8 Ağustos 2024 Perşembe

on soruluk sohbetler 114: katsumi sakakura


HOKUSAI’nin Yaşamı (The Life of HOKUSAI) Japonya ile Türkiye arasındaki diplomatik ilişkilerin tesisinin 100. yıldönümü dolayısıyla ENKA Sanat ile İstanbul Fringe Festival 2024 iş birliğiyle 17 Eylül 2024 tarihinde ENKA Oditoryumu’nda sahnelenecek. Gösterinin bütünsel olarak yaratıcısı; yani bestecisi, yönetmeni, koreografı ve bizzat oyuncusu Katsumi Sakakura (1963), tahmin edileceği üzere, çok yönlü bir sanatçı. Beş yaşında karateye, üniversitede okurken boksa başlayan Sakakura, Japon geleneksel dövüş sanatı Budo'nun özgün “hareket, ritim ve maneviyatı”ndan yola çıkarak Geibu ismini verdiği bir performans sanatı ortaya çıkarmış. Ayrıca, karate ile birlikte öğrendiği bir savunma sanatı olan Nunchaku ile yirmili yaşlarında icra etmeye başladığı hip hop dans hareketlerini birleştirerek Street Nunchaku'yu yaratmış. Daha sonra da, canlı dans ve yansıtılan görüntüleri senkronize ederek yeni bir performans tarzı olarak tarif ettiği Projection Live'ı geliştirmiş. Sakakura, dünya çapında büyük beğeni toplayan bu tarzı kullandığı gösterilerini 43 ülkede sahnelemiş ve 22 ülkede televizyona çıkmış. Hem sahne, hem de günlük kullanım için kendi kıyafetlerini, kostümlerini ve aksesuarlarını tasarlayan Sakakura, ünlü bir Amerikalı koreografın ona yönelttiği “Japon sanatı ve kültüründe bu kadar çok cool unsur varken neden yabancı stilleri kopyalıyorsun?” sorusundan ilham alarak kendini Japanese cool kavramının peşinden gitmeye adamış. Sakakura bu amaçla yıllardan beridir Japonya içinde ve dışında (Bologna Üniversitesi, Tokyo Üniversitesi, Moskova Devlet Üniversitesi ve Londra SOAS Üniversitesi, vb) Dünya ile paylaşmaya değer Cool Japonya başlıklı konferanslar vermekte. Şimdi sıra, olağandışı özgeçmişiyle ilgi ve merakımızı cezbeden Katsumi Sakakura’yı daha yakından tanımak için, ona yönelttiğimiz sorulara verdiği cevaplarda...

Sizce performansın özü nedir?
Benim için performans, sadece o anda, kendi gerçek duygularımla orada olmak anlamına geliyor. Dans etmek değil, rol yapmak değil, sadece “şimdiki zaman ”ın farkına varmak. Ne zaman bir sanat performansı sergilesem ya da yaratsam, her zaman tek bir düşüncem var. O anda benim için en önemli şey “sadece yapmak istediğimi yapıyor” olmak. Bir performansı sergilemeden önce, onun sonucunu düşünebilirim, ancak düşündüğüm gibi sonuçlanması gerekmez. Kendi kurallarıma inanırım ve sadece o anda yapmak istediğim şeyi seçerim. Benim için işin özü bu.

Sanatın dönüştürücü gücüne inanıyor musunuz? Ne şekilde?
Evet, sanatın günümüz sorunlarını daha iyiye doğru değiştirme gücüne sahip olduğuna inanıyorum. Nedeni basit: Ben de sanatla kurtuldum. Sanatın gücü sayesinde büyük bir dönüşüm geçirdim. Çocukken kendimi tamamen işe yaramaz hissederdim. Sanat beni büyük ölçüde değiştirdi ve şimdi hayatın tadını sonuna kadar çıkarıyorum. İfadelerimi, performanslarımı ve yaşam tarzımı seyrettikten sonra hayatları iyileşen insanlar var. Ancak bence ben sadece, onların oldukları gibi mutlu olduklarını fark etmelerine yardımcı olmak için bir katalizör görevi gördüm. Ben sadece bir fırsat yaratıyorum. Bu fırsatı değerlendirenler kendi içlerinde derinlere inmeli ve keşif yapmalı. Kendini keşfetmenin bir sanat biçimi olduğunu düşünüyorum. Benim düşüncem şu: “Gerçekten değişimi arzulayanlar, aslında kendilerini dönüştürme yeteneğine sahip olduklarını fark edebilirler.”

Bir yapıt üzerinde çalışırken, hangi kaynaklar size ilham veriyor? Çalışmalarınızda rüyalar rol oynuyor mu? 
Bir performans yaratmak için, kendim dışında herhangi bir şeyden ilham almıyorum. Gençken, yirmili yaşlarımda, hip-hop kültürünün büyük bir hayranıydım. Tek yaptığım her hafta MTV izlemek ve o zamanki en yeni dans hareketlerini ve adımlarını kopyalamaktı. Başkalarının yaratıcı çalışmalarını kopyalayıp yapıştırarak bir şey yarattığımda gururla şöyle derdim: “Bakın, bu benim yarattığım sanat eseri!” Şimdi geriye dönüp baktığımda bunu oldukça utanç verici buluyorum. Bunun doğru yol olmadığını fark ettiğimde, başkalarının performanslarını taklit etmeyi bırakmaya karar verdim ve kendi derinliklerime inmeye başladım. Çalışmalarıma ilham veren şey, orada bulduklarım. Bu yöntemle ilgili en iyi şey, yarattığım iş iyi çıkarsa, gururla bunun tamamen içimden geldiğini ve başkasının kopyası olmadığını söyleyebilmem. Birçok insan bana tavsiyelerde bulunuyor. Bana “Klasikten çağdaş stile kadar seyredebildiğin kadar çok performans seyret” diyorlar. Ancak bunu yapmak, çorbama başka çorbalar katmakla aynı şey. Her çorba kesinlikle lezzetlidir, ancak bunları azar azar birbirine karıştırmak benim için iki kötü şeye neden olur. Birincisi, bir çorba tek başına lezzetli olsa bile, başka bir tanesiyle karıştırıldığında daha az lezzetli hale gelir. Diğeri de, kendi lezzetimin yavaş yavaş kaybolacak olması. Her bir çorbayı seçerek ve atarak dengeli bir şekilde üst üste ekleyebilen kişi, daha da lezzetli bir çorba yaratabilir, ancak ben diğer çorbalardan alacağım öğeleri dengeli bir şekilde birleştirecek kadar yetenekli biri değilim. Bu durumda, kendime özgü lezzetli bir çorba yaratmak için, kendi çorbama diğer çorbaları baştan eklememenin daha iyi olduğunu düşünüyorum. Ancak bu yöntem zaman alıyor. Bu yüzden, 50 yaşımı geçtikten sonra dünya tarafından tanınabildim.

Üzerinde çalıştığınız bir yapıta, eğer hâlihazırda bir ismi yoksa, ne zaman bir isim vermeye karar veriyorsunuz? 
 Ben bir performans sanatçısıyım, ama aynı zamanda üç boyutlu nesneler de yaratıyorum. Bunlar arasında süs eşyaları, giyilebilir parçalar ve resimler yer alıyor. Aslında, yarattığım eserlerin çoğunun başlığı yok. Belki de başlıkların benim için o kadar önemli olduğunu düşünmediğim için. Onlara genellikle ihtiyaçtan dolayı isim veriyorum. Örneğin, çalışmamı dış dünyaya duyuracaksam, ona bir başlık veriyorum, çünkü çalışmanın adını kullanmak zorundayım. Sorunuza doğru cevap vermek gerekirse; çalışmalarıma, onları sadece dış dünyayla paylaşma ihtiyacı hissettiğimde başlık veriyorum. 

Sanatınızı en çok etkilediğini düşündüğünüz bir sanatçı ya da kişi var mı? Eğer varsa, kim? 
 Ne yazık ki hiç kimse yok. Sanat okuluna gitmedim ve kimsenin asistanı olarak çalışmadım. Dahası, kendi içimde derinlere dalıyorum, bu yüzden kimseden etkilenemedim. Elbette, kendi kalbimin derinliklerinde beni etkileyen, zihnime kazınmış şeyler var. Bunlar eski Japon filmi Zatoichi (Shintaro Katsu tarafından canlandırılan) ve Japon animesi Ghost in the Shell. Bunlar henüz kim olduğumu bilmeden önce bedenime tohum gibi ekildiler. Yaratıcı çalışmalarıma başladığımda bu tohumlar filizlendi ve çiçek açtı. Şimdi ise meyve vermek üzere olduklarına inanıyorum.

Sohbetin devamını okumak için tıklayın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder