6 Ağustos 2024 Salı

Duygunun sahnede ses, imge ve madde ile örüldüğü bir peyzaj: Alessandro Serra’nın Macbeth uyarlaması



MACBETTU'yu beklerken, 13 Temmuz 2024, Teatro Lirico di Cagliari-Sardunya
© Mehmet Kerem Özel

Yazın tam ortasında, temmuzun nemli sıcağı her yeri kasıp kavururken yolumu bir haftasonu için Akdeniz’in ortasındaki Sardunya adasının başkenti Cagliari’ye düşürdüm. Prömiyer yaptığı 2017 yılının Mart’ından beridir kendi adası Sardunya ve kendi ülkesi İtalya’nın birçok şehrinin yanı sıra, Peru’dan Japonya’ya, Finlandiya’dan Çin’e, Azerbaycan’dan Bosna-Hersek’e, Rusya’dan Brezilya’ya yedi yıl boyunca dünyada 350 gösterim yapmış bir gösteriyi yakalamaktı amacım. 2022’deki son sahnelenişinden uzun bir süre sonra, bir buçuk aylık dört duraklı Uzak doğu turnesi dönüşü, ve yıllar sonra tekrar kendi şehrinde, ilham aldığı topraklarda 13 Temmuz 2024 tarihinde tek bir gösterim yapacak olan MACBETTU’ydu bu gösteri. İtalyan tiyatro yönetmeni Alessandro Serra’nın, Sardunya adasının karnaval geleneklerinden esinlenerek ve adanın yerel dili limba’ya çevirterek (çeviri gösterinin oyuncularından biri olan Giovanni Carroni‘ye ait), Shakespeare’in ünlü Macbeth oyunundan uyarladığı, yönettiği, sahne, ışık ve kostüm tasarımlarını yaptığı, kurucusu olduğu Compagnia Teatropersona ile Teatro Sardegna’nın ortak yapımı MACBETTU.

Sahne, perde açıldığında zifiri karanlık; gösteri boyunca da o karanlık en fazla chiaroscuro tekniğinde resmedilmiş tablolar tadında aydınlanacak. Sahnenin gerisinde belli belirsiz kare bir yüzey; koyu gri renkte. Gösteri ilerledikçe, oyunun yalın ve işlevsel sahne tasarımının tek öğesi olan bu yüzeyin dört uzun şerit parçaya ayrılabileceğini ve oyunun ses peyzajının bir parçası olarak üzerine vurulduğunda çıkan ses sayesinde malzemesinin metal olduğunu anlayacağız. Bu yüzey; duvar olacak, kapı olacak, sütunlar olacak, dikey konumdan yataya çevrildiğinde şölen masalarına dönüşecek, araları ayrıldığında boşluklardan yürüyen orman çıkacak. 
Başlangıç sahnesinde; önce yer sarsıntısının uğultusuna benzeyen, derinden gelip gittikçe yükselerek karanlığı dolduran şiddetteki gürültünün ardından, yüzeyin en üstünde beceriksizce akışkan olmaya çalışarak hareket eden figürleri fark ediyoruz; belli ki yüzeyin arka tarafından tepesine tırmanmışlar, ön tarafına geçmeye çalışıyorlar. Bunlar siyah etekli elbiseli, siyah başörtülü üç kadın. Üç cadı. Macbeth’in cadıları. Serra’nın bizi ilk avucunun içine alışı, ilk hayretler içinde bırakışı bu ilk sahnede gerçekleşiyor: Cadılar erkekler ve de sakallılar. Üstüne üstlük; ürkütücü değil, komikler; becerikli değil, sakarlar; kabalar, aptallar ve birbirlerine sataşıyorlar. Serra’nın Macbeth anlatısında üç cadı; kanlı, vahşet dolu, ürpertici ve ciddi Macbeth hikayesinin, her çıktıklarında bizleri güldüren, rahatlatan, gerilimi yumuşatan, tansiyonu indiren antipodları.

Serra’nın Macbeth anlatısının ana malzemesi Shakespeare’in sözleri değil. Evet MACBETTU’da tekst var, ama anlatıyı kuran esas öğeler sesler, imgeler ve maddeler. 
 Sesler; gösterinin, tam da Macbeth’in dünyasına uyan garip, ürpertici, tedirgin edici müziği Marcellino Garau tarafından, heykeltraş Pinuccio Sciola’nın Pietre Sonore (Ses Taşları)’nı* kullanarak bestelenmiş, ama sadece bu beste değil, oyuncuların sahnedeki maddelerle çıkardıkları sesler (metal yüzeylere elleriyle vurarak, taşları birbirlerine vurarak, ince gevrek ekmek levhalara basarak) ve kendi bedenlerinden çıkardıkları sesler, hele de ağızlarından çıkan seslerin tizliklerini, tokluklarını kullanışları… 
 İmgeler; aynı zamanda fotoğrafçı olan Serra’nın ışık tasarımıyla sahnede yarattığı chiaroscuro atmosfer, figürlerin sahnedeki konumlanmalarından ve hareketlerinden ortaya çıkan kompozisyon ve denge, eksenler, çaprazlar, kalabalıklar ve tekillikler… Örneğin gösterinin en güçlü imgelerinden biri, Lady Macbeth’in ölüm sahnesi: Loşluğun içinde, sadece üzerine yansıtılmış ışıkla görünür hale gelen; ayakları üstünde, çırılçıplak, ama yarım bir beden; yüzü metal yüzeylerden birine dönük ve ona yandan dayanmış olduğu için bedeninin yarısı gözüküyor, ve bu beden çok yavaş bir şekilde dayandığı yüzey boyunca havaya yükseliyor; Lady Macbeth sanki kendini o duvara asıyor. 
Maddeler; insan bedeni gibi canlı, ve taş, metal, toprak, ekmek gibi cansız nesneler. Aslında maddelerin kendilerinden çok; neden seçildikleri, nasıl kullanıldıkları, birbirleriyle ve ses ve imgeyle ilişkilendirilerek fizikselliklerinin nasıl ortaya çıkarılışı, sonuç ürünü nefes kesici hale getiriyor. MACBETTU’nun başka hiçbir coğrafyada, başka bir kültürde ortaya çıkamayacak kadar, neredeyse yere-özgü (site-specific) tanımını hak edecek kadar, bulunduğu yer ile kurduğu güçlü ilişki, bu maddeler sayesinde kurulmuş; çoğu yerel kültürel coğrafyada anlamı olan maddeler. Örneğin bunlardan biri Sardunya Adası’na özgü bir ekmek olduğunu sonradan öğrendiğim, kağıt inceliğindeki yapraklardan oluşan pane carasau. Banquo’nun hayalet olarak Macbeth’e göründüğü yemek sahnesinde Banquo’nun pane carasau’larla kaplı uzun ince masanın bir ucundan öbür ucuna yürürken ayaklarından çıkan kırılgan, çıtırtılı sesin yarattığı ortam; tam da gündelik bir nesnenin farklı kullanımıyla ortaya çıkan tekinsizlik, o sahneyi bire bir tercüme ediyor, duygusunu bize aktarıyor.

MACBETTU’da her bir sahnenin duygusu, bu üçüyle; ses, imge ve maddeyle örülerek oluşturulmuş. Böylece 95 dakika boyunca gözümüzün önünden, bedenimizin derinliklerinden, kalbimizden, karın boşluğumuzdan, düşünce ve duygu dünyamızdan müthiş yoğun bir akustik, görsel ve fiziksel peyzaj geçiyor. Peyzajın her bir parçası birbirinden etkili olduğu gibi, her parça birbirine de organik bir şekilde bağlanıyor, kamera pan yapar gibi bir sahne diğerine akıyor; sanki trende oturmuş dışarıda akan peyzajı seyrediyoruz.
Her bir sahne için sahne üstünde analog öğelerle yaratılan duygu, sizi hem hayret içinde, hem kendine hayran bırakıyor. Bu söylediklerimi birkaç sahneyle örneklersem: Seyirciye paralel şekilde sahnenin ortasında yatan, az önce öldürülmüş Kral Duncan’ın sahneden sahne dışına görünmeyen bir şekilde çekilmesiyle zemini kaplayan ince toprak tabakada açılan yarık mesela, o kadar güçlü bir duygu yaratıyor ki. Ya da uzun ince çelik masaya yarasa gibi (ayakları masanın üzerinde bağdaş kurmuş şekilde) tersten sarkan üç cadı imgesi, cadıların dünyaya, mevcut düzene bakışındaki farklılığı/tersyüz etmeyi anlatmak için hiç de söze gerek duymuyor. Bir başkası: Kral Duncan’ın Macbeth’lerin şatosunu ziyaret ettiğinde Lady Macbeth’in Duncan’ın korumaları için “İki adamını öyle yedirir içiririm ki / Bir duman kalır kafalarında / Beynin bekçisi hafıza yerine, / Akıl yerine de bir imbik! / Körkütük sızdı mı ikisi birden / Ölü domuzlar gibi, / Bekçisiz kralı haklarız seninle”** sözlerindeki “domuzlar”ın; üstleri çıplak erkeklerden oluşan bütün ziyafet davetlilerinin, Lady Macbeth’in şarap akıttığı, zemindeki geniş kaptan dört ayakları üzerinde, domuzlar gibi sesler çıkararak yemek yemeleriyle örtüştürülmesi. Gösterinin en etkili öğelerinden biri; Shakespeare dönemindeki gibi bütün rollerin erkekler tarafından oynandığı yapımda Lady Macbeth’i, oyundaki diğer erkeklerden çok daha uzun boylu, uzun saçlı ve uzun sakallı bir oyuncunun (fiziği ve aurasıyla benzersiz Fulvio Accogli’nin) canlandırması; öyle ki, kelleştirilmiş bir oyuncunun (tereddütleriyle, şaşkınlığıyla, kaderine boyun eğmişliğiyle etkileyici Felice Montervino’nun) canlandırdığı Macbeth ile olan sahnelerinde Lady Macbeth’in ondan bir baş boyu kadar uzunluğuyla onu sarması, okşaması, ona adeta çocuk muamelesi yapması, onu manipüle etmesi. Öyle de değil mi zaten; Macbeth’i, işlediği cinayetlere iten cadılardan duyduğu kehanetler olsa da, ona asıl cesareti veren, onu “İstemekte yiğit. / Yapmaya gelince korkak, öyle mi?” diye aşağılayarak ikna eden Lady Macbeth değil mi? Macbettu’nun oyunda birkaç kere kendi adını “Maccc-be-tttuuuu” diye uzata uzata bağırması; bir yetişkin tarafından çağırılan, ormanda kaybolmuş da aranan bir çocuğu çağrıştırdığı gibi, geceden/karanlıktan korkan bir çocuğun kendi adını haykırarak korkusunu yenmeye çalışmasını da hatırlatmıyor değil. Daha ilk sahnelerde Macbeth ile Banquo’nun cadıların yanından krala giderken, çocukların yaptığı gibi hayali bir ata biniyormuş gibi yapmaları, Kral Duncan öldükten sonra Macbeth’in oturacağı tahtın küçük bir sandalye olması da bundan; Serra’nın Macbettu’su büyümemiş, çocuk kalmış bir adam sanki. Ama sadece onunla sınırlı da değil, anlatıdaki bütün erkek dünyası öyle kurulmuş gibi.

Bir yandan vahşi, ilkel, hatta ilkel-öncesi zamanlardan kalmaymış gibi bir atmosfer var sahnede, bir yandan da zamansız. Kıyafetler siyah yelekli, pantolonlu, kasketli, beyaz gömlekli halleriyle tipik İtalyan köylüsü kıyafetleri. Bu yapımda vücutlarına a Birnam Ormanı yürümüyor, başlarında devasa şekilsiz maskeler taşıyan, yürüdükçe üzerlerinden çıngırak sesleri yükselen figürler çıkıyor sahnenin gerisinden.*** 



MACBETTU'yu alkışlarken, 13 Temmuz 2024, Teatro Lirico di Cagliari-Sardunya
© Mehmet Kerem Özel

Gösteri sanatlarında dijital teknolojinin her türlüsünün hoyratça kullanıldığı bir dönemde Alessandro Serra, kökleri maddenin kendisini en öz ve minimal şekilde kullanmaya dayanan arte povera akımına giden, adeta bedenimizin her yeriyle, her duyumuzla hissettiğimiz tektonik bir gösteri yaratmış. Roma'daki Sapienza Üniversitesi'nden Sanat ve Performans Çalışmaları alanında mezun olan ve oyunculuk eğitimi Grotowski'nin fiziksel eylem ve titreşimli şarkı söyleme geleneğinin yanı sıra Meyerhold ve Decroux’nun fiziksel hareket öğretilerine dayanan Serra, bütün bu birikimini ve daha fazlasını ustaca harmanladığı MACBETTU ile, sadece kendi ülkesinde değil dünyada da yıllardır takdir topluyor. Serra birçok diğer ödülün yanı sıra İtalya’da 2017’de Tiyatro Eleştirmenleri Birliği’nin ödülüne ve prestijli tiyatro ödülleri UBU’de “Yılın Gösterisi”, Saint Petersburg’da gerçekleştirilen Baltik Tiyatro Festivali’nde “En İyi Gösteri” ve Sarayevo’da gerçekleştirilen 58. Uluslararası MESS Tiyatro Festivali’nden en iyi yapım, yönetmen ve eleştirmenler ödüllerine layık görülmüş. Bu başarıda Serra'nın yanısıra, mükemmel bir ekip oyunculuğu örneği sergileyen sekiz nitelikli oyuncunun, daha önce özel olarak bahsettiğim Montervino ve Accogli'ye ek olarak Stefano Mereu, Maurizio Giordo, Alessandro Burzotta, Jared Mc Neill, Salvatore Drago veMirko Iurlaro'nun emeklerini es geçmemek gerekli.

MACBETTU tekrar sahnelenir mi belirsiz, ama Serra’nın Teatro Sardegna ile Compagnia Teatropersona ortak yapımı son gösterisi, Sofokles'in yapıtlarından ve diğer kaynaklardan özgürce esinlenerek anlattığı mit, Tragùdia – The song of Oedipus önümüzdeki sezon İtalya ve Avrupa’da turneye çıkıyor. Serra Cagliari’de ara sıra atölye çalışmaları da düzenliyor. Takipte fayda var. 

______________________
* Pietre Sonore (Ses Taşları) heykeltraş Pinuccio Sciola’nın, 1968 yılından itibaren Sardunya Adası’nın San Sperate kasabasında kendi adına kurduğu müze ve bahçesinde yer alan, üzerine farklı geometrilerde ve derinliklerde ince yarıklar açtığı devasa taş blok çalışmaları.
** Yazıdaki bütün Macbeth çevirileri: Sabahattin Eyüboğlu, Remzi Kitabevi, 1981.
*** Gösteri sonrasında yaptığım araştırma sırasında, Serra’nın bu maskeli ve çıngıraklı figürleri Sardunya Adası’nın Barbagia bölgesindeki köylerde halen her yıl düzenlenen 2000 yıllık Mamuthon karnavalından esinlendiğini öğrendim. Maskeler biçim olarak karnavalda kullanılanların bire bir aynısı değiller, hatta oldukça özgün yorumlanmış tasarımlar. Malzeme olarak da farklılar; karnavaldakiler ahşaptan, gösteridekiler ise mantar kabuğundan.

[Bu yazı gösterinin yayın haklı görselleriyle unlimited'de yayınlanmıştır.]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder