9 Nisan 2010 Cuma
film festivali 29 - izlenim 3: hafif sarsıntılar
ilk haftasını devirmesine yakın, festival benim için hafif hayalkırıklıkları ile devam ediyor.
“maborosi”, “yaşamdan sonra”, “kimse fark etmiyor” ve geçen yılki “bitmeyen yürüyüş” filmleri ile kendisine hayran olduğum genç japon yönetmen hirokazu kore-eda’nın son filmi “kuki ningyo” (şişme bebek), gerçek ile hayal/aşkın/gerçeküstü olanı belli belirsizce harmanlayan tavyanlı yönetmen kim ki duk’un altından çok iyi kalkabileceği bir hikaye anlatıyordu. filmin, kaotik şehir yaşamında insanın yalnızlığını ortaya koyan sahneleri ise tam kore-eda’lıktı. keşke bütün film o tadda olsaymış…
kuzenimin dvd’den izleyip şiddetle tavsiye ettiği, isveçli yönetmen niels arden oplev’in “man som hatar kvinnor” (ejderha dövmeli kız)’ı eli yüzü düzgün bir seri katil/cinayet filmiydi, ancak ne olağanüstüydü ne de bir başyapıt.
yine de filmin hakkını yemiyim; yıllar yıllar önce yine festival’deki bir geceyarısı seansında dünya sineması’nda wong kar-wai’nin “chungking express” ile “fallen angels”ı gösterilirken, chungking’i seyredip angels’da kafam düştüğü için kuzenimin dilinden kurtulamadığımdan beridir, uyuyup bir daha rezil olmamak için uzak durduğum geceyarısı çılgınlığına bu yıl bir cesaret dahil olduğum cumartesi gecesi, saat 24.00’de başlayan film kendini 2.5 saat boyunca esnetmeden ve göz kırptırmadan seyrettirdi. Bence anlattığı müthiş merak veya heyecan uyandırıcı bir seri katil öyküsü değildi; filmin esas artısı, iki sıradışı başkahramanı idi.
haim tabakman’ın yıliçinde arte’de haberini seyredip de merakla beklediğim filmi “einaym pkuhot” (gözleri tamamen açık) ise; inancıyla aşkı, ailesiyle hayatı, cemaatteki yeri ile günahı arasında kalan köktendinci bir müminin bıçaksırtında ilerleyen hikayesinin sıradışılığına rağmen, gerek müminin kendi cinsine duyduğu aşkın filizlenmesi aşamasında gerekse cemaat içindeki “günah” kavramı tartışmasında karşılıklı ortaya konulan argümanlar bağlamında (bu tanrının ilahi bir sınavı, inançlı insanı denemesi midir, yoksa şehvet mi?) yeterince inandırıcı/tatminedici olamıyordu.
yine de; ağır ancak sarkmadan ilerleyen, diyaloglardan çok bakışlar-duruşlar üzerinden gelişen hikayesi ve özellikle de güçlü oyunculukları ile “gözleri tamamen açık” ilk haftanın kaliteli filmlerinden biriydi.
bir hayalkırıklığı da, kanadalı usta yönetmen atom egoyan’ın filminde yaşadım; hoş, zaten onun “the sweet hereafter” (başka bir dünya)’dan beri çok beğendiğim bir filmi olmamıştı. maalesef “chloe” (büyük hata) da yönetmenin iyileri hanesine yazılmadı benim listemde.
nerede atom egoyan’ın alamet-i farikası olan zaman kaymaları, satıraraları, yavaş yavaş gelişerek her bir virajda gittikçe açılan, katmanlaşan, katmerleşen hikayeleri…
“büyük hata”; anlatımı düz bir zaman çizgisinde ilerleyen, son tahlilde aile kurumunu kutsayan/kurtaran, sağlamcı bir film gibi geldi bana. bir tek, en son sahnede egoyan bir hinlik yaptı, bizleri bir anda şaşırtıp “acaba” mı diye sordurttu; ancak o sahne de, filmin bütününün ardından, fazlaca yapıştırma geldi bana.
son jenerik boyunca çalan michael danna’nın müziğini dinlerken, egoyan’ın “the adjuster”ını, “exotica”sını, “başka bir dünya”sını özlemle andım...
Etiketler:
atom egoyan,
gay,
haim tabakman,
hirokazu kore-eda,
niels arden oplev,
sinema
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Atom Egoyan benim çok sevdiğim yönetmenlerden biridir. Film Festivalinde Chloe’yi izlediğimde, bir Atom Egoyan filmi olarak oldukça sıradan, iyi kurgulanmamış ve orta halli bir film olduğunu düşündüm. Son toka sahnesi ise gözüme oldukça battı.
YanıtlaSilGeçen gün Cüneyt Cebenoyan’ın bu filmle ilgili yazısını okuyunca film benim için Egoyan filmi olmaya yaklaştı. Tekrar izlemeye karar verdim. Yazıyı okumak isterseniz, kendi değimi ile;
“Çok karışık, biliyorum! Ama, emin olun ki saçmalıyor değilim. Bir mantığı var yazdıklarımın. Sadece anlaşılması zor.”
http://www.birgun.net/writer_index.php?category_code=1186603294&news_code=1278762133&year=2010&month=07&day=10
gülda hanım, çok teşekkürler; cebenoyan'ın yazısını ilgiyle okudum ve "chloe" benim için de, bir atom egoyan filmi olarak, daha kabullenilir oldu bu yazıdan sonra.
YanıtlaSilŞimdi bir şey sormak istiyorum: Bazen bir filmi hiçbir şey düşünmeden,metafor, alt metin okumadan seyretme özgürlüğü isteyen seyirciler ne yapacak
YanıtlaSilNe yapacağım, Cuneyt Cebenoyan'ı mı arayacağım, ya o seyretmemiş olursa ne olacak? Yazık değil mi bana ve benim gibilere?
İsyanlarda Olan Billur
sordunuz diye :)
YanıtlaSilöyle durumlarda size tavsiyem bir tom cruise veya bir angelina jolie filmine gitmeniz (cameron diaz da olabilir); hiç bir altmetin, metafor arama/anlama kaygısı olmadan, heyecanlı bir iki saat geçirirsiniz. ciddiyim! ben arasıra öyle yapıyorum; durmadan dinlenmeden "yüksek sanat" bir yere kadar :)