"despero" (the tale of desperaux) bir fare ile bir sıçanın birbirine paralel giden, zaman zaman da kesişen öykülerini anlatıyor.
ne tam bir dostluk öyküsü ne de kahramanlık. bir büyüme, olgunlaşma öyküsü de değil, tam bir başarı öyküsü de.
net olarak ayrılmış iyiler ve kötüler yok. karakterler var, davranışları insani duygularla belirlenmiş; iyilik, cesaret ve onur var ama kıskançlık, öfke, üzüntü ve öç alma da mevcut.
belki de bu filmi bu kadar sevmemin nedeni bunların hiçbirinin baskın ve didaktik bir şekilde anlatılmaması.
"despero" bir doğu avrupa animasyonu kadar sofistike değilse de bir walt disney yapımı kadar da bildik ve sıradan değil.
filmin genel tasarımı -tipik amerikan yapımı olması dolayısıyla- fazlaca cilalanmış ancak yine de çok hoş fikirlerle dolu ve ustaca kotarılmış.
gerek mekanların, gerek yapıların, gerekse de karakterilerin tasarımında ortaçağ'dan esinler kolayca fark ediliyor. mount saint-michel manastırından esinlenilmiş kasaba, dini resimlerden/fresklerden çıkmış solgun beyaz tenli sarı saçlı bir prenses, brueghel'in tablolarından fırlamış çirkin ama saf ve iyi kalpli köylüler, archimboldo'ya gönderme yapan bir sebze adam ve daha niceleri...
bir kaç yıl önce seyrettiğim bir belgeselde walt disney'in avrupa resim sanatından nasıl esinlendiği, etkilendiği anlatılıyordu. çok ilginçti. dolayısıyla yukarda bahsettiğim bağlantıları bir amerikan animasyonunda fark etmek artık heyecanlandırmasa da beni, seyrettiğim filmden daha fazla keyif almamı sağladığı kesin. bu açıdan "despero"yu, hem fare hem de yemek temaları açısından benzer bir animasyon olan "ratatouille"den daha özgün bulduğumu ve bu nedenle de daha fazla beğendiğimi söylemeliyim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder