4 Haziran 2010 Cuma

tiyatro festivali 17, izlenim 10: titus andronicus, amacından sapmış sapkınlık



1.
ışıl kasapoğlu

fransa'dan ülkeye dönüp de, 1988'de "arlechino, iki efendinin uşağı" ile kalbimizi fethettikten sonra, arka arkaya shakespeare oyunları sahneye koymuştu.
şehir tiyatrolarındaki "kral lear"i hala unutamam; eskitilmiş geniş tahtalarla döşenmiş, seyirciye doğru hafif eğimli platform üzerinde, müziği, ışığı, kostümleriyle karanlık, ilkel bir "kral lear" izlemiştik. lear'de erol keskin, cordelia/soytarı çifte-rolde tilbe saran harikalar yaratmışlardı. sanırım 3-4 defa izlemişimdir o sezon "kral lear"i.
sonra birer birer ışıl kasapoğlu'nun anadolu'daki devlet tiyatrolarında sahnelediği birbirinden başarılı, etkileyici shakespeare'ler geldi istanbul'a: "onikinci gece", "macbeth", "venedik taciri"...
"onikinci gece"nin taksim sahnesi'nin fuayesinden başlayan, seyircilerin oyuncuların ardısıra salona girdikleri, ortaçağ sokak tiyatrosu vari eğlenceli, şenlikli yorumunu unutamıyorum...
"macbeth"de ise, "kral lear"deki eğimli yüzey fikri devam ettirilmiş ancak bu sefer cilalı ahşaptan tasarlanmıştı; oyun boyunca, ahşap yüzeye gizlenmiş deliklerden sızan kanı da unutamıyorum...


2.
semaver kumpanya

ışıl kasapoğlu'nun 2002 yılındaki davetine cevap veren gençlerle kocamustafapaşa'da kurulmuş bir komün. merkezden uzakta, çeperde kalarak bağımsızlaşan, enerjik çılgın bir tiyatronun üretildiği bir fabrika.
ilk yıllardaki oyunlarını takip edemedim; itiraf ediyorum: merkezden ayrılanı kurt kapar korkusuyla!
dört yıl önce yaşgünümde bir değişiklik yapıp uzaklaşıyım isteyince bildik tiyatro sahnemizden, yolum çevre tiyatrosuna düştü, tesadüf o akşam "süleyman ve öbürsüler" oynuyordu; çarpıldım, hayran kaldım!
o zaman bu zaman ne zaman semaver kumpanya yeni bir oyun sahneye koysa mutlaka izliyorum; hem de öyle taksim'e, akatlar'a, ortaköy'e "turneye" geldiklerinde değil, her seferinde paşa paşa kocamustafapaşa'ya giderek.


3.
william shakespeare

iki yıl önceydi sanırım, ışıl kasapoğlu & semaver kumpanya ortaklığı festivalde "fırtına"yla sonuçlanmıştı; enka açıkhava'daki "fırtına" tam bir fırtına etkisi yaratmıştı üstümde! alınmasınlar, hala semaver kumpanya'dan ve ışıl kasapoğlu'ndan seyrettiğim en kötü oyundur. sanırım, kendileri de farkıdalardı; sezon içinde oynamaya devam etmediler, "fırtına" festivalle sınırlı kaldı.

bu yüzden, ışıl kasapoğlu ile semaver kumpanya'nın tekrar bir shakespeare sahneleyeceklerini duyduğumda biraz tereddütle yaklaştığım. yine de bir gözümü kapatıp, onlardan seyrettiğim birbirinden etkileyici onca oyunun hatırına "titus"a gitmeye niyetlendim, ancak festival kapsamındaki gösterilere vakitsizlikten fırsat yaratamadım.
neyse ki festival dışında da oynamaya devam ettiler, nihayet dün akşamki sezonun son gösterisinde "titus andronicus"u izleyebildim.

oyunun tam adı: "william shakespeare'in titus andronicus'u: beş perdelik manzum maganda faciası olarak yeniden anlatan: sinan fişek"

"kısaca titus"un orjinalini bilmiyorum ancak sinan fişek'in yaptığının hakkıyla bir uyarlama olduğu kesin; öyle yorum falan değil.
aslında aynı, ayşe nil şamlıoğlu'nun max frish'in "aymazoğlu ile kundakçılar"ından dönüştürdüğü ve bütünüyle kendinin ve semaver kumpanya'nın kıldığı "süleyman ve öbürsüler" gibi, "titus andronicus" da, özellikle sinan fişek'in müthiş serbest ancak kesinlikle yabancı kaçmayan, bilakis türkçeye cuk oturan çevirisinin etkisiyle, tam anlamıyla günümüze ve bu topraklara ("bizans") has kılınmış.
sinan fişek'in çevirisi can yücel'inkiler (örneğin "bahar noktası") kadar şiirsel değil, ama en az onunki kadar yaramaz, pervasız ve özgür.

oyunun çok başarılı görsel (sahne & ışık: cem yılmazer, kostüm & aksesuar: tomris kuzu) ve işitsel (müzik: alper maral) tasarımları ise tipik bir distopya atmosferi yaratıyor.
benzerlerini, özellikle amerikan sinemasının örneklerinden, çok yakından bildiğimiz, örneğin "mad max" serisi, "water world", "escape from new york" gibi kült filmlerden aşina olduğumuz post-apokaliptik bir dünya bu.

ancak, işin garip ve ilginç tarafı, görsel ve işitsel tasarımın aksine, oyunun genel atmosferinin bu tarz distopik, post-apokaliptik filmlerin barındırdığı ciddi, karanlık tondan bayağı uzak olması. bunun başlıca nedeni ise sanırım yine çeviri ve özellikle de bazı oyuncuların (örneğin nadir sarıbacak'ın) repliklerini söyleyiş tarzı.

aslında sinan fişek'in program broşüründeki "Asıl adı «Titus Andronicus’un İçler Acısı Tragedyası» olan Shakespeare’in bu ilk – ve en ilkel – ağlatısındaki şiddetin aşırı dozu (sayısız cinayet, sakatlama, tecavüz, evlat katli, yamyamlık, işkence, vb.), namus, iktidar, intikam hırslarının ve genelde tüm duyguların çiğliği, yapıtın Türkçe’ye çevrilmekten çok, grotesk bir fars olarak yeniden anlatılmasını adeta çağırıyordu." açıklaması bu ikilemi açıklıyor. "grotesk bir fars".

doğrusu, sahnede sapır sapır insanlar (ışıl kasapğolu saymış: 22 kişi) öldürülürken, kan gövdeyi götürmüşken, hatta kan üzerimize (evet, bizlerin, yani ilk üç sırada oturan seyircilerin üzerine) bile sıçramışken (!) gülüyor/gülecek olmak benim içime sinmedi; ne salonda çoğunluğu oluşturan yeniyetme gençler ne de her küfüre neşeli tepkiler veren orta yaşlılar gibi gülebildim!

tamam, yine sinemadan örnek verirsem, gore adı verilen bol kanlı bol şiddetli bir tarz var ve bu filmlerin takipçileri kanıksamış bir şekilde, korkmak-ürkmek için değil gülmek için seyrediyorlar bu filmleri.
tamam, quentin tarantino gibi, yanyana gelemeyecek türleri/tarzları "ortaya karışık yaparak" prim toplayan, yine şiddet ve kan meraklısı (ama maalesef aynı zamanda yetenekli) bir sinemacı da var.

dolayısıyla; bol kanlı, bol şiddetli distopik atmosfer ile, bununla hiç bağdaşmasa da neden olmasın da dedirtecek komedinin/farsın birarada kullanılmasına karşı değilim, ancak sahnede seyrettiğimiz bu "şenlikli" yorum, broşürde ne ışıl kasapoğlu'nun ne de burcu tekin'in söyledikleriyle, dertleriyle bağdaşıyor!!!
"william shakespeare'in titus andronicus'u: beş perdelik manzum maganda faciası"nı izlerken ne "siyasal şiddetin doğurduğu sürekli şiddet" aklımıza geliyor ne de ""Hrantlar'ımız"!...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder