18 Temmuz 2010 Pazar

yıldızların altında opera

benim için opera festivalinin en güzel tarafı tiril tiril giyinip üşümeden açık havada, yıldızlar altında opera seyretmekti. yoksa, seyrettiğim iki prodüksiyon da öyle kaçırılmayacak, ahım şahım gösteriler değildi. çarşamba akşamı harbiye açıkhava tiyatrosu'nda "aida"yı, bu akşam da topkapı sarayı'nda "zaide"yi seyrettim.



önce "aida":
yıllardır aspendos festivali’nin demirbaşı olan ve hakkındaki övgüler buralara kadar ulaşan ankara operası’nın “aida”sını nihayet istanbul’da seyretme şansına erdik.
en son seyrettiğim “aida”dan yarısında çıkmıştım; akm kapamadan önceki istanbul operasının en prestijli ve en yeni yapımıydı; akm’nin restorasyon sonrası ve istanbul'un avrupa kültür başkenti etkinliklerinin açılışını o “aida” ile yapmayı planlamışlardı. suat arıkan duymasın, bence çok kötü bir prodüksiyondu.

“aida” konvansiyonel anlayışla sahnelenmeye ve bu anlamda gösterişli olmaya yatkın bir operadır; antik mısır’da geçer, sanki tutankhamun mezarının görkemli hazineleri bütün antik mısır’ın görsel temsilcisiymiş gibi bolca altın yaldız kullanılır.
ve "aida"da bir de; zafer marşının eşlik ettiği savaştan zaferle dönme sahnesi vardır ki, bazı operalar bu sahnede fil bile çıkarırlar!
gösterişli oliyim derken kitschleşmek de pek mümkün! [keşke bilinçli yapılsa, ona da razı olacağız!] sanırım, fazla gösterişli olma çabasının bir diğer sonucu da uyduruklaşmak. herkes franco zeffirelli olamıyor ki; ne yaptığını bilerek yapmak, gösterişin, görkemin arkaplanını doğru tasarlamak her yiğidin harcı değil doğal olarak.

maalesef istanbul operası’nın “aida”sı gerek sahneleme gerekse de müzikal kalite anlamında kötü bir yapımdı. ankara operası’nın “aida”sının ise, istanbul yapımı kadar ağır laflar haketmese de, öyle başarısı abartılacak bir yapım olduğunu düşünmüyorum.
hadi, bu dekor ve bu sahneleme anlayışı aspendos’un antik atmosferine -bir şekilde- adapte olmuş olabilir, yabancı kaçmıyordur, ancak 21. yüzyılda harbiye açıkhava tiyatrosu’nda insan daha çağdaş bir yorum bekliyor.
hadi konvansiyonel yaklaştınız, o zaman da bari feyz aldığınız kültüre sonuna kadar sadık kalsaydınız! örneğin; mısır tapınaklarının iç mekanında devasa boyda tanrı heykelleri olmaz ki! mısır tapınağının içi, gittikçe küçülen ve loşlaşan mekanlardan oluşur ve en uçtaki en kutsal mekanda kutsalların kutsalı olarak tanımlanan tanrının küçük bir modeli olur sadece. tapınağının iç mekanında büyük boy heykel bulunan uygarlık, antik mısır değil antik yunandır.

“aida”nın bir diğer olmamışlığı, 4. perdenin son sahnesinin geçtiği mezar içi mekanının çok baştansavma tasarlanmış olması.
tamam, 12 sahne görevlisinin, bu devasa dekorları düzenledikleri için hemen 4. perdenin başında selama çıkıp, alkış istemelerine diyecek laf yok; sendikaları yok belki, ama gerek yönetim gerekse de seyirci tarafından onurlandırılıyorlar, daha ne isterler ki hayattan!
keşke görevlilerin gayretlerine değecek bir sahne tasarımı olsaymış “aida”nın.

bizim gittiğimiz akşamda solistler yabancıydı; radames’te genç tenor enrique ferrer fena değildi, amneris’teki konuk mezzo-soprano anna chubuchenko yerine keşke bir akşam önceki performansa çıkan sim tokyürek’i seyretseymişiz diye iç geçirdik, aida’da othalie graham ise nemli istanbul havası gözönüne alındığında oldukça doyurucuydu, özellikle son perdede.


"zaide" ise;
mozart'ın az bilinen bir operası, ben bu akşama kadar hiç bilmiyordum, ilk defa dinledim. "saraydan kız kaçırma"nın eskizi gibi; melodiler, karakterler, hikaye yapısı, almanca olması. mimar sinan terminolojisiyle söylersek "zaide" mozart'ın çıraklık, "saraydan kız kaçırma" ustalık eseri. [bu bağlamdaki kalfalık eserini bilemeyeceğim.]

topkapı sarayı'nın -geçen sene gereksiz kıyametlerin koparıldığı, sinirlerin gerildiği- görkemli bab-üs selam kapısının önünde, mütevazi boyutlarda bir sahne üzerinde aytaç manizade rejisiyle antalya operası'nın sahnelediği "zaide" prodüksiyonu çağdaş bir anlayışla postmodern olan, herhangi bir şekilde osmanlı olmaktan çok, ağırlıklı olarak selçuklu ve bolca "1001 gece masalları" havasındaydı. insan bunu da görünce, keşke konvansiyonel olsaymış diyor; ne tatminsiz bir varlığız di mi!

hadi, harbiye açıkhava'da mikrofon kullanmayı anlayabiliyorum da, sahne ile seyirci arasındaki uzaklığın makul bir seviyede tutulduğu "zaide"de mikrofonun neden tercih edildiği bence bir muamma. yazık, çünkü hepsi de yerli operacılarımızın genel olarak eliyüzü düzgün, dinlenebilir, büyük falsoları olmayan icraları mikrofon yüzünden sıcaklığından, doğallığından yitirdiler.

herşeye rağmen, geceleyin çok hoş ışıklandırılmış topkapı sarayı'nın sakin avlusunda olmak, yıldızların ve çınarların altında rengarenk bir gösteri izlemek keyifliydi...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder