her yıl bir şekilde denk geldiği üzere bu sene de bir gün, son cumartesi, sinema için boğaz'ın diğer tarafına geçtim.
bu sayede kadıköy kadıköy sinemasına hayatımda ilk defa gitmiş oldum; salonun eliptik iç mekanı bana "star wars" (yıldız savaşları) filmlerinin ilkini hatırlattı: hem luke skywalker'ın amcasıyla yaşadığı gezegendeki konutlara ve içkili barlara benzettim sinemanın iç içe geçen halkamsı çizgilerini, hem de han solo'nun külüstür gemisi ile bir galaksiden diğer galaksiye ışınlanma sırasında uzay boşluğunda oluşan çizgisel görsel-efekte. ne yapıp edip "yıldız savaşları"nı bu sinemada seyretmek lazım; filmden salona yayılacak atmosferik deneyim için!
bol ödüllü sırp filmi "ordinary people" (sıradan insanlar) derdi (askerliğin anlamsızlığı, insan öldürmenin sıradanlaşması) hakkında ne kadar haklı ise, onu anlatış biçimi açısından o kadar yavandı; basit diyemeceğim, hele de özellikle mimarların vazgeçilmez başucu aforizmalarından olan "less is more" (az çoktur) sloganını bu filmin biçemini haklı çıkarmak için hiç kullanmayacağım. belki çok banal olacak ama; "sıradan"laşan bir biçemi vardı filmin.
yine de meraklısına; türkçe altyazısı üzerindeydi, vizyona girecek demektir. yönetmeni, vladimir perisic'ti.
daha da çok ödüllü yunan filmi "kynodontas" (köpek dişi) ise herşeyiyle özgün bir dünya kuruyordu kurmasına ancak seyircinin duygusal dünyasına balyoz gibi inme konusunda bence ne haneke ne de von trier seviyesindeydi.
refahtan bunalmış burjuva toplumu eleştirisi, uç noktalara varan bir nedensizlik ve anlamsızlık manzumesi olarak ele alınmıştı. yönetmen yorgos lanthimos'un tahammül sınırlarını zorlayan hayalgücü, filmin dahil olduğu "mayınlı bölge" bölümünü taçlandırdı; salondan çıkalar boldu, bölümün namusu korundu!
pazar sabahı tekrar istiklal'deydim. claire denis'nin "white material" (beyaz insan)'ı, her seferinde bir denis filmine gitmeyeceğim dedirtip her seferinde gittiğime pişman olma ritüelimi tekrarlattı bana. (bir kaç istisna dışında bir denis filminden tatmin olarak çıkmışlığım azdır; istisnalar bende saklı.)
isabelle huppert ne zaman takıntılı, egzantrik karakterleri oynamaktan vazgeçecek acaba diye de merakla beklemekteyim. filmin tindersticks imzalı müziği ise çok iyi.
son güne sakladığım jaco van dormael'in "mr. nobody" (bay hiçkimse)'si basit ama zeki bir fikri fazlaca karmaşık ve teknolojik anlatan bir filmdi. halbuki "hayatta tercih yapmazsan, her şey ihtimal dahilinde olur" anafikri daha sakin bir sinematografi ve kurguyla çok daha etkileyici bir son ürüne kaynaklık edebilirmiş.
son filmim, hiam abbass'ın başrolde oynadığı lübnan yapımı "chaque jour est une féte" (her gün bayram), her ne kadar, http://www.imdb.com/ notunun 5.5 olduğunu bildiğimden beklentimin çok fazla olmadığı bir filmdiyse de, büyük bir hayalkırıklığı oldu. maalesef, hiam abbass'ın varlığı bile filmi kurtaramadı! tek iyi yanı, imdb'ye inancımı kuvvetlendirdi!
Kerem'ciğim,
YanıtlaSilFestival ile olan organik ilişkini anlattığım paragraf ne kadar enfes bir küçük yazı olmuş, minicik bir danzon başyapıtı.
Pek güzel anlatmışın, ellerine sağlık.