zakintos'ta her keyfe uygun sahiller var; doğusunda ve güneyinde sığ, ılık ve kumluk olanları, batısında ve kuzeyinde derin, serin ve taşlık/kayalık olanları.
yukarıdaki mavi renkte ise filtre yok, oynama da yok; batı ve kuzeyindeki koylarda bu enfes maviyi ya seyrediyorsunuz ya da içinde yüzüyorsunuz...
zakintos'ta tekne kiralama çok popüler. günlük, benzin dahil 250 avroya geliyor; dört kişiyseniz, oldukça uygun oluyor. tekneyle, karadan ulaşılamayan koylara ulaşmanız mümkün.
ya da tekne turlarına katılabilirsiniz; onlarda da karadan ulaşılamayan ya da zor ulaşılan koylarda denize girme molaları veriliyor.
biz karadan zor ulaşılanlardan ikisine kendi başımıza gittik; biri bizi iyice zorladı, önceden bu kadar meşakkatli olacağını bilseydik, gitmezdik. gittiğimize, yorgunluğumuza, sonraki iki gün boyunca çektiğim ve daha önce vücudumda olduklarından haberdar olmadığım kaslarımın ağrılarına bile değdi. dolayısıyla önce oradan başlıyorum anlatmaya: adanın güney batısındaki plalaki kumsalından.
patikanın henüz başında her şey henüz güllük gülistanlıkken; hatta oraya yerleştirilmiş ankastre masanın manzarasından heyecana kapılmışken.
dönüşte karşılaştığımız herkesin; "aşağıya inmeye değer mi?", "daha kaç dakikalık yol var?", "zor mu?" minvalinden sorularına verdiğimiz cevaplarla, cesaretlerini kırmadan heyecanlarını diri tutmaya çalıştık :)
arabayla asfalt ama dar ve virajlı yolda epeyce bir gittikten sonra, arabayı park edip, aşağıdan sesleri gelen ve karınca gibi gözüken deniz ve kayalardaki insanların yanına dağ keçilerini veya dağcıları aratmayacak bir patikada inmeniz gerekiyor. patikanın başlarında bir kaç basamakvari setleme var, ama sonrası kaya, toprak, ağaç/bitki kökleri, bir de uçurum tarafına yapılmış inşaat demirinden korkuluk. hayatımda hiç bu kadar dik ve zorlu bir patikadan inip çıkmamıştım.
aşağıya vardığınızda denize en azından taşlı bir kumsaldan girebileceğinizi zannediyorsunuz, ama heyhat, öyle değil! yine kayalardan keçi misali inmeniz, yüzdükten sonra da tırmanmanız gerekiyor.
buranın başka bir sorunu da, kayaların üzerinde hiç bir şekilde gölgelik bir alanın olmaması; tam anlamıyla güneşin altındasınız.
o kadar zorlukla aşağıya inmişken, bir gayretle, kayalardan da inip denize girmesem olmazdı. deniz serin ve berraktı. inerken çok yorulduğum için uzun uzun yüzmedim, ama denizin keyfini çıkardım.
bu güzel fotoğraflar için arkadaşım emre gügen'e candan teşekkür ediyorum.
bir önceki kadar zorlu bir yaya inişinin olmadığı, enfes manzaralı virajlı ve dar yolda varıp, arabanızı park ettikten sonra en fazla 2-3 dakika asfaltta yürüyerek ulaştığınız filippoi kumsalının sorunu ise, oturmak için sadece sivri kayaların olması. ama kendinize yamacın kıyısında gölgelik bir yer buldunuz mu, keyfinize diyecek yok. biz vardıktan sonra önce cips yiyerek biralarımızı içtik, sonra denize girdik. burada da deniz serin ve berrak.
buraya tekne turları da uğrayıp yüzme molası veriyor. biz sabah yaptığımız tekne turu sırasında buradaki arabaları fark edip, yol olduğunu anlayınca öğleden sonra gelmeye karar vermiştik ve pişman olmadık.
denize girdiğiniz yerden biraz yüzdünüz mü iki ayrı kumsala varıyorsunuz. küçük taşlarla kaplı bu kumsallar tenha. kıyıda dalgalarla oynaşmak, küçük taşları elinize alıp gelen her dalgayla bazılarının sürüklenmesini seyretmek çok keyifli. kumsallardan birinin arka tarafında taşlardan kuleleri görünce ben de kendi katkımı oraya bıraktım.
gelelim adanın güney ve doğusundaki kumlu, sığ ve sıcak denizlere.
yukarıda fotoğrafı olan keri kumsalı ve sadece bir gün otelimize dönerken ıslanmak için girdiğimizden fotoğrafını çekmeyi akıl edemediğimiz alykes kumsalı pek benlik yerler değillerdi, ama arkadaşım ikisinden de çok memnun kaldı. keri kumsalında iğde ve zeytin ağaçlarının altında oturmak güzel.
iki kumsalda da umumi duş var.
alykes kumsalı kalabalıktı ama neyse ki bunaltıcı değildi.
laganas kumsalı ise vıcık vıcık insandı, ve daha çok ergen kalabalığıydı; o yüzden arabayla içinden geçerken durmaya zahmet bile etmedik.
doğu sahilinde en sevdiğim kumsallar otelimizden yürüyerek 3-5 dakikada ulaştığımız birbirinin devamı olan iki-üç yerdi. buralara sabahları 7:00'de indik, kimsecikler yokken özgürce denize girdik ve 8:00 gibi otelimize kahvaltı yapmaya çıktık. gün içinde çok kalabalık olduklarını zannediyorum, çünkü buralara inen yol aşağıdan yukarıda otelimizin önünden geçen anayola kadar park etmiş arabalarla dolu oluyordu genellikle.
bu yazımı, bu seyahati esas yapma, ege'deki adalar dururken taa buralara, bu iyonya adalarına gelme nedenimle bitiriyim:
2002 yılında bu kitabı aldığımdan beridir hayalimde olan yerdi gemi enkazlı navagio kumsalı.
maalesef, on yıllardır hayalini kurduğum yere iki yıl geç kalmışım :(
iki yıldır bu koyda yüzmek de, kumsala çıkmak da yasaklanmış. şansımıza kapaktaki fotoğrafın çekildiği manzara noktası da, orman yangınları önlemi nedeniyle kapalıydı :(
10:30-13:00 arası süren, navagio kumsalında 15 dakika fotoğraf için durduktan sonra dönüş yolunda iki koyda (biri daha önce bahsettiğim filipin koyu, diğeri blue caves koyu) yüzme molası veren bir tura katıldık. tur kişi başı 25 avroydu. tekneye binişte önde olduğumuz için üst kottaki güvertede oturma şansımız oldu, yoksa aşağıdaki -pencereleri açık olsa da nemli ve havasız olan- kapalı salonda o saatler geçmezdi.
ne o koyda denize girmek ne de kumsala çıkmak mümkün olmayınca, bir çok başka tekneyle birlikte gemi enkazını uzaktan seyrederek kitle turizminin her şeyi metalaştıran halinin canlı bir örneğini deneyimlemiş olduk; buranın louvre'da mona lisa'nın önünden farkı yoktu.
zakintos'ta gemi enkazı büyük bir beklenti ve hayal kırıklığı oldu. ilginç bir şekilde adanın diğer özelliklerinden çok daha fazla keyif aldık ve burada çok güzel üç gün geçirdik. o kadar ki keşke kefalonya'dan çok burada konaklasaymışız diye bile düşündük. yine de gemi enkazının olduğu koya yaptığım seyahatten de etkileyici deneyimlerle ayrılmak isterdim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder