bir; filmin tati'lik bir tarafı var ki, tam da o usta sinemacı gibi müthiş sert toplum-aile-modernizm eleştirilerini çok hoş, çok eğlenceli bir dille anlatıyordu.
iki; filmin büyük bir kısmının şu iki birbirine zıt mekanda geçiyor olması da çok zekice bir buluştu:
bireye dair en mahrem mekan olan banyo -ki filmdeki aile bu mekanı çoğunlukla birlikte kullanıyordu (büyük kız çırılçıplak küvette demlenirken, küçük oğlan annenin gözetiminde çişini yapıp ablasının yanına küvete dalıyor, biraz sonra mekana baba da geliyor, banyo'daki sohbet dörtlü bir şekilde devam ediyor, oğlan ile baba küvetteki suyun altında en uzun nefesini tutma yarışı yapıyorlar)- ile toplumsal olarak en sevimsiz ve korunmasız mekanlardan biri olan otoban.
bu ilk uzun metrajlı sinema filmiyle ursula meier adını not ettiğim bir yönetmen oldu.
başka bir ilk film, jukka-pekka valkeapaa'nın "muukalainen" (ziyaretçi)'si de renkleri (griler, maviler, yeşiller...), görüntüleri (orman, kırık dökük ahşap bir ev, kır renkli bir at, kargalar, dramatik ışık...) ve atmosferi (yağmur, kar, sis...) ile gönlümde yer etti. filmin gösteriminden sonra soruları cevaplayan yönetmen pek bir ketumdu, zaten film de neredeyse sessizdi.
"ziyaretçi" konuş(a)mayan bir çocuğun çevresindekilerle ilişkisini enfes lirik görüntüler eşliğinde anlatıyordu; evdeki annesiyle, hapisteki babasıyla, ziyarete gelen yabancıyla, biriktirdiği objelerle, bakımını üstlendiği çiftlik hayvanlarıyla, etrafını saran doğayla ve içinde yaşadığı evle kurduğu/kuramadığı ilişkiyi/iletişimi...
bugünün en gereksiz filmi lukas moodysson'un "mammoth" (mamut)'u idi.
"mamut" da diğerleri gibi aileyi anlatıyordu; birleşik devletler'de ve filipinler'de ebeveynler ile çocuklarının ilişkisini. yazık ki filmin son sahnesindeki "bir dadı bulmamız gerekecek" repliği, 120 dakikalık film seyretme deneyimimin heba olduğunu net bir şekilde ispatladı.
sevgili lukas!, sonunda karakterine sadece bu lafı ettireceksen ne sen uğraş bu filmi çekmek için ne de seyretmek için ben!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder