığını önesürerek, bu mekanlarda esas sergilenenin seyirciler olması gerektiğini savunmuş; bu mekanların seyirciler için olduğunu ve onların kendilerini sergilemelerini istemiş.
aynı şekilde dört katlı geniş tek bir boşluktan oluşan fuaye alanı da sanki bir forum, bir agora gibi gösteri öncesinde ve arasında seyircilerin toplandığı, sohbet ettiği, birbirlerini gördükleri ve seyrettikleri muazzam bir mekan.




salonun içi ise başka bir güzel. opera salonlarında pek de rastlanan bir renk olmayan koyu mavi aalto tarafından özellikle tercih edilmiş.




koltukların da çok önemli iki özelliği var:
birincisi arkalarındaki menfezler sayesinde her bir koltuk havalandırılmakta. böyle detaylar projede düşünülür, gerçekte çok da uygulanmaz, veya başlarda uygulanıri sonra bozulur. (örneğin; jean nouvel’in paris arap enstitüsü’nün dünyada tanınmasını ve bir çok ödül almasını sağlayan cephenin bütünündeki ışık kontrolü bina kullanıma açıldıktan sonra bozulmuş ve bir daha hiç çalışmamıştır..) bu yapıda böyle bir şey sözkonusu değil; iki gösteriye gittim ve özellikle merak ettim nasıl hava gelecek diye; gerçekten de size hiç rahatsız etmeyen bir şiddette temiz hava üfleniyor ve bu hafifçe yüzünüze geliyor..
koltukların ikincisi özelliği ise, deri ile kumaş karışımı kılıfları sayesinde koltuklar, salonda seyirci olmadığı zaman bile akustik değerin sanki salon seyirciyle doluşmuş gibi olmasını sağlıyormuş. bu sayede provalar sırasında şancılar ve orkestra mekan akustiğini nasıl yaşantılıyorlarsa, salon seyirciyle dolu olduğu zaman da bu akustik değer değişmiyormuş.


sahneden salona bakış

sahne ile sahnealtını ilişkilendiren 8 metre yüksekliğinde 3 metre enindeki asansörlere kamyon girebiliyormuş.

dekor atölyesi

büyük prova salonu


terzihane


peruk ve maskelerin yapıldığı atölye



 dekor depoları

sahne arkasındaki bölümlerin listesi

aalto tiyatrosu’nda 600 kişi çalışıyormuş ve kompleksin içinde bir opera-bale gösterisi için gerekli bütün atölyeler (marangozhaneden terzihaneye, peruk-maske atölyesinden ayakkabı atölyesine) bütün atölyeler bulunuyormuş. Bu, istanbul atatürk kültür merkezi’nde de böyle; hiç bir atölye binanın dışında değil. bu yüzden hem aalto tiyatrosu hem de istanbul atatürk kültür merkezi devasa büyüklükte yapılar, ama bu sayede kendi kendilerine yetiyorlar; her şey binanın içinde olup bitiyor. 




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder