6 Ağustos 2021 Cuma

iki film birden - VI



karolina bielawska 2015 tarihli ilk uzun metraj belgesel filmi "mow mi marianna" (bana marianna deyin)'de cinsiyet değiştiren wojtek'in başından geçenleri anlatıyor.
malou reymann 2020 tarihli ilk uzun metraj kurmaca filmi "en helt almindelig familie" (son derece sıradan bir aile)'de babaları cinsiyet değiştiren iki kızkardeşin, ama özellikle 11 yaşındaki emma'nın bu durumla başetme hikayesini anlatıyor. 

ikisi de kadın yönetmenlerin elinden çıkma bu filmlerden kurmaca olanı -küçük kızın babasının yeni durumunu kabullenmesi bağlamında daha çok- dönüşüm sonrasına, belgesel olanı ise ameliyat sürecine odaklansa da, haliyle iki film birbirine çok benziyor. o kadar ki; ilkinin adında geçen uyarı cümlesi, ki annesinin onunla telefonda konuşurken ona ısrarla wojtek olarak, yani erkekkenki adıyla hitap etmesi sonucunda marianna tarafından sarf ediliyor, ikincisinde de sayısız kere geçiyor: agnete ona "thomas" diye hitap eden eşine ve eşinin babasına "adım agnete, bana agnete deyin!" demek zorunda kalıyor defalarca.

agnete de marianna da cinsiyet değiştirmeden önce kadınlarla evliler ve iki çocuklu ailelerinin babaları konumundalar. dolayısıyla cinsiyet değişiminin onların çevreleriyle olan ilişkilerinin dinamiklerini değiştirmesinin yanısıra, birebir onların yakın çevreleriyle, yani çekirdek aileleri ile hesaplaşmalarını da beraberinde getiriyor. tam da bu noktada iki filmin bir başka ortak noktası çarpıcı ve düşündürücü: yönetmenler bir yandan anlatılarını şimdiki zamanda ilerletirken bir yandan da aralara protagonistlerinin aileleriyle geçirdikleri eski zamanlarda çekilmiş ev videolarını yerleştirmişler (doğal olarak ikinci filmdeki  videolar kurmaca). 

belgesel polonya'da, kurmaca danimarka'da geçiyor. thomas'ın agnete'ye dönüşümü -haliyle- danimarkalı çekirdek ailede daha kolay, -yani biraz daha az acısız-, kabul görürken (örneğin; anne ve küçük kıza nazaran 14 yaşındaki büyük kız babasının yeni durumunu en baştan normal karşılıyor ve onu olduğu gibi kabul ediyor), wojtek marianna olarak annesi tarafından bile kabul edilmiyor, eski karısı onu ziyaret ediyor ama anlıyoruz ki kabullenmemiş, çocuklarıyla olan ilişkisi ise bütünüyle kesilmiş. 

tabii bu çatışmalarda coğrafya çok etkili; danimarka gibi açık fikirli bir toplumda bile agnete'nin eşi onun durumunu kolay kolay sindiremezken, çok derin bir dini inanca sahip polonya'da marianna'nın pozisyonu iyice zorlu. öyle ki, polonya'da yaşınız kaç olursa olsun cinsiyet değişimi ameliyatı geçirmek için ebeveynlerinizden resmi izin almak zorunda oluşunuz ve marianna'nın bu izni ailesini mahkemeye vererek almak zorunda kalışı ciddi bir mücadele gerektiriyor.
iki protagonist de güçlüler, kararlarının arkasındalar ve sonuçlarına sonuna kadar göğüs geriyorlar. ama kurmaca olduğundan olsa gerek, agnete'nin işi daha kolay; emma bütün bocalamalarına rağmen filmin sonunda onu kabul ediyor. belgeselde ise marianna için işler o kadar kolay ilerlemiyor, hele de ameliyat sonrası aldığı hormon haplarını gereğinden fazla içtiği için ivme geçirince! zaten belgeselin son yarım saati de bu sürece odaklanıyor. 

aslında; belgeselin başında marianna'yı sağlıklı haliyle gündelik yaşamında takip ederken, bir yandan da tekerlekli sandalyede, zor konuşup zor hareket ederken masa başında iki oyuncu ile -kısa bir süre sonra kendi hayatı olduğunu anlayacağımız- bir tiyatro oyunu metnini okurken/çalışırken izliyoruz. dolayısıyla belgesel devam ederken bir yandan da kafamızda marianna'nın o sağlıklı halinden bu tekerlekli sandalyeli duruma nasıl geldiğine dair sorular beliriyor. bu da belgesele ek bir tedirginlik ve gerilim katıyor.

karolina bielawska "mow mi marianna"da bir anlamda "üç zamanı"; anlatının ilerlediği şimdiki zamanı, tiyatro oyunu provasını içeren gelecek zamanı ve ev videolarının tanımladığı geçmiş zamanı iç içe geçirerek bize marianna'nın portresini ve mücadelesini ustaca çiziyor.  
malou reymann'ın "en helt almindelig familie"si ise cinsiyet değiştirmeye her ne kadar kız çocuğu emma'nın babasıyla olan ilişkisi bağlamında, onun kişisel perspektifinden baksa da, baba agnete'nin kendini var ediş hikayesini de es geçmiyor. 
ikisini de mubi'de izlediğim bu filmlerden belgesel olanınkinin sert ve mesafeli bir tonu var, kurmaca olanınkininse yumuşak ve renkli. belgesel olanının etkisi bende kurmaca olanınkinin önüne geçti. zaten gerçekle hangi kurmaca yarışabilir ki, hele de gerçek olan ustaca "kurgulanmışsa"!...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder