8 Nisan 2011 Cuma

film festivali 30 izlenim 05: mutlakagörülesi 02


bu sene festivalde evlere, odalara konuk oluyorum: “torino atı”nda kırsaldaki mütevazi bir çiftlik evine, “ömrümüzden bir sene”de londra’nın yüzyıl başından kalma üç katlı konutlarından birine, “canım komşularım”da montréal’nin eski apartmanlarından birine, “artık yıl”da mexico city’nin kenar mahallelerinde harap bir konuta. bu senenin filmleri konutlardan, iç mekanlardan pek çıkmıyorlar; protagonistlerinin iç dünyalarını, ruhsal hayatlarını, en mahrem mekanlarının; evlerinin odalarının içinden aktarıyorlar seyircilere.

“pina”yı bir kenara koyarsam, ilk haftanın saf sinema örneği olarak parıldayan ve beni derinden etkileyen iki filminin, “torino atı” ile “artık yıl”ın, iç mekanlarda geçmenin yanı sıra, şaşırtıcı şekilde, başka ortak özellikleri de var.
iki film de protagonistlerinin biteviye hayatlarını, tekrar eden gündelik ritüeller üzerinden anlatıyorlar ve ikisinin de kaçınılmaz sonları bu tekrarlar üzerine kurulu.
yalnız; ritüellerin gerçekleşmesini sağlayan ögeler “torino atı”nda azalırken, “artık yıl”da artıyor. ilkinde ögelerin azalması protagonistlere bağlı değil; doğa yavaş yavaş kendini geri çekiyor; ilk önce yiyeceği azaltıyor, sonra suyu, sonra ışığı... ikincisinde ise cinsel fantezi (belki de "sapkınlık") ritüelinin şiddetini arttıran bizzat protagonistin kendisi.
neticede iki filmin protagonistleri aynı sona doğru sürükleniyorlar: hiçliğe!
peki bu sonu, hiçliği hazırlayan ne? insani ilişkilerin çözülmesi, kaybolması... insanın ruhunu, yaşama isteğini, “mutluluk”unu kaybetmesi... yalnızlaşması... [mutluluk ve yalnızlık mike leigh’nin filminin de temel temasıydı]

ne ilginç; “torino atı”nda iletişimleri en aza inmiş bir baba-kız var, “artık yıl”da ise kız var ama dört sene önce 29 şubat’ta (yani artık yılda) ölmüş olan baba -fiziki olarak- yok, ancak –belli belirsizliği ustaca sağlanmış [senaryo çok çok iyi] değindirmelerle [pedofili, ensest] anlaşıldığı üzere– bütün duygusal ağırlığıyla kızın üzerine abanmış durumda.

ve iki filmin biçimsel tercihleri de oldukça paralel: (“torino atı”nın açılış sekansını saymazsak) hareketsiz kameranın çektiği sakin, durgun, uzun planlar.

“torino atı” radikal ve karamsar bir çizgide sonlanırken, “artık yıl” son dönemeçte umuda göz kırpıyor. iyi ki de öyle yapıyor, çünkü -bir anlamda- kuramsal/kavramsal olması dolayısıyla seyirci olarak belli bir mesafeyle yaklaşmanız mümkün olan “torino atı”na nazaran “artık yıl”ın günümüzün metropollerinde bir çok insanın başından geçen/geçebilecek gerçekçi ve tanıdık hikayesiyle seyirci olarak bir tarafından/ucundan özdeşleşmemek mümkün değil! film bir de karamsar bir tonda bitseydi, çıkışta bir yerlerimizi jiletlememek için zor tutardık kendimizi herhalde; şaka bir yana, sanırım kolay kolay kendime gelemezdim.

yılların yönetmeni béla tarr'ın jübile filmi “torino atı” (a torinói ló) 2011 berlinale’den yönetmen ödüllü, michael rowe imzalı meksika filmi “artık yıl” (año bisiesto) cannes’da ilk filmlere verilen altın kamera'yı almış.
[geçen gün büyük beklentiyle izlediğim jerzy skolimowski'nin bol ödüllü son filmi "ölümüne kaçış"ın (essential killing) bende yarattığı hayalkırıklığını ve kazandığı ödüllerin -benim nezdimde- anlamsızlığını düşündüğümde, bazen ödüllerin hak edenlere de gidebiliyor olması sevindirici!]

“artık yıl”ın festival gösterimleri -maalesef- bitti, türkiye’de dağıtım hakkı da alınmış değil [alınsaydı zaten bayağı bir sahnesi sansürden geçemezdi, geçtiği halinin de bir anlamı olmazı].
olur da, kadın filmleri festivalleri bu filmi programlarına alırlarsa kaçırmayın, ya da internetten indirebiliyorsanız hiç vakit kaybetmeyin. siniriniz bozulacak bozulmasına; üzülecek ve öfkeleneceksiniz de: ama değecek!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder