Bu söyleşi dizisinde; evimize gelen çoktandır görmediğimiz bir misafir ile sohbet eder gibi, 23. İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında şehrimize bir sahne yapıtıyla konuk olacak uluslararası yönetmen ve koreograflarla konuşarak, onları ve yapıtlarını yakından tanımak istedik. Sıradaki konuğumuz Peter Lee.
Ayşe Draz & Mehmet Kerem Özel
Festivale katılan en ilginç işlerden biri olan, Kore Goethe Institut ile Nolgong’un ortak yapımı ve Peter Lee’nin yönettiği oyun, tiyatro tanımının sınırlarını zorlayan (veya onu içinde yaşadığımız dijital çağa uyarlayan) Being Faust: Enter Mephisto,” (Faust Olmak, Mefisto’ya Gir) Goethe’nin en önemli yapıtlarından biri olan Faust'u temel alan ancak sanal unsurlarla geliştirilmiş fiziksel bir oyun. Bu oyun formatında, bir grup oyuncu belirli bir zamanda bir araya toplanıyorlar. Her oyuncu genç Faust rolünü üstleniyor ve elinde akıllı telefonuyla, değerlerin ve ideallerin satışa sunulduğu Mephisto&co’nun cezbedici dijital dünyasına giriyor. Mephisto&co’nun dünyasında elde etmek istediklerimiz için hangi bedelleri ödemeyi göze aldığımızı görmeyi beklerken...
Sizce tiyatronun özü/ruhu nedir? Çağdaş tiyatroyu bugün nasıl tanımlarsınız?
Geleneksel olarak tiyatro, bir merak alanını temsil eder. Başka bir deyişle, tiyatro, gündelik olmayanı deneyimleyebileceğiniz bir alandır. Sinemanın daha güçlü bir etkiye sahip olduğu bu dijital çağda bile, tiyatro dramatik ve tematik bir alan olarak kendine özgü özelliklerini koruyor. Bunun tiyatronun ruhu olduğuna inanıyorum. Onun kendi kimliği.
Çağdaş tiyatroya gelince, değeri özünde aynı. Bununla birlikte, tiyatro sınırlı erişilebilirliği ile karşı karşıya kal. Çeşitli medyalar, başkalarına ulaşma kapasiteleri sayesinde güç kazanıyorlar ancak tiyatronun fiziksel bir mekan olarak sahip olduğu kendine has özelliği onun gücünü sınırlıyor. Dramatik deneyim ve gösteri mekanının değeri değişmez.
Sanatın dönüştürücü gücüne inanıyor musunuz? Nasıl?
Evet. Sanat, bireyin kendini ifade eden doğasını biçimlendirir. Bu, bireylere kendilerini dönüştürmeleri için bir fırsat sağlamaya yardımcı olur. Öte yandan, sanat çok kişisel bir deneyimdir. Sanatsal bir bağlantı sağlandığında, sanat aktif olarak insanlarla etkileşime girer ve onları belirli bir yöne doğru iter.
Dünyanın mevcut durumunu her anlamda göz önünde bulundurduğunuzda, bir sanatçı olarak sizin için en önemli ve acil sorun nedir?
Artan siyasi gerilimler, mülteciler, ABD-Meksika sınırı gibi ulusal ihtilaflar, Brexit meselesi, iklim değişiklikleri; tüm dünyada karşılaştığımız sayısız sorun var. Son zamanlarda, segye-in (Korece “dünya vatandaşı” anlamına gelir) yerine jigu-in (Korece “dünya insanı” anlamına gelir) kelimesini kullanma fikrinden ilham aldım. Bunun nedeni, “dünya vatandaşı” teriminin, birbirinden ayrıştırılmış ulusları ima etmesi, oysa karşılaştığımız sorunlar bizim uluslar-ötesi bir eyleme geçmemizi gerektiriyor.
Ancak aramızda çeşitli duvarlar var; bazıları nefret veya korkudan, bazıları da elde edilen kazançları korumak için oluşturulmuş. Kolektif bir uluslar-ötesi eylem için, kırılmış duyguların bu duvarlarını yıkmaya yönelik bir çalışmaya öncelik tanınmalı.
Bir yapıt üzerinde çalışırken, hangi kaynaklar size ilham veriyor? Rüyalarınız işlerinizde rol oynuyor mu?
Her şey ilham verici. Genellikle bir projeye odaklanırken, ya o proje hakkında rüyalar görürüm ya da hiç uyumam. (Gülüyor)
Eğer zaten halihazırda bir adı yoksa, üzerinde çalışmış olduğunuz bir yapıta adını vermeye ne zaman karar veriyorsunuz?
Genelde bir projeye belli bir başlıkla başlarım. Bir projenin gerçekten tasarlanmış ve planlanmış, öngörülen bir vizyonu vardır ve bu vizyon başlığı ile birlikte ortaya çıkar. Tabii ki de başlıklar son ürünle birlikte değişirler, ancak bir işin her zaman bir başlığı vardır.
Söyleşinin devamını okumak için tıklayın: unlimited
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder