21 Aralık 2008 Pazar

raskolnikov ile alis'in ortak kabusu




raskolnikov ile alis’in ortak noktası, ikisinin de aslında birer kabus yaşamış olmaları mıydı?
berlin’de seyrettiğim iki tiyatro oyunu bu iki edebiyat karakteri arasındaki “gizli” bağlantıyı bulmamı sağladı!

dostoyevski’nin “suç ve ceza”sını aynı adla andrea breth uyarlamış ve sahneye koymuştu. lewis carroll’un “alis harikalar diyarı”ndası ise roland schimmelpfennig tarafından aynı adla yeniden yazılarak sahneye uyarlanmıştı.
iki oyunun yönetmenlerinin aynı zamanda eserleri uyarlayanlar olmaları, eserlere dair anlatmak istediklerini her açıdan gerçekleştirme imkanı bulmuş olduklarını varsaymamızı sağlıyor.


önce “alis...”ten başlıyım: "alis’in harikalar diyarı" neden “schimmelpfennig’in kabuslar dünyası”na dönüştü? hoş, “alis...”de tekinsiz bir şeyler olacağı, müzik ve şarkıların tiger lilies’den martyn jacques’a emanet edilmesinden belliydi! ancak maalesef, oyunda “damardan” bir tiger lilies etkisi bulmak bile mümkün değildi.

arka ve yan duvarlarının ve bütün teknik aksamının gözüktüğü çıplak bir sahnede, en arkaya yerleştirilmiş bas, piyano ve vurmalılardan oluşan canlı orkestra tarafından çalınan müzikler ve bizzat müzisyenler tarafından yapılan -sinek vızıltısı, bebek ağlaması gibi- efektler eşliğinde, arasız iki saat boyunca alis’in depresifleştirilmiş hikayesini ve bu hikayede karşısına çıkan grotesk yaratıkları izledik.
izledik demek ne kadar doğru, çünkü ilk yarım saatten itibaren deutsches theater’in (alman tiyatrosu’nun) kammerspiele (oda tiyatrosu) salonu gittikçe boşaldı. sonunda bir avuç insan kaldık alkışlayan.
aslında “alis...” çok etkileyici başlamıştı: seyirciler arasından son hızla sahneye koşan saçı başı darmadağın sarışın bir adam, bir yandan da “geç kaldım, geç kaldım” diye hayıflanıyordu. sadece kostümündeki beyaz kürk onun tavşan olduğunu belirtiyordu, bir de mükemmel mimikleri. (bu garip yaratıklar antolojisinin en "sevimli" ve en başarılı oyuncusu, ilerleyen sahnelerde yedi uyuyanları da canlandıran mirco kreibich'ti. alis dışındaki her oyuncu bir kaç rolü birden üstleniyordu)
sonra alis’i gördük, tam sahnenin ucunda ablasıyla oturuyordu. ikisinin “farklı frekanslardaki” absürd sohbeti sonucunda alis’in tavşanı fark etmesiyle macera başladı. alis’in kuyudan düşmesi, anahtarı bulması, sihiri içmesi, küçülmesi, keki yiyip büyümesi; bütün bu fantastik olaylar, küçük fakat anlamlı jestlerle anlatıldı. mesela düşme sahnesi, alis’in sadece saçlarını tutup iki yana açmasıyla betimlendi ki, çok zekice bir buluştu. keza küçülme ve büyüme için de benzer anlamda minimal jestler tasarlanmıştı.
ancak bu rafineliğin devamı gelmedi, alis’in macerası giderek seyircinin kabusuna dönüştü!


“suç ve ceza”nın sorunu ise bence süresiydi; 5 saatlik oyunda 2 ara verildi, birinci perde 1.5 saat sürdü, diğerleri birer saatten biraz fazla. o kadar uzatmaya gerek var mıydı raskolnikov’un “üstün insan” savını, çelişkilerini ve vicdan azabını anlatmak için, emin değilim.
"suç ve ceza"nın bir iki sahnesinde raskolnikov'un napolyon'a ve hitler'e benzetilmesi ne kadar zorlamaysa, dimiter gotscheff'in "kral übü"sündeli başrol oyuncularının hitler ve bush göndermeleri o kadar isabetliydi.
sahnede yaratılan atmosfer de, dostoyevski’nin dünyasından çok kafkaesk bir kabusa denk düşüyor gibiydi. bu anlamda, iki sene önce istanbul devlet tiyatrosu'nun sahnelediği özgür yalım imzalı "yeraltından notlar" uyarlaması dostoyevski'nin ruhuna daha uygun düşüyordu.

geçtiğimiz yaz salzburg festivali’nin açılışını yapan oyunun ilginç tarafları yok değildi. örneğin;
andrea breth “suç ve ceza”nın ritmini kurarken film kurgusu mantığına yakın bir tarzda çalışmış sanki. sinemadaki tek plan uzun çekimler (örneğin robert altman filmleri) gibi hazırlanmış bitmek bilmeyen sahneler vardı; raskolnikov’un komiser tarafından sorgulandığı, raskolnikov’un sonya ile vicdan muhasebesi yaptığı ve raskolnikov’un ölmüş at leşleri gördüğü rüya sahneleri bu anlamda uzun ve kesintisizdi.
bir de, çok kısa süren ve arka arkaya sıralanmış, anlık durumlar veya tek kelimelik sözler içeren sahneler kurgulanmıştı. bu kısa sahnelerin geçişleri seyirciye doğrultulmuş ve adeta “gözü kör eden” spotların 3-4 saniye kadar yakılıp söndürülmesiyle gerçekleşiyordu. sinemada flashback veya hızlı kesmelerde kullanılan anlık ışık efektinin bir benzeri yaratılmıştı sanki sahne üzerinde (sinemadan ilk aklıma gelenler tony scott, ridley scott filmleri).
üçüncü bir anlatım tarzı ise sadece ilk perdede, cinayet ile ilgili sahnelerde kullanıldı. sahnenin en önüne iki katmanlı bir perde indi. mizansen bu iki perde arasında, perdelerin üzerine açılmış farklı boyutlardaki deliklerde, parçalı olarak görülecek şekilde gerçekleşti. anlardan oluşan bu sahneler yukarda bahsettiğim anlamda sık sık ışık patlamalarıyla birbirinden koparıldı.
sahnede başarıyla, cinayet öncesine, anına ve sonrasına dair hafızanın parçalı yapısı, parçalanışı, bir kabus olarak cinayetin fragmental görüntüleri canlandırıldı.

“suç ve ceza”nın benim için unutulmayacak en önemli özelliği ise 5 saat boyunca sahnede yaratılan bütün görüntülerin etkileyiciliğiydi (sahne tasarımı: erich wonder, ışık tasarımı: friedrich rom). her bir sahne sanki ressam titizliğiyle hazırlanmış hareketli bir tabloydu; kişilerin durduğu yerlerin dengesi, renk kullanımı ve ışık tasarımı kusursuzdu.
(fotoğraflar "suç ve ceza" oyununa aittir.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder