1 Haziran 2010 Salı
yarın akşam istanbul'da "sutra" var
yıllardır bir yandan yurtdışındaki gösterilerini kovalamaya çalışıp bir yandan da istanbul'a bir eseri gelsin diye dört gözle beklediğim sidi larbi cherkaoui, kendisi gelmese de ve aslında bizzat dans ettiği halde kendisinin değil asistanının dans ettiği bir eseri ile, "sutra" ile istanbul'da.
iki yıl önce berlin'de iki akşam üstüste sidi larbi'li "sutra"yı seyretmiş, daha sonra da dvd kaydından eseri hatmetmiş biri olarak, yarın akşam tekrar "sutra"da olacağım; hem istanbul'daki bu ilk sidi larbi gösterisine tanık olmak için hem de bakalım asistanı nasıl dans edecek diye...
tesadüf bu ya [aslında tesadüften ziyade ayarlı: haziran ve temmuz'da paris-la vilette'te sidi larbi'nin inanç üçlemesi ("foi", "myth" ve nisan'da prömiyer yapan "babel") sahnelenecek] dün akşam arte'de sidi larbi hakkında 2009 yapımı bir saatlik bir belgesel yayınlandı: "babel's traeume" (babil düşleri).
yarınki "sutra" öncesinde sidi larbi'yi daha yakından tanımak için bir fırsattı; kendisi hakkında şimdiye kadar bilmediğim bir sürü şey öğrendim.
yapıtlarından büyülendiğim, -pina bausch'tan sonra- dünyasına, dertlerine kendimi çok yakın hissettiğim bir sanatçının düşünceleri, sözleri de oldukça etkiledi beni; başka türlüsü imkansızdı zaten...
"bir erkek, bir oğul, bir koreografım, belçikalıyım, eşcinselim, bir dövmem var, kahverengi gözlerim, bir gastarbeiter (misafir işçi) çocuğuyum, sidi larbi cherkaoui'yim."
diye başlıyor film, sidi larbi bir kumsalda, zemini bütünüyle kaplamış bitkilerin arasından açılmış daracık bir patikada denize doğru yürürken...
film sidi larbi'yi korsika'dan hindistan'a, şaolin tapınağından yaşadığı şehir antwerp'e takip ediyor. kısa kısa görüntülerle durmadan mekan değiştiriyoruz, yolculuk ediyoruz. belgeselin ana teması da bu zaten, sidi larbi'nin bir gezgin olması.
belçikalı anne ile faslı babanın ikinci erkek çoçuğu sidi larbi; çoçukken antwerp'te dört ev değiştirmişler, yerleşik olmamışlar, zaten anne-babası herşeyin geçici olduğunu söylerlermiş. "cherkaoui"nin kelime anlamı "doğudan gelen/kaynaklanan"mış; bu yüzden doğu'da, asya'da kendini daha özgür hissettiğini söylüyor sidi larbi.
"anlaşılmak isterim, illa da sevilmek değil derdim, benimle aynı fikirde olmasalar, farklı fikirde olsalar da insanlar beni anlasınlar isterim."
birbirlerini anlamadıklarını söylediği anne-babası o 14 yaşındayken boşanmışlar, dansa başlaması tam da o döneme rastlamış.
babası için her zaman beceriksiz, geri planda kalan bir oğul olmuş. ondan dört yaş büyük ağabeyiymiş babasının gözdesi. küçük ve zayıf olan sidi larbi'ye anne kol kanat germiş, bütün sevgisini vermiş. ne ilginçtir ki, belgeselde gösterilen çocukluk fotoğraflarında çok bariz: sidi larbi fiziksel olarak annesinin kopyası.
belli ki babasından ve belki de abisinden görmediği şefkati, ilgiyi "onlar benim büyük abilerim gibi" dediği korsikalı a capella topluluk "a filetta"nın hepsi erkek şarkıcılardan görüyor. sidi larbi a filetta ile sıkı işbirliği içinde; örneğin "in memoriam" ve "apocrifu"da a filetta da rol alıyor, sahnede canlı müzik yapıyorlar. filmde korsika'daki bir manastırın odasında hep beraber müzik yapıyorlar; o sahnede sidi larbi o kadar mutylu, rahat, huzurlu gözüküyor ki...
sidi larbi dilin dans kadar önemli olduğunu söylüyor; bazı şeyler sözle, bazı şeyler dans ederek, bazı şeyler ise sadece şarkı ile ifade edilebilir diyor.
çocukken her yaz ailecek fas'a gidilirmiş; fransa, ispanya, cebelitarık üzerinden üç günlük bir yol; arabada ispanyol, arap, endülüs müzikleri çalarmış hep, sidi larbinin hayali müzisyen olmakmış...
"her yeni yapıtın yaratım aşamasında çok fazla düşünürüm, özellikle de kendim hakkında.
her yeni yapıt kendimi yeni baştan sorgulamam için bir vesiledir."
çok iç acıtıcı yorumlarda da bulunuyor sidi larbi:
"eşcinsel olmak kişiliğinin sadece bir parçasıdır, ama diğer bütün özelliklerini sorgulatır. arap olmak da böyle bir şeydir; çok iyi bir öğrencisindir ama yine de bir arap olarak hırsız olabilirsin. ya da; terbiyeli ve düzgün olarak görülüyorsundur ama eşcinsel olduğun bilinirse bir anda güvensizlik yaratabilirsin.
her zaman bir öğe vardır, bütün diğerlerini sorgulatan; o öğelerle hiç alakası olmamasına rağmen, sadece başkalarının kafasındaki tahayyüllerden dolayı birdenbire bir soru işaretine dönüşürsün..."
sidi larbi'nin klasik bale eğitimi almadığını, dansa televizyonda michael jackson taklidi yaparak başladığını biliyordum da, her türlü dans kursunu -bale, step, afrika, flamenko- denediğini, kurslarda pek de yetenekli bulunmadığını bilmiyordum.
kurslarda ona gösterilen hareketleri kendine göre yaparmış, "tamam, herşey güzel ama bu böyle olmaz, sana gösterdiğim bu değil" diyen hocalara şaşkınlıkla bakarmış çünkü o kendine söylenenleri yaptığını zannedermiş. tabii artık farkında; bedeninin ona verilen bilgiyi dönüştürdüğünün, farklılaştırdığının...
pina bausch'un çok ünlü bir sözü vardır "tasarlamaya ayaklarımla değil kafamda başlarım" diye; sidi larbi de belgeselde ellerinden bahsediyor:
"kendimi ellerimle ifade ederim, eller sembollerle yüklüdür, sihirli bir alet gibidirler, her şeyi yapabilirsiniz onlarla. ellerimle hatırlarım, herhangi bir hareket sırasında kaybolduğumda, kaynağa geri dönmemi, kendimi yeniden bulmamı sağlayan ellerimdir..."
belgesel boyunca sidi larbi'yi korsika'da bir manastırın şapelinde, hindistan'da bir çardağın altında, şaolin tapınağının merdivenlerinde doğaçlama olarak dans ederken izliyoruz.
sonda ise; filmin başında geçtiği patikadan ulaştığı kumsalda, uçsuz bucaksız denize karşı kıyıda oturur sidi larbi. sonra suya girer ve dalgalarla hemhal olur...
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Umarım Sidi Larbi Cherkaoui, ellerini yine sihirle kullanan Akram Khan, María Pagés ve diğerleri ile tekrar tekrar İstanbul’da gelir.
YanıtlaSilTam aylardır Sutra’yı beklerken çok hazırlayıcı ve bilgilendirici bir yazı olmuş. Teşekkürler, iyi seyirler.