İstanbul'da gösteri sanatları sezonunun başlangıcını şenlikli bir hale getiren İstanbul Fringe Festival'in üçüncüsü, 18-26 Eylül 2021 tarihleri arasında Fiziksel, Çevrimiçi ve Dijital olmak üzere üç formatta sunulacak gösterilerden oluşan hibrit bir programla gerçekleşti. Ayrıca mevcut pandemi koşullarına da hızlıca adapte olan festival, tiyatro sezonuna yayılan Fiziksel formatındaki gösterimlerine devam ediyor. Bizler de festivalin Fiziksel başlıklı formatında, gösterilerini canlı sunacak sanatçılarla yaptığımız sohbetlere devam ediyoruz. Festivalin 2022 Ocak etkinliklerinin ikinci konuğu, I Come to You River: Ophelia Fractured gösterimiyle 29 ve 30 Ocak’ta Kadıköy Belediyesi Alan Kadıköy’ün katkılarıyla İstanbul seyircisiyle buluşacak olan Polonya’dan topluluk Studio Kokyu. Bizim de Fringe serisinde sıradaki konuğumuz, Heiner Müller’in Hamlet Makinesi’ndeki ve William Shakespeare’in Hamlet’indeki Ophelia figüründen esinlenerek üç kadın oyuncunun Ophelia’yı kendi kişisel deneyimleriyle yapıbozuma uğratarak her kadının hayatında mevcut olan ilişkiler, kadınlık, intihar, baskı gibi temalara ışık tutmaya çalıştıkları I Come to You River: Ophelia Fractured adlı gösterinin yönetmeni Przemysław Błaszczak.
Performansın özü sizce nedir?
Bu çok ilginç bir soru. Bana tiyatronun özünün ne olduğunu sorsaydınız, muhtemelen bir buluşma olması diye cevap verirdim. Size anlatacak, size iletecek önemli bir şeyimin olduğu yerde bir buluşma ve sizin benimle duymaya, almaya, ilham almaya, hikayemi takip etmeye açıklıkla geldiğiniz bir buluşma. Ama bu soru aslında, performansın özü nedir, bu yüzden cevabım bilinçli yapmak olacaktır. Performans, tesadüfi değilse iyi (bence) ve net belirli bir eylem yapısıdır. Performansı anladığım kadarıyla, aynı zamanda çok iyi hazırlanmış olmalı. Daha sonra, bu gerçekleştiğinde, yapanların bir performansına tanık olabiliriz- onları kesin ve net bir eylem yapısının içinde, bir yapma akışında görürüz. Ve olması gerektiği gibi bir netlik ve kesinlikle yapılır. Bu canlı eylem akışının performansın özü olduğunu söyleyebilirim. Örnek olarak, bir kılıç ustasının yaptığı mükemmel bir kesme eylemini düşünebilirsiniz. Bu eylemi uzun süredir, belki de tüm hayatı boyunca prova etmiştir. O zaman da bunu tam olarak olması gerektiği gibi gerçekleştirebilir. İşte özü burada yatar performansın.
Sanatın dönüştürücü gücüne inanıyor musunuz? Nasıl?
Kesinlikle evet. Buna inanıyorum ve inanmasam sanat yapmazdım. Aynı zamanda, sanatın bu işlevi basitçe verili bir özellik değil. Sanatın bu güce sahip olacağı garanti değil veya sanat dediğimiz her şeyin dönüştürücü bir gücü olmadığını da söyleyebiliriz. Bunun bir görev, ulaşılacak bir şey, bir meydan okuma olduğuna inanıyorum. Sanatın dönüştürücü gücü iki açıdan işleyebilir. Biri, sanat eserinde saklı mesajı alımlayan izleyicinin bakış açısı. Bu yüzden mesajımın ne olduğunu, sebebinin ne olduğunu, sanatımı neden yaptığımı, başkalarına ne söylemek istediğimi bilmek belli bir sorumluluk getiriyor. Sanatın politik olmaya başladığı yer burası, çünkü bireysel özgürlüğün bir eylemi, kalbin derinliklerinden diğerine uzanan bir ses olmak zorunda. Bu özgürlüğün sesini, önemli bir şeyi paylaşmak için derin bir içsel ihtiyacın çağrısını duyan birinin bizimle rezonansa girmesi, fikirlerini, bakış açısını yeniden tanımlaması mümkün. Bunun eski zamanlarda katarsis diye nitelendirdikleri şey olduğuna inanıyorum. Duyuların temizlenmesi. Sanata katılım kişinin duyularını temizleyebiliyorsa o kişi daha net, ya da daha doğrudan diyelim, duyacak, görecek, algılayacaktır. Dolayısıyla kendisiyle daha iyi bir bağ kuracaklarını söyleyebiliriz. Bu, sanatın terapötik işlevi. İnanıyorum ki, belirli zamanlarda bireyleri, hatta belki de tüm ulusları dönüştürme gücüne sahip olan kitaplar, resimler, şarkılar, performanslara örnekler sanat tarihinde çok mevcut.
Diğer bakış açısı, yapanın dönüşümü. Sanat yapan kişinin. Sanatçı kelimesini bilinçli olarak kullanmak istemiyorum çünkü çok güçlü bir çağrışımı var. Daha çok zanaatkardan, sürekli olarak kendi becerisi üzerinde çalışan birinden bahsetmeyi tercih ederim. Bu ilerleme süreci, zaten başardıklarımla yetinmeme, bir adım daha ileri, henüz bulunmadığım yerlere, yeni alanlara, yeni sorulara gitme açlığı, kendimle daha derin temas halinde olmak, yaptığım işte daha dürüst ve daha dolaysız olma hali… Bu tür bir yaklaşım, kendin üzerinde sürekli, bilinçli bir çalışma doğrudan dönüşüme yol açıyor.
Bir iş üretirken hangi kaynaklardan beslenir, nelerden ilham alırsınız? Rüyalarınızın işlerinize etkisi olur mu?
Çok çeşitli yönlerden ilham alıyorum. Bir iş üzerinde çalışırken ve bir konunun araştırılmasına derinlemesine girmeye başladığımda, gerçekliğin tamamı benimle konuşmaya başlıyor. Şarkılar, resimler, politik ve sosyal haberler, filmler, edebiyat aracılığıyla. Elbette edebiyat çok güçlü, belki de en güçlü kaynaklardan biri. Çok okurum, bağlam ararım. Ama aynı zamanda çok fazla sohbet eder, insanlarla konuşarak, sorular sorarak, burada ve şimdi ile bağlantı kurmaya çalışarak konuyu araştırırım. Asla bilinçli olarak bir kaynak olarak rüyalarla çalışmadım, ancak yaratıcı süreçte güçlü rüyalarım olur, performansı veya hikâyeyi, bazı olayları rüyamda görürüm. Doğal olarak derinlere, yoğun bir şekilde belirli bir konuya girdiğinizde, etrafınızdaki hayat bir şekilde dönüşüyor ve her yerde referanslar görüyorsunuz. Bilinç ve bilinçaltı düzeyinde.
"Ustam" olarak tanımlayabileceğiniz veya size ilham verdiğini düşündüğünüz biri/leri var mı, varsa kimler?
Kafamda sık sık şu komik soru oluyor: Hangi düşünce gerçekten benim? Yüzyıllar boyunca o kadar çok şey söylendi, çok şey yapıldı ki. Bu muazzam düşünce ve fikirler topluluğuna katılıyoruz bizler de. Uzun yıllar Jarosław Fret ile oyuncu olarak çalıştım. 15 yıldan fazla oldu. Bunun benim için güçlü bir formasyon dönemi olduğuna kesinlikle eminim. Onunla çalışmaktan, onu çalışırken gözlemlemekten, ilham verici sohbetlerden çok şey öğrendim. Yani, Jaroslaw Fret hayatımdaki önemli sanatçılardan biri. Bir sonraki isim, şüphesiz ustam olarak tanımlayabileceğim, Theodoros Terzopoulos. Onunla bir oyuncu olarak çalışmak, sonra yöntemini öğrenmek ve nasıl öğretileceğini öğrenmek bana bu kaynaktan beslenmem için inanılmaz bir şans verdi. Kendi işimin lideri, bir yönetmen olarak bağımsız yolculuğuma başlamak için bende eksik olan her şeyi ondan aldım. Bana karşı çok cömert olduğunu söylemeliyim, ona her zaman sorular sorabilir, fikir danışabilirim. Ondan aldığım her şey için ve onun hayatımda olduğu için çok minnettarım. Bir de usta dediğim üçüncü bir kişi var sensei. Bu benim aikido öğretmenim Piotr Masztalerz. O benim ustam ve gerçek arkadaşım. O olmadan olduğum kişi olamazdım. Onunla yaklaşık 20 yıl önce tanıştığım için çok şanslıyım ve ilişkimiz şu ana kadar hep çok güçlü ve canlı devam etti. Şunu da söylemek isterim ki, hayatımda birçok büyük ustayla tanıştım ve her biri bana bir şeyler kattı. Son olarak, geleneksel Ermeni ayin ilahisinin büyük usta şarkıcısı Aram Kerovpian'dan söz edebilirim. Sesle olan ilişkimi değiştirdi. Liste gerçekten uzun, o yüzden bu dördü ile duralım. Birebir tanışmadığım ama çalışmaları ve fikirleriyle hayatımı değiştiren usta Jerzy Grotowski. Muhtemelen 18 yaşımdayken onun metinlerinden oluşan bir kitap okumamış olsaydım, bugün tiyatro yapıyor olmazdım. Bu usta benimle yüz yüze görüşmeden hayatımı değiştirdi. Ama o bugüne kadar hayatımda hep mevcut.
Söyleşinin devamını okumak için tıklayın.