2 Ağustos 2021 Pazartesi

on soruluk sohbetler 44 : selen gürmen sanders

Kundura Sahne’nin bu yıl ilki düzenlenen, performans alanında disiplinlerarası ve uluslararası konsept ve pratik geliştirme programı olan PerformLab, Türkiye’den ve Hollanda’dan sanatçıları bir araya getirerek 29 Mayıs- 6 Haziran 2021 tarihleri arasında Beykoz Kundura’da gerçekleşti. Kundura Sahne ile Productiehuis Theater Rotterdam ortaklığında ve Dutch Performing Arts’ın desteğiyle hayata geçirilen PerformLab programı boyunca, yapılan açık çağrı sonucu seçilen, kariyerlerinin farklı aşamalarındaki Türkiye’den sanatçılar Barış Arman, Dilan Onay, Doğan Can Serinkaya, Filiz İzem Yaşın, Halil İbrahim Aygün, Nadir Sönmez, Nursev Irmak Demirbaş ve Selen Gürmen bir hafta boyunca Hollanda’dan gelen sanatçıların katılımıyla, çalışmalarını paylaşma ve geliştirme imkânı buldular. PerformLab’e ayrıca, sanatçı İlyas Odman da, sanatsal süreçlere fermantasyon kavramı üzerinden yeni bir bakış açısı kazandırarak Sanat Fermantoru olarak eşlik etti. Fermantasyonu, sanatsal süreçlere yeni bir perspektifle bakmayı sağlayan bir araç olarak kullanmayı öneren bu yaklaşım, PerformLab'in omurgasını oluşturdu. Hollanda’dan katılan sanatçılar ise dansçı ve koreograf Benjamin Kahn, Amsterdam Fringe Ödüllü dansçı ve performansçı Cherish Menzo, oyuncu ve performansçı Khadija El Kharraz Alami ve Green Room ödüllü eğitimci, sanatçı, tiyatrocu ve yönetmen Samara Hersch’den oluşuyordu. On soruluk sohbetler'de PerformLab serimize yerel katılımcılarla devam ediyoruz ve sıradaki misafirimiz Selen Gürmen Sanders.




Performansın özü sizce nedir? Performansı günümüzde nasıl tanımlarsınız?
Benim için performansın özünde bir hareket var. Bizde başlayan bir hareketlenmeyi başkalarına aktarma aşamasıdır performans. Bir uyandırma seremonisi. Bu hareket insanı bir aksiyona iten fiziksel bir hareket de olabilir, bir düşünce veya duyguyu ortaya çıkaran içsel bir hareket de. Eğer performans günümüzde bir insan olsaydı, kızgın olurdu. Sesini yükseltmekten korkmazdı. Söylemek istediklerini bağıra çağıra anlatırdı. Çok az insanın onu duyduğunu bilirdi. Yine de konuşmaya devam ederdi. İnsanların çoğu onun varlığını fark etmese de yokluğunu bütün dünya hissederdi. Sanırım böyle tanımlardım performansı. Kızgın, fikirleri olan, korkusuz ve farkında.

Sanatın dönüştürücü gücüne inanıyor musunuz? Nasıl?
İnanmaktan öte onu yaşıyorum diyebilirim. Bugüne kadar sanatın hangi dalıyla ilgilendiysem o sanat dalı da benimle ilgilendi. Nasıl yaşayacağımı bilemediğim ve negatif diye adlandırdığım duyguları sakinliğe, içimde tuttuğum haykırışları insanlarla paylaşabildiğim cümlelere dönüştürdü. Sanatı sadece yapılan pasif bir eylem olarak görmüyorum. Daha çok karşılıklı yapılan bir şey. Akan nehre giren insanın bir daha asla aynı nehre girememesi gibi. Değişen ve dönüşen şey yalnızca nehir değil, ona giren insan da değişiyor. Sanatı yapan insan da böyle işte. Yaptıkça değişiyorsunuz. Yani en azından değişime açık oluyorsunuz. Kişisel deneyimlerimi bir kenara bırakırsam bile cevabım aynı kalır. Resimde fırça hareket eder, şiirde kelimeler akar, fotoğrafta an yakalanır. Hareketin olduğu her yerde ise değişim ve dönüşüm olasılığı vardır. Bu soruyu hep sanatı icra eden kişi olarak cevapladığımı fark ettim. Çünkü sanat eyleminin son ürününe tanık olan için cevap benim için çok bariz. Hiçbir şarkıyı dinleyip gülümsediğiniz ya da hüzünlendiğiniz oldu mu? Olmadıysa hiç müzik dinlememişsiniz demektir. Bu soru artık benim için “evet ya da hayır”dan öteye, “sanatın dönüştürücü gücü nasıl daha uzun vadeli olabilir”e dönüşüyor. Günümüzde her şeyi çok hızlı yaşıyoruz. O kadar ki dönüşümler kalıcı bir etki yaratabilecek kadar depolanmıyor bedenimizde. Yeni duygular ve yeni tepkilerle yıkanıyoruz adeta. Şu günlerde sorduğum soru: günümüz koşulları altında sanatın bu dönüştürücü gücünün etkisini daha kalıcı hale nasıl getirebiliriz?

İnsanlığın küresel ölçekte içinden geçmekte olduğu bu yeni pandemi süreci sizce gösteri sanatlarını gelecekte nasıl dönüştürecek?
Maalesef geleceği ön görebilecek kadar geçmiş bilgiye sahip değilim. Olmasını ümit ettiğim şey ise kısa süreli bir sessizlik sonrası öze geri dönüş. Pandemi sırasında alışveriş marketlerini ve büyük toplulukları kaybettik. Onun yerine mahalle bakkallarımızı ve küçük topluluklarımızı yeniden keşfettik. Büyük bir globalleşme çılgınlığının ardından gelen bir yerelleşme tokadı yedik de denebilir. Komşularımızı tanıdık (yani biz tanıdık umarım siz de tanımışsınızdır), azıcık kalan özgür zamanımızı kimlerle paylaşmak istediğimizi ve nasıl kullanmak istediğimizi keşfettik. Bu şekilde yaşadığımız bir dönemin sonucunda performansların da aynı yerelleşmeye ve küçülmeye gideceğini umuyorum. Evet, büyük konser salonlarında tanımadığımız insanlarla aynı keyfi almak tabii ki çok güzel. Ama belki de artık küçük bir mekanda otantik seslerini paylaşan grupların sesini duyma zamanı gelmiştir? Müzik üzerinden örnek verdim ama umuyorum ki performans sanatlarının her dalı pandemi sonrasında büyük isimlerin gölgesinden sıyrılmış ve kendi seslerini bulmuş insanlarla dolu olacak.

Bir performansçı olarak, pandeminin yarattığı zorlu koşullarla kişisel olarak nasıl başa çıkıyorsunuz? Yaratım sürecinde COVID-19'un getirdiği kısıtlamalara uymak zorunda kalmak yaratıcılığınızı nasıl etkiledi?
Sınırlar benim için hep bir oyun gibi olmuştur. Doğaçlama pratiğimde de belli sınırlar içindeki özgürlüğü ve özgünlüğü bulmayı araştırıyorum. Çünkü hareketi durduramayız. Sınırlar konulsa da o eğilir bükülür, şekil değiştirir ve bir şekilde yolunu bulur. Pandemi sırasında konulan kısıtlamaları da doğaçlama pratiğimdeki sınırlar gibi ele aldım. Hareket dışı hayatımda bunu deneyimlemek her ne kadar zorlu olduysa da oldukça keyifli bir deneyimdi. Beklenmedik bir şekilde bu süreç beni çok iyi etkiledi. Neyi neden yaptığımı çok sorguladım. Gerçekten söylemek istediğim şeyleri mi söylüyordum yoksa benden beklenilen şekilde mi hareket ediyordum? Örneğin etrafta beni izleyecek kimse olmadığında da aynı şekilde mi dans ediyordum? Kapanmanın olduğu bu dönemin hakkını vererek dibine kadar içime kapandım. Bazı sorularıma cevaplar buldum bazılarını şimdilik görebileceğim bir rafa kaldırdım. Sonuçta bu süreçten benim için önemli olan ve paylaşmak istediğim bir duygu ile ayrıldım. Gerçi pandemi süreci ne kadar sürecek bilmiyorum ama benim kapanma sürecim tamamlandı diyebilirim. Şimdi bundan sonrası açılma zamanı.

Size ilham verdiğini düşündüğünüz biri/leri var mı, varsa kimler?
PerformLab sırasında tanıştığım herkes (katılımcı ve paylaşımcı) beni derinden etkiledi. Onlar sayesinde kendi söylemek istediklerimi keşfettim ve farklı şekillerde dışavurum denemeleri yaptım diyebilirim. Hayatımda olan daha uzun süreli ilham kaynaklarından biri ise POE ONE. Kendisi breaking dünyasının eski kulağı kesiklerinden. Hip hop kültürünü ve ilkelerini (sevgi, barış, birliktelik, eğlence ve bilgi) bir bütün olarak yaşayan, özgünlük ve hikaye anlatıcılığı üzerine çalışmaları ve paylaşımlarıyla kalbimi çalmış bir üstattır. Dans eden, hareket eden herkesin bir gün onunla yolunun kesişmesini diliyorum. Hayattaki güzellikleri görebilmesi ve küçük parçalardan enfes bir bütün oluşturabilme yetisiyle Bob Ross da hayat boyu hafızamda kalacak. Yanlış ve doğru odaklı şu şehir yaşamında hataların olmadığını, her şeyin bir öğrenme deneyimi olduğunu söyleyen biri gerçekten bana küçüklüğümde çok cesaret vermişti.

Söyleşinin devamını okumak için tıklayın: art unlimited

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder