29 Ağustos 2017 Salı

tanztheater wuppertal'de bir dönem daha kapandı

(fotoğraf: mehmet kerem özel)

mechthild großmann; tok sesli, gür siyah saçlı, geniş suratlı ve kocaman yeşil gözlü bir kadın.
bu oyuncuyu istanbul seyircisi de tanır. şehrimize ilk defa 1998 istanbul tiyatro festivali'nde konuk olan pina bausch'un "cam temizleyicisi"nin (der fensterputzer) unutulmaz figürlerinden biridir großmann; almanya'nın en ünlü oyuncu simalarındandır aynı zamanda; ülkenin en popüler dizilerinden polisiye "tatort"da oynadığı savcı rolüyle özellikle.

1970'lerde önce claus peymann'ın övgüsünü almış, sonra bochum schauspielhaus'ta harikalar yaratan iki yönetmenin, rainer werner fassbinder ve peter zadek'in tedrisatlarından geçmiş großmann, 1975'te wuppertal'e turneye geldiğinde pina bausch tarafından fark edilir. großmann ilk defa bausch'un zoruyla, 1976'daki brecht/weill akşamı "die sieben todsünden" (yedi ölümcül günah)'ta şarkı söylemiş; ve o noktadan sonra da ayrılmamışlar. (2009'da berlin turnesinde izlediğim bausch'un die sieben todsünden'i ile ilgili yazımı merak edenler tıklasın)



1978'de bochum'da düzenlenen shakespeare festivali için zadek bausch'tan bir yapıt istediğinde,  bausch'un beraber çalışmak için direttiği isim großmann olmuş. großmann o sırada bochum tiyatrosunda bir moliere oyununda oynayacağı başrolü bırakmış ve bausch'un teklifini kabul etmiş.
bausch'un yorumlamak için seçtiği shakespeare oyunu ise "macbeth"tir, ama tabii bausch'un macbeth yorumu, yani "er nimmt sie an der hand und führt sie in das schloss, die anderen folgen" (erkek kadını elinden tuttu ve şatoya götürdü, diğerleri onları takip ettiler), adı gibi, en sıradışı shakespeare uyarlamalarını bile aşar. bochum'daki prömiyer gösterimlerinin ciddi şekilde yuhalanmış olması bunun en güzel kanıtı!
b
großmann oyuncu olduğu halde, bu yapıttan sonra topluluğun neredeyse kadrosuna girmiş gibi o dönem çoğu yapıtta misafir sanatçı olarak sahneye çıkmış. tam da bausch'un kendi çalışma/üretme tarzını ve estetiğini bulduğu ve oturttuğu yıllardadır bu yapıtlar: "blaubart", "keuschsheitlegende", "1980" (2013'te wuppertal'de izlediğim bu yapıtla ilgili eleştiri yazıma tıklayarak ulaşabilirisiniz) ve bir çok başkası..



bausch'un, shakespeare yapıtının yaratım sürecinde her provadan sonraki lokanta sohbetlerini bitirmemek için kullandığı "und noch ein weinchen und noch ein zigarettchen und bloß nicht nach hause“ (bir küçük bardak şarap daha ve bir kısa sigara daha, ve sakın eve gitmek yok) sözü, yıllar sonra großmann tarafından bausch'un başka bir işinde kullanılır.

bausch ve großmann'la ilk karşılaşmam "cam temizleyicisi"yle olmuş olmasına ve bu yapıttan büyülenmiş olmama rağmen, benim için großmann bausch'un en kıyıda köşede kalmış işlerinden "two cigarettes in the dark"taki performansıyla bir numaradır. işte bu yapıt hakkında yazdığım eleştiri yazısından großmann 'güzelleme'm:

k "akşamın tek “güçlü” kadını benzersiz mechthild grossmann’tır! 

mechthild grossmann volümlü saçları, delici bakışları, insanı hipnotize eden sesi ve “femme fatale” tavırlarıyla yapıtın bütününe damgasını vurur. bir kere; akşamı o açar: en gerideki kapıdan sahneye girer, kararlı adımlarla ve gülümseyerek sahnenin en önüne gelerek, kollarını bizleri davet edercesine iki yana açıp “çekinmeden içeri girebilirsiniz, kocam savaşta” diyerek başlatır ritüeli. 
akşamın son sekansı, bütün dansçıların sahnenin en gerisinden en önüne doğru kollar iki yana açık ve seyircilere gülümseyerek düz bir çizgide ama rastgele bir düzende defalarca yürümelerinden oluşmaktadır; grossmann’ın açtığı parantez kapanır; ritüel sonlanır. 

hemen açılışın ardından, yapıtın yaklaşık 10-15. dakikasında mechthild grossmann yine sahnenin en önüne gelip, müthiş bir oyunculuk sergileyerek bizlere brecht’in “über die verführung von engeln” (meleklerin baştan çıkartılması hakkında) adlı -kimilerine göre “erotik”, kimilerine göreyse “pornografik”- şiirini okur; bir meleği nasıl ev girişinde kıstırıp, dilini ağzına sokup, yüzünü duvara yapıştırarak, (kullanılan tam tabirle) “s…bileceğinizi”, meleğe kalçasını iyice çalkalamasını ve rahatça sizin t…klarınızı elleyebileceğini söyleyebileceğinizi anlatır grossmann; ama bunu yaparken dikkat etmeniz gereken iki şeyden de bahsetmeyi ihmal etmez: meleğin gözlerinin içine bakmamaya ve n’olur, kanatlarını kırmamaya özen göstermelisinizdir! 

daha bu noktadan akşamın rengi bellidir; grossmann’ın bizi davet ettiği mekanda tanık olacaklarımız belli ki hoşumuza gitmeyecek, rahatsız edecektir bizleri."
(2011'de wuppertal'de izlediğim two cigarettes in the dark ile ilgili yazımın tamamını okumak isteyenler tıklasın)

two cigarettes in the dark (1986'daki gösterimden bir fotoğraf)

böylece; yola pina bausch'la başlayan, tanztheater wuppertal'in ilk dönem protagonistlerinden mechthild großmann da dans tiyatrosu sahnesine veda etti, geçtiğimiz temmuz ayındaki "ten chi" gösterileriyle..(2012'de wuppertal'de izlediğim then chi hakkındaki eleştiri yazıma tıklayarak ulaşabilirsiniz)
69 yaşında biri olarak artık bausch'un çoğu yapıtında sahneye çıkmak için artık yeterince gücünün olmadığını, temmuz'daki "ten chi" gösterilerini ise bu yapıttaki rolü onu çok fazla zorlamadığı için kabul ettiğini söylemiş bir röportajında großmann.

koyu sesi ve kocaman gözleriyle tanztheater wuppertal'in ironi ve mizah dolu figürüydü großmann. bausch'un yapıtlarında bütün dansçılar kendileriyle oradalar tamam; ama großmann çok özeldi, çünkü dans etmekten ziyade oyunculuğuyla (sesiyle, okuduğu şiirlerle, anlattığı öykülerle, telafuzuyla, vurgusuyla) o sahnedeydi ve kendisi olarak çok özel, tekil bir figürdü. bundan sonra onun rollerini hangi oyuncu/performansçı canlandırabilir ki! "1980" bir daha aynı "1980", "ten chi" bir daha aynı "ten chi" olmayacak; tanztheater wuppertal'de şimdi artık gerçekten, yeri hiç bir şekilde doldurulamayacak bir performansçının topluluktan ayrılmasıyla, bir dönem daha kapandı...

28 Ağustos 2017 Pazartesi

Türkiye Gençlik Filarmoni Orkestrası konseri Berlin'den naklen!



25 ağustos cuma akşamı istanbul'da verdikleri konserin ardından avrupa'da turneye çıkan, cem mansur şefliğindeki türkiye gençlik filarmoni orkestrası'nın bu akşam berlin’deki young euro classic music festivali’nde vereceği konser türkiye saati ile 22:00'de arte concert'ten naklen yayınlanacak. konser, berlin'in akustiği en iyi konser salonlarından biri olan konzerthaus (konser evi)'nde gerçekleşecek.

festivale dördüncü kere katılan orkestranın programında çaykovski’nin keman konçertosu (solist hande küden; kendisini geçtiğimiz hazirandaki istanbul müzik festivali'nde festival buluşmaları başlığındaki konserde süreyya operası'nda izlemiştik), ricahrd strauss'un "don juan" senfonik şiiri, borodin’nin "orta asya steplerinde" başlıklı orkestra süiti, dvořák’ın "senfonik çeşitlemeleri" ve  özkan manav'ın ali ekber çiçek'in yorumundan düzenlediği "haydar haydar" türküsü var.

27 Ağustos 2017 Pazar

salzburg'a gidemiyorsak, internet bağlantımız da mı yok!



bu yılki salzburg festivali'nin ses getiren yapımlarından alban berg'in wozzeck operası bu akşam türkiye saati ile 21:00'den itibaren arte concert'ten naklen yayınlanacak.
yapımın yönetmenliğini ünlü çağdaş sanatçı william kentridge üstleniyor; başrolde ise, geçtiğimiz sezon istanbul'da bizleri iki kere büyülemiş olan benzersiz bariton matthias goerne var. 
kaçırmayın!

26 Ağustos 2017 Cumartesi

2017 salzburg festivali'nin yeni yapımlarına bakış

devasa bir festival olan salzburg'un artistik niteliğinden tek sorumlu, bir önceki yazımda hakkında bahsettiğim, festivalin genel sanat yönetmeni martin hinterhaeuser değil sadece; müzik/konser ve tiyatro alanlarında yardımcıları/direktörler var. ancak genel çerçeveyi çizen ve özellikle opera yapımlarını kurgulayan hinterhaeuser.
10 opera, 79 konser ve 5 tiyatro oyunundan oluşan bu yılın programı için hinterhaeuser'in belirlediği temayı bir önceki yazımda belirtmiştim: gücün stratejileri hakkında düşünmek. tema özellikle ilk defa festivalde sahnelenecek yapımları kapsıyor.



festival bu yıl iki görsel sanatçı ile çalıştı. güney afrikalı william kentridge alban berg'in "wozzeck"ini, iranlı şirin neşat verdi'nin "aida"sını sahneye taşıdılar. kentridge opera sahneleme konusunda deneyimli ancak neşat için bu ilkti.

iki sanatçının işlerini/dünyalarını bilenler için bu projeler oldukça heyecan vericiydi. belli ki hinterhaeuser nokta atışlar yapmıştı.
doğu kültüründeki kadının yerini müthiş bir estetikle sorgulayan neşat'tan daha biçilmiş kaftan olur muydu, aşkıyla birlikte ölüme giden doğulu prenses aida'nın hikayesini sahneye koymak için. (şirin neşat'ı daha yakından tanımak isterseniz eski tarihli bir yazımı tavsiye ederim: tıklayın)
apartheid rejimini sivridilli ancak aynı zamanda eğlenceli işleriyle eleştiren kentridge de küçük insanın çevresi tarafından nasıl ezildiğini anlatan "wozzeck"in hakkını en iyi verecek görsel sanatçılardan biri. "wozzeck"in başrolünde ise bir başka muhteşem operacı var: geçtiğimiz sezon iki kere istanbul'da konser vermiş ve şehrimizin klasikmüzikseverlerini mest etmiş olan, bariton matthias goerne. ("wozzeck" de arte'den naklen yayınlanacak; bilgi için takipte kalın!)



şirin neşat'ın "aida"sının başrolünde ise, bu rolü ilk defa seslendirecek, şu anda dünyanın en ünlü sopranosu anna netrebko var.
söylendiğine göre 30 ile 450 avro arasında değişen bilet fiyatları prömiyer akşamında karaborsada 3000 avrodan alıcı bulmuş; eh, netrebko'yu bir rolü ilk defa icra ederken izlemek tarihin yazılışına tanıklık etmek gibi. seçim kampanyası içinde olan angela merkel bile iki günlüğüne salzburg festivali'ne uğradığında izlediği iki işten biri "aida"ymış.

riccardo muti'nin şefliğindeki wiener philharmoniker ve netrebko olmak üzere bütün solistler eleştirmenlerden tam not aldılar ancak şirin neşat'ın sahne yönetmenliği yerden yere vuruldu. yapımı kayıttan izledim; bence hiç de öyle değil.
şirin neşat  toplumsal-sosyal-siyasal olaylardan beslenen ama bunları müthiş bir estet titizliğiyle kendi sanatına dönüştüren bir sanatçı; "aida"da da tam bunu yapmış. ikilikler üzerinden gitmiş. aida ile amneris'in aşkları arasında kalan radames; aşkı ile vatan sevgisi arasında kalan radames; yine aşkı ile vatan sevgisi arasında kalan aida; bir aşkın iki yarısı olarak aida ile radames; ve tabii en temelde toplumsal anlamda güç'ün iki ayağı olarak iktidar sahipleri ve din kurumu. sahne, kostüm ve ışık tasarımlarının hepsi bu ikilikleri vurgulamak üzerine kurulu.
neşat en çok şancıların mizansenindeki statik seçiminden dolayı eleştiriliyor; ancak ben neşat'ın yorumunu statikten ziyade sakin ve yalın buldum. yapımın her bir sahnesinin frontal olarak fotoğrafını çekip duvarınıza asabilirsiniz; o kadar etkileyici.
neşat ne yapmış diye merak ediyorsanız, arte concert'ten izlemek hala mümkün. tıklamanız yeterli.




festivalin açılış prodüksiyonu mozart'ın "la clemenzo di tito"su idi; sahne yönetmeliği koltuğunda peter sellars, orkestrada ise teodor curretzis oturuyorlardı.

yunan currentzis son yılların hakkında en çok konuşulan, çok özel bir müzik insanı. yıllardır avrupa'nın en doğu köşesinde, ural dağlarının eteğindeki perm'de, kendi kurduğu musicaeterna topluluğu ile harikalar yaratıyor. geçen sezon robert wilson perm'de, currentzis'in müzikal direktörlüğünü yaptığı "la traviata"yı yönetti mesela. yani artık sadece currentzis avrupa'ya gelmiyor, dünya da onun ayağına gitmeye başladı.

"la clemenzo di tito" çok iyi eleştiriler aldı, çok beğenildi. peter sellars zaten oldum olası her işiyle tartışmalar yaratan, klasik metinleri çağdaş ve kışkırtıcı şekilde yorumlayan sahne yönetmenlerinden biri. curretzis gibi müziği sıradışı yorumlayan bir şefle güçlerini birleştirince ortaya nefes kesici bir iş çıkmış. sellars klasik bir operayı zorlamaya düşmeden "şimdi"ye taşırken şu can alıcı sorunun peşinden gitmiş: roma imparatorluğuna barışı getirmek isteyen ve hatta kendisine suikast düzenleyeni affedecek kadar yüce hükümdar titus'un yaklaşımı, günümüzde bir yandan mültecilerin akın ettiği diğer yandan canlı bombaların patladığı avrupa'nın islam'la hesaplaşmasına yol gösterebilir mi?
yapımın bütünüyle başarı kazanmasının ardındaki en önemli etken ise; currentzis'in mozart'ın müziğini yorumlayışındaki ritmik, vurgulu ve duygulu/heyecanlı tutum ile sellars'ın dinamik -ve hatta "hiperaktif"- mizanseninin müthiş örtüşmüş olmaları.

bu yapım mayıs 2018'de amsterdam'da hollanda operası'nda tekrar sahne alacak; bilgi için tıklayın. imkanı olanlara amsterdam yolu gözüktü; olmayanlar ise 3sat mediathek'ten veya medici tv'den izleyebilirler.




bu yılki son iki yeni opera yapımları şostakoviç'in "mzensk'li leydi makbet" ve 1970'lerden çağdaş bir opera, aribert reimann'ın "lear"i idi.

"mzensk'li leydi makbet"i, 2010 istanbul tiyatro festival'inde münchner kammerspiele yapımı "der prozess"le bizleri kendisine hayran bırakmış olan andreas kriegenburg sahneye koymuş. ("der prozess" hakkındaki yazımı okumak isteyenler tıklayabilirler)

çok beğenilen ve çok iyi eleştiriler alan "lear"i sahneye koyan ise, son yılların yükselen sahne yönetmenlerinden avustralyalı simon stone idi.

.

not: yazıda kullandığım grafikler ünlü görsel sanatçı louise bourgeois'e ait ve festivalin kitapçığını süslüyorlar.

25 Ağustos 2017 Cuma

bir festival nasıl kan tazeler?


salzburg festivali dünyanın en eski ve özellikle opera ve müzik alanında en prestijli festivali. bu sene, uzun zamandır olmadığı kadar ilgi gördü festival, çünkü arka arkaya prömiyer yapan festival prodüksiyonlarının hepsi çok iyi eleştiriler aldılar.

açıklandığında, kağıt üzerinde zaten çok şey vaad eden bir programı vardı festivalin bu yıl; dört günlüğüne gidip her akşam yeni bir prodüksiyon seyredip dönebilecek şekilde bir program içimden geçti ancak gerçekleştirmedim.
çocukluğumda/gençliğimde milliyet sanat'ta zeynep oral'ın ve diğer yazarların izlenimlerini okuduğumdan beridir gitmek istediğim bir festival salzburg.
neyse ki arte ve diğer kanalların yaptıkları canlı yayınlarla festivalin ses getiren yapımlarını ekrandan da olsa takip etme imkanı bulduk.

bu seneki festivali canlandıran, her zaman ilginin az olmadığı festivali daha da odağa oturtan, ilginç sanatçıların işbirlikleriyle merak edilen ve sonucunda da başarılı olan yapımların gerçekleşmesini sağlayan öğe neydi peki?
yeni genel sanat yönetmeni.


herbert von karajan'dan sonra ilk defa bir müzisyen, markus hinterhaeuser, festivalin genel sanat yönetmenliğine getirildi ve 2017 onun ilk yılı.
hinterhaeuser piyanist, özellikle çağdaş müzik hayranı; salzburg festivali ile bağları çok eskilere dayanıyor. festivalde bir çok konser vermiş, proje yönetmiş. 90'larda festival içinde sadece çağdaş müziğe ayrılmış zeitfluss adlı festivalde, hayranı olduğu luigi nono'nun işlerini seslendirmiş/sahnelemiş.

markus hinterhaeuser'i geçen yaz berlin'de foreign affairs festivali'deki william kentridge retrospektifi kapsamında sahnelenen schubert - winterreise gösterisinde ilk defa izleme şansım oldu. kentridge'in görsel dünyasıyla buluşan schubert liedlerini bariton matthias goerne'ye birlikte yorumluyorlardı. tabii kentridge ve goerne çok daha ön planda olduğu için, piyano çalan müzisyene çok da dikkat etmemiştim; ama goerne'den o müthiş performansın çıkabilmesinin en güçlü destekçisi tartışmasız ona sahnede eşlik eden piyanistti ve o da hinterhaeuser'di. aklımda piyaniste dair tek kalan yumuşak ve alçakgönüllü bir tarzının olduğuydu. sanırım yanılmamışım.

hinterhaeuser bir belgeselde enfes bir anısını da anlatıyor. 13 yaşındayken sınıf arkadaşının babası bonn orkestrası'nda kemacıymış ve karlheinz stockhausen'nin bir bestesini prova ederken yazılı notaları çalamıyor olmasının hırsıyla kemanını kırmışmış. olay o dönem gazetelere de yansımışmış. hinterhaeuser bir gece evde yalnızken rehberden stockhausen'in telefon numarasını bulmuş ve besteciyi aramış; ondan kendisine 12 ton tekniğini anlatmasını rica etmiş.
hinterhaeuser yıllar sonra stockhausen'ı zeitfluss'a davet ettiğinin akşamında, yemekteyken yıllar önce bir çocuğun kendisini aradığını hatırlayıp hatırlamadığını sormuş besteciye. hayal meyal cevabını almış.

hinterhaeuser'in özgeçmişinde en önemli noktalardan biri; gösteri sanatları alanında ortaya koyduğu ayrıksı, yenilikçi, sıradışı projelerle, biraraya getirdiği sanatçılarla başında olduğu her kurumda, gerek paris operası'nda gerek salzburg festivali'nde, gerek ruhrtriennale'de -ki bu festival onun fikridir- gerek brüksel la monnaie'de çığır açmış olan ünlü emprezaryo gerard mortier'in tezgahından ve tedrisatından geçmiş olması.

hinterhaeuser salzburg festivali'nin mortier'li yıllarını şöyle anlatıyor:
piyano okumaya salzburg'a geldiğimde, genel provalar için bile bilet alamazdık, fahiş fiyatlıydı, festival sarayı'ndan içeri adım atamazdık. herbert von karajan provadan çıkar, kapıda bekleyen porsche'sine biner ve polislerin özel olarak onun için durduğu trafikte yol alırdı. ne zaman 90'lı yılların başında gerard mortier geldi, her şey özgürleşti. mortier'in açılımı ve hazırladığı programlar sayesinde herkes fark etti ki, "festival" mantığı, gösterileri arka arkaya dizmek değil, belli bir konu/tema merkezinde yoğunlaşarak tartışma ortamı yaratmak.

hinterhaeuser bu yılki festivalin temasını "güç/iktidar ve ilişkileri" olarak belirlemiş. kayıtlardan izlediğim yeni yapımlar hakkındaki görüşlerim bir sonraki yazıya..

23 Ağustos 2017 Çarşamba

korfu'da bir hafta - VI

korfu tarihi olarak bayağı ünlü şahsiyetlerin uğradığı bir ada.
odysseus karaya burada çıkmış ve prenses nausikaa ile adanın sahillerinde karşılaşmış. roma imparatorları tiberius ve neron'un adada sayfiye sarayları varmış; mark anthony, cato ve cicero adayı ziyaret etmişler. adada avusturya imparatoriçesi sisi'nin de bir sarayı var; yazları burada kalmayı çok severmiş.
shakespeare'in fırtına'sındaki adanın korfu olduğu tahmin ediliyor. ve tabii ki lawrence durrell de eşiyle iki yıla yakın ikamet etmiş adada.



sisi'nin sarayı achilleion tam bir mimari kitsch. saray adını, tahmin edileceği üzere truva savaşı'nın kahramanlarından aşil'den alıyor. bina günümüzde müze olarak kullanılıyor. terasından başkent kerkyra'yı da gören müthiş bir manzarası var.





adada "kraliyet turu" gibi bir şey yapmak isterseniz, -ki ben bir otelden diğerine giderkenki zamanı değerlendirmek için, yolüstü de olduğu için öyle yaptım-, achilleion sarayı'ndan sonra imparatorun tahtı (kaisers throne) adındaki seyir tepesine gidebilirsiniz; arası arabayla 15 dakika.
imparatorun tahtı, bizim ayvalık'ya şeytan sofrası gibi, adaya yukardan bakan ve 360 derece enfes manzara içeren bir nokta.





buranın yamacında bulunan pelekas adlı köyde enfes bir lokanta var: taverna roula. aile işletmesi. bütün kırmızı ve beyaz etler kömür ateşinde pişiriliyor. enfes!



eğer benim gibi arabayı havalimanından kiralayıp oraya bırakma üzerine program yaparsanız ve uçağınız akşam saati ise size tavsiyem; havalimanına gitmeden önce adada yapacağınız son şey hemen havalimanının yanındaki vlacherna manastırı'na gitmek olsun.







vlacherna manastırı denizin ortasında, ama adaya ince bir yürüme yoluyla bağlı. bir de, bu manastırın biraz açığında fare adası var; orada da çok küçük bir manastır/şapel var ve oraya vlacherna manastırından kişi başı 2.5 avroya tekne kalkıyor.



arabayla manastırın olduğu alt kota değil, yukarıki yoldan üst kota gidin. burada, 1864'den beri hizmet veren, 1930'larda lawrence durrell'in de gittiği cafe kanoni var. manzarası enfes: hem deniz içindeki iki kiliseye bakıyor hem de havalimanına inen uçakları yakından görüyor. 
burada hem adadaki son yemeğinizi yiyebilirsiniz hem de basamaklardan inerek manastırı ve fare adasını ziyaret edebilirsiniz. 





22 Ağustos 2017 Salı

korfu'da bir hafta - V



paleokastritsa'nın popüler olmasının nedenlerinden biri buradaki manastır. aslında popülerlik karşılıklı birbirini beslemiş; yunan adalarındaki çoğu manastırdan çok daha serbest burası. kıyafetinize bakıyorlar ve gerekirse kapıda şalvar, şal gibi şeyler veriyorlar ama ekstrem durumlarda.

 








paleokastritsa'da bir sürü lokanta var. hiçbirini denemediğim için bir şey söyleyemeyeceğim. paleokastritsa'nın yukarısında bir köy var: lakones.


bu köydeki bir lokanta çok iyi. hem manzarası muhteşem hem de yemekleri. aynı manzaraya sahip üç büyük lokanta var: bunlardan birinin arkasında tur otobüsleri için geniş park alanı bile var. ama diğer ikisi çok turistik iken, bu bahsedeceğim tam bir aile işletmesi: veranda taverna.




gerek mezeler, gerek kabak-patlıcan kızartmaları çok lezziz. hayatımda yediğim en iyi deniz ürünlü makarnalardan birini de burada yediğimi söyleyebilirim.
sahipleri çok cana yakın. yunan kahvesi istiyoruz deyince tek mi duble mi diye sordular; ilk defa bu soruyla karşılaştım. duble istedik; başka yerlerdeki tek kahve fiyatına duble kahve getirdiler. sahibi bir de, kahvenin içine bir çay kaşığı (ama kesinlikle daha fazla değil) uzo katmamızı önerdi. daha önce denememiştim, denedim; türk kahvesini esanslı sevmiyorum, sakızlı kahveyi bile. ama bu uzolu fena olmadı; çok hafif belli belirsiz bir rahiya kattı kahveye.