22 Haziran 2024 Cumartesi

22 HAZİRAN


(fotoğraflar: mehmet kerem özel)

1955 walt disney'in lady & the tramp adlı uzun metraj çizgi filmi gösterime girmiş; ben bu filmi 1976 yılında beyoğlu dünya sineması'nda sadece anneme ve bana oynatıldığında seyrettim, spagetti sahnesini unutamam

1995 new york filarmoni orkestrası'nın istanbul'a ikinci gelişinde; bu ve ertesi akşam istanbul atatürk kültür merkezi büyük salon'da kurt masur yönetiminde verdikleri konserleri canlı dinledim. birinci konserden sonra üst kat fuayesinde yapılan resepsiyonda resmi davetlilere dağıtılan turne cd'sini dağıtan görevliden binbir ricayla ben de aldım

2003 cecilia bartoli'yi ilk defa canlı dinledim; angelo michele errico'nun piyano eşliğinde aya irini müzesi'nde

2019 epidaurus antik tiyatrosu'nda robert wilson'ın oedipus adlı yapıtını seyrettim



21 Haziran 2024 Cuma

21 HAZİRAN



1978 andrew lloyd webber'in bestelediği, sözlerini tim rice'ın yazdığı, başrolünde elaine page'in oynadığı evita müzikalinin dünya prömiyeri londra'da prince edward theatre'da gerçekleştirildi

1982 fransa kültür bakanı jack lang'in inisiyatifiyle hayata geçirilen dünya müzik günü (fête de la musique) ilk defa kutlandı

1991 ilk defa william forstyhe yapıtlarını seyrettim; harbiye açıkhava tiyatrosu'nda ballet de l'opera de lyon'un programında

2011 antalya aspendos antik tiyatrosu'nda gittiğim konserde viyana filarmoni orkestrası'nı zubin mehta yönetiyordu, solist daniel barenboim idi

2018 bir marco goecke yapıtını ilk defa canlı seyrettim; izmir adnan saygun sanat merkezi'nde NDT 2 programının bir parçası olarak wir sagen uns dunkles



20 Haziran 2024 Perşembe

Zoraki Güzellik'ten...

Max Ernst, La santé par le sport (1920)

Bu kitabın pek çok yerinde gerçeküstücülüğün genel olarak sadece bastırılanın geri dönüşü üzerine kurulu olmadığını, bilhassa iki tekinsiz fantezi arasında salındığını öne sürdüm. Bunlardan ilki annedeki bolluğun, herhangi bir ayrılık ya da kayıp yaşanmadan evvelki bedensel yakınlık ve psişik birliğin hâkim olduğu bir mekân-zamanın fantezisi; ikincisi ise baba tarafından cezalandırılma, böyle bir ayrılık ya da kaybın travmasının fantezisiydi. Ayrıca gerçeküstücülüğün, kökleri büyük ölçüde orada olan öznellik ve temsil yapılarını yıkmak için bu fantezileri yeniden canlandırmaya çalıştığını da savundum.
Gerçeküstücüler dünyaya tekinsiz bir canlandırma yansıtırken (örn. Breton, De Chirico ve Ernst için muammalı işaretler, nesneler ve takipçiler şeklinde), dünya da karşılığında bakışını onlara çevirir ve bu bakış da iyilikseverlik hanesiyle iğdiş edicilik hanesi arasında salınır, ki bu salınım da farklı öznel etkiler ve uzamsal anlayışlar meydana getirir. Burada bu iki tip bakışı, etkiyi ve mekânı, tekinsize bağlı olan ayrıca ya gerçeküstücülük döneminde ya da o evrede kafa yorulan iki kavram bağlamında kısaca düsünmek istiyorum: Benjamin' in aura kavramı ve Freud'un kaygı kavramı.
Kaygıyla tekinsiz arasındaki bağlantı ortada. İlki ikincisinin etkilerinden biri. Aura ile tekinsiz de ilintilidir; çünkü tekinsiz nasıl bastırılma yoluyla yabancılaştırılmış tanıdık bir şeyin geri gelmesiyle alakalıysa, aura da "Zaman ve mekândan örülü tuhaf bir ağ; bir uzaklığın emsalsiz biçimde yakınlarda belirmesi"yle ilgidir. O zaman tekinsiz bir bakıma aura ile kaygının, gerçeküstücülüğün meydana çıkardığı ortak menşei ya da kesişim noktasıdır.
Freud en azından iki farklı kaygı anlayışı ortaya atmıştı. İlkinde kaygıya neredeyse fizyolojik bağlamda, cinsel gerilimin ego tarafından atılması olarak bakıyordu. Oysa, Ketlemeler, Belirtiler ve Kaygı'da (1926) kaygının kaynağı olarak egoyu göstermiştir. Burada kaygı, homeopatik bir tehlike sinyaline; egonun beklenen travmayı uzakta tutmak veya hiç değilse zırhını kuşanmak üzere tertiplediği geçmiş bir travmanın bellekte hafifletilmiş bir biçimde tekrarına dönüşür. Bu anlatı kısmen, Doğum Travması'nda (1924) kaygıyı tamamen bu ilk-travmaya bağlayan Otto Rank'e bir cevaptır. Freud bunun aksine travmanın şu gibi pek çok biçim aldığını savunur: Anneyle yaşanan diğer ayrılıklar, iğdiş tehditleri, cinselliğe erken adım atma, hatta ölümlü olmayı hissettiren durumlar. Ancak tıpkı doğum gibi bu travmalar da, bir muhtaçlık (Hilflosigkeit), kaygı üreten bir muhtaçlık yaratır. Tekrara zorlanmanın psişik kuralına göre, ilk olarak doğumun yarattığı muhtaçlıktan hasıl olan kaygı, sonradan travmatik durumlarda, örneğin cinselliğin çocukluk yaşta uyanması halinde, tekrar eder: "Tuhaftır ki cinselliğin gereklilikleriyle erken temasa geçmenin ego üzerinde, dış dünyayla vaktinden önce temasa geçmenin yarattığına benzer bir tesiri olur." Gerçekten de özne ne zaman aşırı uyarıcılara engel olamasa, bu tekrar gerçekleşir. Bu uyarıcılar harici, dış kaynaklı, dünyevi ("gerçekçi" kaygı); ya da dahili, iç kaynaklı, içgüdüsel ("nörotik" kaygı) veya - dahilinin harici gibi görünecek şekilde yansıdığı travmatik durumda olduğu gibi- her ikisi birden olabilir. Demek ki esasında kaygı, tıpkı fort/da oyunu gibi, evvelden algılanmış kayba dair travmatik bir durumu hafifletmek üzere tehlikeye tetiklenen bir tekrar aracıdır.
Bu anlayış benim "travmatik' gerçeküstücülük yorumuma uyuyor, zira gerçeküstücü sanatın çoğunu, başlıca duygu tonu tam da kaygı olan, travmayı dışa vurma girişimleri olarak okudum. Kuramsal düzeyde, travmanın bellekte bir sembole dönüşmesi, belirtileşme ile sembolleşme arasında kurulan gerçeküstücü analojide de sezilir. Psişik düzeyde ise, gerçeküstücülüğün içinde muhtelif külliyatlar travmanın Freud'un değindiği şu farklı anların yineler: Korkulan anneden ayrılık (özellikle Breton' da), travmatik cinsel uyanış (De Chirico'da), cinsel farklılığın şok edici idraki, (Ernst'de), penisin hayal ürünü kaybı (Giacometti'de), mazoşistçe talepler karşısında duyulan ayrıştıran çaresizlik (Bellmer'de) vesaire. Ayrıca gerçeküstücü tecrübede kaygının sıfatları öne çıkar: Örneğin içerisiyle dışarısının karıştırılması yoluyla içten gelen ya da "zoraki" uyarıların dışarıya, çırpınmalı güzellikte olduğu gibi dış kaynaklı ya da "sarsıntılı" işaretler olarak yansıması; içerisinde geçmisle geleceğin, hafızayla kehanetin, sebeple sonucun nesnel rastlantıda olduğu gibi birleştiği bir tekrar ve beklenti vardiyası; ayrıca genel olarak da, bundan önce bahsi geçen bütün gerçeküstücülerin yapıtlarında göze çarpan, ilk olma niteliği taşıyan bir aşk nesnesinin kaybının travmanın, muğlak bir savunması ya da çözümlemesi olarak yeniden canlandırılması. Son olarak, gerçeküstücülükte bu şekilde savuşturulan travmalar, yalnızca bireysel tecrübeden değil, kapitalist toplumdan da hasıl olur: Yani şehrin haddinden fazla sayıdaki uyarıcıları, bedenin makine ve/veya metalaşmasi vs üzerinden. Breton'un "Yorumsal deliryum ancak hazırlıksız yakalanan adam semboller ormanında ani bir korkuya kapıldığında başlar" formülü bunların çoğunu akla getirir. Bu formül pek çok gerçeküstücü kavramı tam da kaygı bağlamında yakalar: De Chirico'nun uyandırdığı "şaşkınlığı ", Ernst'ün savundugu çırpınmalı kimliği, Dali'nin paranoid-eleştirel metodunu, daha genel olarak ise, muğlak işaretlerle dolu bir dünya karşısında disponibilité [müsait olma] vaziyetini.

- Hal Foster
Ayrıntı Yayınları
(Çeviri: Şebnem Kaptan)

20 HAZİRAN


1975 steven spielberg'in jaws filmi gösterime girdi; 1981'de türkiye'de vizyona giren jaws'ı annem izin vermediği için sinemada seyredemedim, yıllar sonra video kaydını izledim

1980 john landis'in yönettiği the blues brothers filmi gösterime girdi

1986 güher & süher pekinel kardeşleri ilk defa canlı dinledim; istanbul atatürk kültür merkezi büyük salon'daki konserde pekinellere jean-françois paillard şefliğindeki jean-françois paillard oda orkestrası eşlik ediyordu

1993 istanbul-beşiktaş inönü stadyumu'nda elton john'u canlı dinledim

2013 ünlü mezzo soprano magdalena kozena'yı ilk defa canlı dinledim; aya irini müzesi'ndeki konserde venedik barok orkestrası'nı andrea marcon yönetiyordu

2013 ünlü soprano patricia petibon'u ilk defa canlı dinledim; aya irini müzesi'ndeki konserde venedik barok orkestrası'nı andrea marcon yönetiyordu

2017 amsterdam mercatorplein'de kurulu bir çadırın içinde, dries verhoeven'ın phobiarama adlı immersive/sarmalayıcı gösterisini deneyimledim

19 Haziran 2024 Çarşamba

19 HAZİRAN


1978 garfield'in ilk çizgi bandı yayınlandı 

1989 mozart'ın requiem'ini ilk defa canlı dinledim; istanbul devlet senfoni orkestrası ile viyana müzik dostları derneği korosu'nu erich bergel yönetiyordu, solistler oya atay, horst laubenthal, jin ok ve ernst g.schramm idi

1992 beethoven'ın 9. senfoni'sini ilk defa canlı dinledim; istanbul devlet senfoni orkestrası ile frankfurt akademi korosu'nu alexander schwink yönetiyordu, solistler zehra yıldız, erol uras, ruthild engert ve tomas möwes idi

2000 philip glass'ı, istanbul atatürk kültür merkezi büyük salon'da verdiği solo piyano konserinde canlı dinledim; iki akşam sonra, topluluğu ile verdiği konseri de canlı dinledim 

2009 anne-sophie mutter'i ilk defa canlı dinledim; cellist lynn harrell ve piyanist-orkestra şefi-besteci (ve mutter'in eşi) andre previn'ın konseri aya irini müzesi'ndeydi

2016 dünyanın sahne mekaniği korunan en eski barok tiyatrolarından biri olan drottningholms slottsteater'da bir gösteri seyrettim; stina ancker'in sahnelediği jan sandström'ün the rococo machine adlı operası



18 Haziran 2024 Salı

18 HAZİRAN


1991 ünlü acapella topluluğu hilliard ensemble'ı aya irini müzesi'nde seyrettim

2009 efsanevi tenor juan diego florez ilk defa canlı dinledim; aya irini müzesi'ndeki konserde borusan istanbul filarmoni orkestrası'nı alessandro vitiello yönetiyordu

2016 stockholm'de isveç kraliyet tiyatrosu'nda ünlü isveç tiyatro topluluğu dramaten'den bir oyun seyrettim

2017 dimitris papaioannou'nun the great tamer adlı gösterisini ilk defa seyrettim; amsterdam stadschouwbourg'daydı. gösteri sonrasında yapılan soru-cevap'ın ardından papaioannou'nun yanına gidip fotoğraf çektirip imzasını aldım, yanımda arkadaşlarım gizem ve ayşe vardı



17 Haziran 2024 Pazartesi

Kentin Labirenti ya da St. Louis'deki İyonik Sütun'dan...


Ayrı ayrı zamanlarda kentlilerin anlattıkları öykülerin farkı kentin kırılma anlarından ve farklı sahiplerinden doğar. Kent, kendi kırılma anları itibarıyla, farklılıklardan oluşmuş bir tarihe sahiptir ve kentliler de hep içinde oldukları dönemlerinin koşullarını, yani fiziksel tarih ile kendilerinin yarattığı söylentiler ve tasavvurlar tarihinin birleşmesini yaşamışlardır. Daha önce de vurgulandığı üzere, kentin gerçek tarihi, kırılma anlarının yan yana gelmesiyle ve farklı dönemlerin söylentilerinin ve tasavvurlarının birbirleriyle etkileşim kurmasıyla yazılır. Bu etkileşim alanı ise Kuban'ın arayüz dediği şimdiki zamanların üzerinde yer alır. Örneğin, tank olduğumuz kente dair pek çok görüntü, pek çok öykü, pek çok anı ve pek çok efsane vardır ki bunlar tarih boyu farklı dönemlerin karışımından meydana gelmiş ve kentin birçok farklı katmanının bütünselliğini şimdiki zamanlarda oluşturmuştur. Ayrıca bunlar kişisel olarak seçilmiş alanlardan, nesnelerden ya da mekânlardan da oluşabilirler ki asıl ilginç ve değerli olan tarih bunlar üzerinden işler, çünkü kişiseldir. Bir sinema, bir plaj, bir stadyum, bir pastane, bir istasyon, bir okul, bir park, bir sokak, bir kapı, bir ağaç, bir duvar ya da başka bir sey... Bunlar kenti turistik olarak tanıtmaktan, oranın kültürünü yeniden düzenleyerek sunmaktan ve bunları yaparken de birtakım klişe simgeleri tekrarlamaktan farklı şeyleri işaret ederler. Daha önce yazdığımız bir tümceyi yeniden anımsayalım, şöyle demiştik: Kentliler ayrı ayrı kendi zamanlarında, o kent için hangi söylentilere ve tasavvurlara bağlanıp, hangi öyküleri anlatıyorlarsa, o kentin tarihinin bütününü anlattıklarına inanıyorlardır... Bir kenti çoğul bir tarihe sokan, dolayısıyla onu gerçek bir kent yapan davranışın önemi de buradan kaynaklanır. Bunlar, kentin maruz kaldığı vahşi müdahalelerle yok olup gitmiş bile olsa, o yer tümünü zihinlerde korur ve mevcut görüntünün içine bu zihinsel işleyişten bir şeyler sızdırır. 


 Emre Zeytinoğlu 
Literatür Yayınları, 2021

17 HAZİRAN


1967 barbra streisand new york'ta a happening in central park isimli konserini vermiş

1990 ilk ve tek defa manos hadjidakis'in konserine gittim; kendi orkestrasını yönetiyordu, solistler maria farandouri, nena venetsanu ve elias lioungos idi, konser istanbul harbiye açıkhava tiyatrosu'ndaydı, günler öncesinden istanbullu sanatseverler arasında hadjidakis'in şarkı aralarında alkışı sevmediği, istemediğine dair fısıltı gazetesi çalıştı

1991 manhattan transfer'i harbiye açıkhava tiyatrosu'nda seyrettim

2017 jude law'ı tiyatro sahnesinde seyrettim; arkadaşlarım gizem ve ayşe ile amsterdam carre tiyatrosu'nda ivo van hove'nin rejisinde luciano visconti'nin tutku (obsession) adlı film uyarlamasında. oyun sonrasında gizem imza almak istediği için, yaklaşık yarım saat sahne arkası kapısında bekledik, bizimle bekleyen bir kaç kişi vardı, jude law çıktı, yanında iki arkadaşı vardı, imza verdi, sonra tesadüf eseri bir süre önde law ve arkadaşları arkada biz amsterdam sokaklarında yürüdük

2018 ilk defa bir fc bergman gösterisi seyrettim; amsterdam centrale markthal'in içine kurulmuş meydan sahne düzenindeki bir alanda william gaddis'in aynı adlı romanından uyarlanmış JR

2023 fc bergman'ın uzun zamandır peşinde olduğum yapıtı het land nod'u biennale teatro kapsamında venedik'in sanayi bölgesi marghera'daki bir hangarda seyrettim 



16 Haziran 2024 Pazar

16 HAZİRAN


1904 bloomsday: james joyce'un ulysses romanındaki olayların geçtiği gün

1960 alfred hitchcook'un psycho filmi gösterime girmiş

1971 başrollerinde john travolta ve olivia newton-john oynadıkları, randal kleiser'in yönettiği grease filmi gösterime girdi; ben bu filmi yıllar sonra, 1981'de istanbul'da gösterime girdiğinde levent melodi sinemasında bir kaç kere izledim

1988 ilk defa igor oistrakh'ı canlı seyrettim, aya irini müzesi'nde 

1989 verdi'nin requiem'ini ilk defa canlı dinledim; istanbul devlet senfoni orkestrası ile viyana müzik dostları derneği korosu'nu erich bergel yönetiyordu, solistler ruhsar öçal, ihsan ekber, jin ok ve ernst schramm idi

2017 amsterdam concertgebouw konser salonu'nda piyanist radu lupu'yu cristian macelaru yönetimindeki kraliyet concertgebouw orkestrası eşliğinde canlı dinledim

2018 amsterdam carré tiyatrosu'nda ivo van hove'nin beş buçuk saat süren immersive/sarmalayıcı gösterisi romeinse tragedies'i deneyimledim

15 Haziran 2024 Cumartesi

15 HAZİRAN



1878 ilk hareketli görüntü, eadweard muybridge tarafından çekilmiş; filmin adı sallie gardner'ın dörtnala koşusu; amaç bir atın koşarken dört toynağının da yerden kalkıp kalkmadığını görmekmiş, 12 kamera kullanılmış, her biri 1 fotoğraf çekmiş

1996 ünlü bariton bryan terfel'i istanbul atatürk kültür merkezi büyük salon'da canlı dinledim

2002 bir pina bausch yapıtını ilk defa yurtdışında seyrettim; mullhouse la filature'de kontakthof mit damen und herren ab 65

2023 la biennale di venezia kurumunun düzenlediği biennale teatro'da ilk defa bir gösteri seyrettim; venedik arsenale'deki teatro alla tese'de, bu yıl altın aslan ödülünü alan armando punzo'nun naturae adlı yapıtını



14 Haziran 2024 Cuma

14 HAZİRAN



1325 ibn battuta mekke'ye gitmek üzere fas'ın tanca şehrinden seyahatine başlamış

1991 ahmet adnan saygun'un yunus emre oratoryosu'nu ilk defa canlı dinledim; aya irini müzesi'ndeki konserde istanbul devlet senfoni orkestrasını alexander schwinck yönetiyordu, solistler zehra yıldız ve ... idi

2017 ünlü bariton matthias goerne'yi kadıköy süreyya operası'nda ebene quartet eşliğinde canlı dinledim



13 Haziran 2024 Perşembe

13 HAZİRAN


1911 mikhael fokine'nin koreografisini yaptığı, igor stravinsky'nin müziğini bestelediği, vaslav nijinski'nin başrolünde dans ettiği petruşka balesinin dünya prömiyeri gerçekleştirilmiş

1920 a.b.d. posta şirketi bebeklerin posta ile gönderilemeyeceğini ilan etmiş; eğer bir çocuk 50 poundluk (22,67 kilo) koli ağırlığı sınırının altındaysa, onu postalamak diğer seyahat yollarından daha ucuza geliyormuş

1985 melina mercouri'nin teklifi ile avrupa birliği'nde her yeıl bir şehrin avrupa kültür başkenti ilan edilmesi kararı alındı

1991 ilk defa bir geleneksel japon tiyatrosu no örneği seyrettim; istanbul atatürk kültür merkezi büyük salon'da sahnelendi

1993 ünlü soprano monserrat caballé'yi ilk defa canlı dinledim; istanbul atatürk kültür merkezi büyük salon'daki konserde istanbul devlet opera ve balesi orkestrası'nı jose collado yönetiyordu

1995 dianne ross'u istanbul abdi ipekçi spor salonu'nda canlı dinledim

1999 pier-luigi pizzi'nin yönettiği ve sahne tasarımını yaptığı, vivaldi'nin bajazet operasını istanbul aya irini kilisesi'nde seyrettim



12 Haziran 2024 Çarşamba

fas günlükleri 20: fas - yemekler


fas'ta her şey tajin denen sırlı toprak kapta pişiyor; her türlü et, sebze, kuskus. yani "tajin" yemeğin adını değil, yemeğin pişirilme şeklini tarif ediyor.
kuzu etiyle kuru erikli, soğanlı, bademli olanı en lezzetlisi; nohutlu ve kuru üzümlüsü de var. tavuklusu zeytin ve limonla yapılıyor, o da lezzetli. tabii sadece bunlar konmuyor; tajin baharatı denen bir baharat karışımı var; yemeğe o da ekleniyor. bu karışım baharatçılarda bulunuyor (yazının sonunda bununla ilgili bir sürprizim var). 
tajin yemekleri isteğe göre kuskuslu, kuskussuz, ya da sadece kuskus olarak sipariş edilebiliyor.



marakeş'te jemaa el-fnaa meydanına bakan lokantalardan chez chegrouni'de yediğimiz tajin'lerden memnun kaldık. lokantanın üç kat terası var, her terasın kenar kısmına masalar yerine uzunlamasına bar koymuşlar, doğrudan meydanı seyrederek/bakarak yemek yiyorsunuz. 


fas'ta zeytini neredeyse her yemeğe koyuyorlar. sebzeli tajini bile zeytinli yapıyorlar; sanırım daha önce haşlaşmış zeytin yememiştim.  
tabii ayrıca aperitif olarak da getiriyorlar.
fas'ın zeytinleri çok lezzetli. ilk gün kazablanka'da zeytin-ekmekle karın doyurmuş, çok da memnun kalmıştık.



marakeş'te jemaa el-fnaa meydanına çıkan sokaklardan biri zeytin pazarı. o kadar ilginç ki, müşteriler istedikleri kadar tadım yapıyorlar; fotoğrafta çıkarılan çekirdekler için tezgahın altına konmuş çöp tepsileri görülüyor.
istanbul'a dönüşte oradan zeytin aldık; zeytinci ekstra ücret almadan saklama kabına koydu, yurtdışına gideceğimizi öğrenince ek olarak poşete koyup havasını aldı.









jemaa el-fnaa meydanı'na değinmişken, doğrudan meydanın üzerine portatif olarak kurulan yeme-içme yerlerinden bahsetmeden olmaz. 
akşamüstünden itibaren gece yarılarına kadar yerli halk buralarda, neredeyse bütün marakeş burada yemek yiyor. menülerde her şey var: kuzu, dana, tavuk, sosis, kelle, salyangoz, sandviçler, sebzeler, börekler, salatalar, yok yok... 

 


ne istersen, canın ne çekerse var; ama yerli halka fiyat farklı, turiste farklı. turistsen seni kenara çekip adisyonu getiriyorlar önüne, o sırada lafa da tutuyorlar, nerdensin, a türkiye'den mi, neresinden, a biz çok severiz türkleri falan derken, kazığı geçiriyorlar, anlamıyorsun bile. lüks lokanta fiyatına kalkmışsın masadan. doğrusu biz de abarttık biraz son akşamımız diye.

marakeş'in başka bir mahallesinde, sokağa masalar atmış bir lokantada siparişimizi beklerken

aklımın kaldığı tek yer, meydana çıkan riad zitoun el kadim sokağı üzerindeki snack bachar oldu. ne zaman geçsek önünde sokağı kapatacak kadar hınca hınç kalabalık olan küçücük bir dükkan. bir daha yolum marakeş'e düşerse buradan mutlaka yiyeceğim.

9 günlük seyahatimiz sırasında öyle her gün mutlaka sokaktan yemedik, ama uzak da durmadık. midemiz, bağırsaklarımız bozulmadı. 40 derece sıcakta en çok sattıkları şey tavuktu, biz cesaret edemedik sokak satıcısından tavuk yemeye, lokantalarda yedik ama.


fas mutfağının en popüler yemeklerinden biri pastilla. ismi köken olarak ispanyolcadan geliyor olmalı. geleneksel olarak tiftiklenmiş tavuk göğsü ve badem ile yapılan bir tür börek. üzerine pudra şekeri ve tarçın serpiliyor, o yüzden hafif tatlı. bütün lokantaların menülerinde var; yerlilerin de çok sevdiği bir yemek, zira her masaya mutlaka bir tane geliyor.


börek türü yiyeceklerden bahsetmişken; briout'ları söylemeden geçemem. bizim muska böreği gibi, ama dışında çok ince bir yufka, içi ise tıka basa dolu kızartmalar bunlar. her türlüsü var; sebzelisi, tavuklusu, etlisi, peynirlisi. en lezzetlisi peynirli olanı. içleri tıkız doldurulduğu için etli olanları biraz kuru oluyor, peynirli ise yoğun tadıyla ağızlara layık.


fes'te iki lokantada briout'ları denedik; biri geleneksel diğeri füzyon yemekler yapan lokantalardı. yukarıdaki fotoğraf füzyon yemekler yapan lokantadan, ön tabaktakiler briout'lar. 
geleneksel olanınkinin adı dar hammad, diğerininki the ruined garden. ikisinde de aynı şeyleri yedik; meze tabağı, briout tabağı, ilkinde etli tajin, ikincisinde limonlu tavuk tajin. lezzet olarak dar hammad'dan daha çok memnun kaldık; fiyat olarak da orası çok daha uygundu.



 dar hammad'ın en üst katta dört masalı bir terası var; ferah, havadar. the ruined garden ise bir riad kalıntısının çok da ellenmeden, yeşilliklerini çoğaltarak lokantaya çevrilmiş hali. terk edildiğinden dolayı bitkilerin istila ettiği bir bahçede yemek yiyorsunuz gibi.
dar hammad'da terasta, the ruined garden'da ise genel olarak rezervasyonsuz yer bulmak çok zor; dar hammad'da terastaki masa için 15 dakika kadar bekledik, the ruined garden'a ise rezervasyon yapmayı akıl etmedik, ama akşam servisi için olan kuyrukta ilk sıradaydık, masa bulabildik. 




biz şafşavan'da pastilla'nın deniz ürünlüsünü denedik ve lezzetine hayran kaldık (fotoğrafta sağda); tarçınlı ve şekerli değildi. 
şafşavan'da tesadüf eseri restaurant chourafa adında bir lokantada yemek yedik. aile işletmesi. küçük değil ama, oldukça büyük, kat kat yemek yerleri var. balık lokantası. deniz ürünlü pastilla'nın yanına mantar soslu kılıç balığı ısmarladık ve çok memnun kaldık. lokantanın en üst terasının manzarası da şahaneydi.
.



şimdi yemekle ilgil başka bir fasla geçiyim: croissant'lar, tatlılar...
malum, bir dönem fransız sömürgesi olduğu için fas'ta avrupai tatlılar, eclair'ler, millefeuile'ler, croissant'lar bolca yapılıyor. hatta fransa'dan farklı olarak sokak tezgahlarında, pazarlarda gani gani, üst üste, alt alta yığılı şekilde satılıyor.
her denediğimizin çok başarılı olduğunu söyleyemem, ama belli bir seviyenin üstünde olduklarının hakkını vermeliyim.



tatlılara gelince; tahmin edileceği üzere fas'ta müthiş geniş bir tatlı menüsü var. bunlardan bazıları onların geleneksel tatlıları, bazıları üstteki fotoğrafta da görüleceği üzere türk tarzı, bazıları da avrupa tarzı.
ilginç olan tezgahlarda çeşit çeşit tatlının dizili olması, satıcının size bir kap vererek ya da siz seçip o koyarak, farklı tatlılardan "kombinler" yapabiliyor oluşunuz. eminim kiloyla da alıyorlardır, ama biz çarşı-pazar-meydanda hep böyle tane tane alınıp potpuri yapılan haline denk geldik.


tam ramazan/şeker bayramı öncesinde oradaydık. özellikle fes'te (diğer şehirlerde rastlamadık) bayram için özel hazırlanmış ve süslenmiş şekerleme paketleri gördük.

  



marakeş'te yves saint laurent müzesinin kafesindeki portakallı-bademli kek ve mousee au chocolat tahmin edileceği üzere çok lezzetli idi, ama sokak tezgahından aldığımız bademli croissant ile üstü çikolatalı içi beyaz kremalı şu, ya da marakeş'te meydana çıkan sokaklardan pass. prince moulay rachid'in üzerindeki şehrin ünlü pastanelerinden la patisserie des princes'ten aldığımız mangolu pasta da damak tadımıza hitap ediyordu. yine aynı sokağın meydana yakın tarafındaki oriental legend isimli dondurmacı da her akşam kahve sonrasında dadandığımız bir yerdi.



jemaa el-fnaa meydanı'ndaki yeme-içme yerlerinden bahsetmişken, taze meyve suyu sıkan tezgahlara değinmeden olmaz. buralardan oldukça uygun fiyata, günün her vakti taze sıkılmış meyve suyu içmeniz mümkün. istediğiniz karışımı yapıyorlar. 


fas'ta bizi hiç bir denememizde hayal kırıklığına uğratmayan yegane şey kahve idi; evet kahve. mağrib ülkeleri ve mısır taze nane çaylarıyla meşhurdur, ama fas'ta kahve; ister türk usülü pişirilen, ister espresso ister americano olsun, her seferinde çok iyiydi. 


ilginç şekilde kahve illa şehirde bir kafede değil, şehirlerarası yolların üzerinde, dağ yolu kenarlarında bir arabanın arkasına yerleştirilmiş profesyonel makinalardan içtiğinizde de lezzetli idi, hem de marakeş meydanda 20 dirhem olan americano varzazat yolu üzerinde bir gezici kahvecide 7 dirhemdi.
.


en son baharat faslı ile bitireyim fas-yemekler yazımı.
malum, fas'ta baharatçılar çok meşhur. ancak özellikle marakeş'te sizi içeri çekip haşhaş satmaya çalışıyorlar, ya da haşhaş aradığınızı zannediyorlar. ayrıca, genel olarak satıcılar pek dürüst olmadıkları için, baharatçıların da iyisini, dürüstünü, sizi kazıklamayacak olanını bulmanız çok zor. 
biz çok şanslıydık. otelimizden bize gitmemiz için tavsiye edilen baharat çarşısında bir-iki denemeden hüsranla çıkmışken, bir baharatçının içinde oturmuş alışveriş yapmakta olan faslı bir çifti gördük, düzgün insanlar gibiydiler, satıcı da öyle. biz de yaklaşık 20 dakika onların alışverişinin bitmesini bekledik. 
abdellatif'ten çok memnun kaldık, çok dürüst ve maharetli bir baharatçıymış. zaten bizden öncekilerin alışverişi sırasında görmüştük, biz de istedik. abdellatif bir kahve karışımı hazırlıyor ki inanılmaz; içine "binbir" çeşit baharat koyuyor, benim şu anda sayamayacağım kadar çok, susam, muskat, biber çeşitleri, karanfil, ve sonra onları taze çekiyor. eli de o kadar oranlı ki, 200 gr istiyorsan tam o kadar geliyor sonunda çekilmiş karışım. 




buraya baharatçının kartının ön ve arka yüzünü bırakıyorum; marakeş'e yolu düşenlere tavsiye ederim:


ve fas günlüklerimi tablo gibi bir tepsiyle bitiriyorum: 
tajin'le pişirilen yemeklere konulan baharat karışımının çekilmeden önceki haliyle...


[bu yazıda kullandığım bazı fotoğraflar fas seyahatini birlikte yaptığım arkadaşım mustafa emre gügen'e aittir.]