bana bu imkanı sağlayan doris dorrie'nin "kirschblüten, hanami" (kiraz çiçekleri), andrzej wajda'nın "tatarak" (sazlıkta) ve luis bunuel'in "nazarin" ve "simon del desierto" (nazarin ve çölün simon'u) adlı filmleriydi.
doris dorrie'nin filmi "kiraz çiçekleri", bir alman'dan beklenmeyecek kadar duygusal, bir kadından beklenecek kadar incelikliydi.
aniden dünya değiştiren eşinin peşinden, yaşarken kaybettiklerini/paylaşamadıklarını telafi etmek amacıyla japonya'ya, fuji dağı'na yolculuk yapan bir alman'ın hikayesiydi konu edilen; başkarakterin eşinin gençliğinde bizzat yaptığı butoh dansının felsefesinin sindiği filmde, eşinin kıyafetlerini (eteğini ve kazağını) giyerek çiçek açmış kiraz ağaçlarının altında dolaşan, eşinin en iyi yaptığı lahana sarma'yı butoh dansçısı kızla paylaşan ve fuji dağı'nın gölgesinde eşinin kimonosuyla butoh dansı yaparak "eşiyle buluşan" orta yaşlı bir alman adamın hikayesiydi...
alman yaşamının sert, bencil ve hürmet yoksunu doğasıyla uzakdoğu duyarlılığını harmanlayan, baş karakterini fiziksel bir yolculuktan daha çok ruhani bir yolculuğa çıkaran bir film "kiraz çiçekleri".
emek'te filmi izleyen bizleri de aynı yolculuğa ustaca ortak eden bir film "kiraz çiçekleri"; sonuna doğru katılarak ağlayan hanım seyircinin yanısıra bir çoğumuzun sessiz gözyaşları döktüğü film "kiraz çiçekleri"....
gidenlerin ardından yaşanan duygulara, üzüntüye ve başa çıkmaya dair son derece incelikli bir filmdi "kiraz çiçekleri".
andrzej wajda'nın "sazlıkta"sı da -tesadüf bu ya- eşini kaybetme ve ölüm ile ilgiliydi. ancak bu sefer kaybetme ve ölüm olgularına oldukça mesafeli, soğuk bir şekilde yaklaşılmıştı. [tam da bir leh'ten beklenebileceğim gibi]
başroldeki kadın oyuncusunun gerçek hayattaki eşinin hastalanması ve vefatı ile andrej wajda'nın çektiği filmde canlandırdığı karakterin ilgi duyduğu gencin ölümü örtüştürülerek anlatılmıştı. [zaten film kadın oyuncunun gerçek hayattaki eşine adanmıştı]
mesafeli ama etkileyic bir filmdi. sadece; "kiraz çiçekleri" ile aynı günde, hele de üstüste seanslarda seyretmek için biraz fazlaydı. [konularını okumadan film seçmenin zararları da varmış demek ki!]
bu iki zor ve allak-bullak-edici filmin üzerine bunuel'ler, özellikle de ikincisi, "çöllerin simon'u" çok iyi geldi. yine zor ve tartışmalı konular ele alınmıştı, ancak bu filmlerde duygudan ziyade akıl daha öndeydi sanki. en azından ben öyle algılamayı tercih ettim; karakterlere, olaylara daha uzaktan bakabildim, hatta "çöllerin simon'u"nda eğlendim bile.
belki de din'e bakışım bunuel ile çok paralel olduğundandır bu filmlerin beni es geçmesi.
yarın, dreyer'in "jeanne darc'ın tutkusu" bekliyor olacak beni, ben de meraklanmaktayım izlenimlerim konusunda...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder