31 Temmuz 2021 Cumartesi

iki film birden - V

mubi'de bu akşam izlediğim iki filmin, son gösterim günü bugün olması, yani geceyarısından itibaren mubi'nin listesinden çıkacak olmaları dışında hiç bir ortak yönleri yok. 


"slow west" (sakin batı) 2015 tarihli bir western. aynı soykırım sineması gibi, nasıl her yeni soykırım filmi, üzerine çok söz söylenmiş bu konuya bakacak farklı bir açı bulup etkileyici olabiliyorsa, western'de de durum böyle. her "artık western sineması tükendi" deyişimin ardından, bu düşüncemi istisnalaştıran bir western'le karşılaşıyorum. 

"slow west" iskoçyalı genç bir erkeğin, aşık olduğu kızı bulmak için vahşi batı'ya yaptığı yolculuğu anlatıyor. "kızıl derililerin" peşinde olan avcılarıyla, "aranıyor"ların peşinde olan ödül avcılarıyla, ıssız yol üstlerindeki dükkanlarıyla, yoksulluktan gözü kararmışlarıyla tipik bir western'de karşımıza çıkabilecek bütün karakterler bu filmde de var, ama bu filmde ek olarak western'lerde pek karşımıza çıkmayan karakterler de var. örneğin; ıssız bir yaylada -sokak başında toplanmış gibi- biraraya gelmiş fransızca şarkı söyleyip fransızca konuşan "zenciler", amerikan batı'sındaki yerli soykırımı hakkında akademik bir çalışma yapan bir alman. 

john maclean'in filmi her şeyiyle alçakgönüllü bir film. süresi 80 dakika, tek ünlü oyuncusu michael fassbender (ki aynı zamanda filmin yapımcılarından), gösterişli dekorları, kalabalık bir oyuncu kadrosu yok. 
nesi var peki? senaryonun -ki yönetmene ait- sadece western olarak kalmayıp aynı zamanda aşk ve yol filmlerine de göz kırpışı ve bu üç genre'ı ustaca harmanlaması, ince mizahın filmin her anına (silahların konuştuğu çarpışma sahnelerine bile) yedirilmiş olması, gereksiz yere uzatılmış sahnelerinin olmaması, tiyatral estetikten beslenmiş çekimleri, john ford'dan sergio leone'ye western sinemasının ustalarına göz kırpan mizansenleri, sakin müziği ve sakin oyunculukları...

tabii ayrıca, hikayenin özünde yatan karşılıksız aşk teması da filmi beğenmemde büyük rol oynadı. karşılık aşk temasının beraberinde getirdiği yalnızlık ve hüzün duyguları da bu küçük filmde oldukça hakim ama filmin en güzel tarafı, en "can alıcı" sahnesinde bile ironiyi elden bırakmıyor oluşu; - dikkat! spoiler uyarısı - karşılıksız aşkı tarafından "harfi harfine" kalbinden vurulan aşık gibi..


pascal plante'ın 2020 tarihli, geçen yıl cannes film festivali'nin listesinde bulunan "nadia, butterfly" filmi profesyonel sporculuk kariyerine 2020 tokyo olimpiyat oyunlarına katılması ardından son verecek ve ülkesi kanada'ya dönüşte tıp fakültesine başlayacak olan başarılı yüzücü nadia'nın tokyo'daki, takım arkadaşlarıyla olan 4 x 200 karışık stil yüzme yarışını da içeren son bir kaç gününü anlatıyor.

uzun zamandır spor filmleri izlemekten imtina ettiğim halde, herhalde hikayenin tokyo olimpiyat oyunlarında geçmesinin verdiği güncellikten dolayı, merak ettim ve filme 108 dakikamı verdim. 

"nadia, butterfly" profesyonel sporcuların çoğunun sporu bıraktıktan sonraki hayatlarının devamına dair yaşıyor olduklarını varsayabileceğimiz varoluşsal, yaşamsal ve geleceğe dair kaygılara dair bir film ve bu yönüyle değerli belki, ama gereksiz yere çok uzun tutulmuş. hele nadia'nın tek başına tokyo sokaklarında, dükkanlarında dolaştığı 10 dakika süren sekans geçmek bilmedi. neden, neden, neden! ne oyunculuklarda, ne çekimlerde, ne diyaloglarda bir fevkaladelik var. o zaman neden bu kadar uzatılmış? "nadia, butterfly" rahatlıkla 30 dakikalık bir kısa film olabilirmiş...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder