yıllar önce picus dergisinde fatih özgüven'in proust üzerine yazdıklarından en çok hatırımda kalan, özgüven'in "kayıp zamanın izinde"yi daha önce iki ayrı dilde okumuş olmasına rağmen proust'u yeni okumaya başlayanları kıskandığını söylemesi idi.
"kayıp zamanın izinde"nin türkçeye kazandırıldığı yıllarda bir yaz günü yalıkavak sahilinde 35-30 yaşlarında bir hanımın elinde görmüştüm tuğla gibi "çiçek açmış genç kızların gölgesinde"yi, pek şaşırmıştım; hafif güldürüler, heyecanlı polisiyeler dururken, yazın tatilde hem de sahilde okunacak kitap mıydı!
yıllar sonra aynı durumdaydım; "kayıp zaman"a bir yaz günü tatilde, kumsalda başladım ve başka bir yaz günü bitirdim. ciltlerin kalınlığını ve cümlelerin uzunluğunu saymazsanız, zaman zaman bir gülse birsel kitabı, okumamış olsam da tahmin edebiliyorum, kadar eğlenceli, bir polisiye kadar entrikalı olmasa da yeterince tedirgin ediciydi.
proust'u kumsalda okumanın tek bir püf noktası var; göz ve kulak sadece proust'ta olacak, başka bir yerde veya kişide değil! yoksa o mükemmel ama upuzun cümleleri dönüp dönüp baştan almak içten bile değil. tercihen, kulaklıktan chausson, debussy, ravel ve hatta brahms üçlüleri, dörtlüleri, beşlileri dinlemek faydalı olabiliyor konsantrasyonda.
diyeceğim o ki, geçenlerde, tam olarak 25 temmuz 2010 pazar günü, "kayıp zamanın izinde"yi bitirdim. yaklaşık bir yıl önce, tam olarak 3 haziran 2009 tarihinde, "swann'ların tarafı"nın kapağını açarak girmiştim proust'un yedi ciltlik kayıp zamanına; geçtiğimiz pazar günü, zamanı yakalayarak sonlandırdım maratonu. okurluk tarihimin unutulmazları arasına giren bir deneyimdi.
zaman zaman buraya alıntılar aldım "kayıp zamanın izinde"den; müthiş bir huşu ve tatmin içinde, adeta yutarak okuduğum satırları, sayfaları da oldu, sıkıldığım, bir an önce bitsin istediğim, proust'tan nefret ettiğim yerleri de. bir yıllık süre zarfında araya başka kitaplar da aldım, yoksa devamlı onu okumaya kalksam sonunu getiremiyebilirdim; başka bir açıdan da iyi oldu, "kayıp zamanın izinde" zaman kazandı içimde, genişledi, karakterleri benimle birlikte zaman geçirdiler, yaşlandılar...
roza hakmen'in çevirisinin çok çok iyi olduğunu düşünüyorum; bazı pasajlarda proust'un neredeyse türkçe yazdığını bile zannedebilirdim. bu kadar iyi bir çeviri olmasa "kayıp zaman"dan bu kadar zevk alır mıydım emin değilim.
sonradan, yakup kadri, nasuhi baydar ve tahsin yücel tarafından yapılmış kısmi (teker ciltlik) çevirilerinin de olduğunu öğrendim. doğrusu, onları merak da etmedim; hakmen'inki bence hem mükemmele yakın hem de külliyatı tek bir dilden okumak açısından daha doğru.
"kayıp zamanın izinde"yi oluşturan yedi cilt, ayrı ayrı okunabilecek, kendi içlerinde neticelenen konulara sahip değiller, birbirlerini takip ediyorlar; belki sadece ilk cilt "swann'ların tarafı" bağımsız olarak okunup bırakılabilir.
bu anlamda "kayıp zaman" hakkında bana en ilginç şeylerden biri, romanın yazma sürecini proust'un kendi deyişiyle şöyle açıklaması: "son cildin son bölümü ilk cildin ilk bölümünden hemen sonra yazıldı. aradan kalan her şey sonradan yazıldı". hele bu açıdan bakınca gerçekten müthiş bir serüven "kayıp zamanın izinde"; hem yazarının yaratım süreci açısından hem de okurun okuma süreci açısından.
bu kült roman şimdilik ne yazık ki hakkıyla sinemaya veya televizyona uyarlanabilmiş değil; fransızlardan bir fassbinder çıkıp da döblin'in "berlin alexanderplatz"ını çektiği gibi bir "kayıp zamanın izinde" projesi gerçekleşmedi daha.
boşverin fransızları, en merak ettiğim şeylerden biri; acaba gerçekleşememiş tasarılar olarak ünlü yönetmenlerin zihinlerinde veya not defterlerinde kalmış mıdır "kayıp zamanın izinde"? sanki, stanley kubrick'e çok yakışırdı böyle bir proje.
yüz yılı çoktan aşmış sinema tarihinde topu topu üç film var "kayıp zaman"dan uyarlanan.
en iyisi ve en bilineni volker schlöndorff imzalı "un amour de swann" (swann'ın aşkı).
jeremy irons, ornella mutti ve alain delon, yıl 1984; bir yeniyetme olarak, o zamanki sinema günlerinde seyretmiş, öyle pek ayılıp bayılmamıştım. geçen yaz, kendi proust serüvenime başlamadan önce, bir kere daha seyrettim ve bayağı beğendim. şimdi düşünüyorum da, ortalama bir film süresi dahilinde ancak bu kadar olabilirdi sanki.
yaklaşık on sene önceki festivalde de raoul ruiz'in bol keseden fransız yıldızlarla çektiği "le temps retrouvé, d'après l'oeuvre de marcel proust" (yakalanan zaman) gösterilmişti; catherine deneuve, vincent perez, emmanuel béart, pascal greggory, chiara mastroianni, elsa zylberstein, arielle dombasle ve john malkovich. yönetmeninin tarzını sevmediğimden o zaman hiç ilgimi çekmemişti, hala temkinli yaklaşıyorum, zira merakımı yenemeyerek izlediğim aynı yönetmenin "klimt"i gibi çıkmasından çekiniyorum.
üçüncü filmse, bir uyarlama değil esinlenme: chantal akerman, "la captive", "kayıp zaman"nın "mahpus" isimli cildinden. akerman iyileri de kötüleri de olan bir yönetmen, "la captive"i bir yerlerden bulup, şans vermek lazım.
tiyatro da ise, bu seneki tiyatro festivalinde konuğumuz olan guy cassiers'in ilk önemli çıkışıymış 2004-2005 yıllarında sahneye taşıdığı "kayıp zamanın izinde" projesi; ülkesinde ve avrupa'da bütün ödülleri toplamış, eleştirmen ve seyirciden övgüler almış.
cassiers romanı birebir uyarlamamış; her birine, romandan bir karakterin adını ve dünyasını verdiği dört bölümlük bir strüktür kurmuş. sırasıyla swann, albertine, charlus ve son olarak da marcel'in "dünyası"na yolculuğa çıkarmış seyircileri.
karakter sayısını da en önemlilerine indirgemiş. son bölüm "marcel'in dünyası"nda ise sadece marcel proust ve proust'un sekreteri céleste albaret'ye yer vermiş ve bu bölümü, albaret'nin 1972'de yayınlanan anılarından da faydalanarak hazırlamış.
bir başka kulağa hoş gelen ayrıntı ise; yapım boyunca marcel proust'un sahnede genç ve yaşlı olmak üzere iki ayrı kişi tarafından canlandırılıyor olması; bazı anlarda video projeksiyonundan da verilen görüntülerle marcel'lerin sayısı dörde kadar çıkıyormuş.
tabii, artık o devasa yapımı izleme şansımız yok, olsa olsa hakkında yazılanlardan fikir edinebiliriz, ki linkini verdiğim ivar hagendoorn'un metni gerek proust gerekse de cassiers'in yorumu hakkında oldukça doyurucu; insan kıskanmadan edemiyor!
ama hiç olmadı, cassiers'in şimdilerde sahneye üç bölüm halinde taşımayı planladığı ve ilk bölümü geçenlerde prömiyer yapan -ve akabinde avignon'da görücüye çıkan- başka bir kült roman uyarlaması, robert musil'in "niteliksiz adam"ı veya yine başka bir edebi demir leblebi, malcolm lowry'nin "yanardağın altında"sından yaptığı uyarlama bir şekilde festivale konuk olsa keşke.
...
proust "kayıp zamanın izinde"ye ait notlarını 1908'den 1917'ye kadar yukarıdaki ince uzun defterlere yazmış.
hala satılıyor mu bilmiyorum, ben 2002'de paris ulusal kütüphanesi'nin dükkanından satın almıştım defterlerden birini; birebir kopyalarını yapmışlar, sarı kumaş ayracı, ince uzun kalemiyle.
bu zaman oldu, kıyıp da içine bir şeyler yazamadım, çizemedim. hatıra diye saklıyorum. kendi zamanımın içinde uygun anı bekliyorum...