24 Mart 2015 Salı

schwalbe cheats @ emwap






doğruya doğru; bu akşam emwap kapsamında moda sahnesi'nde tiyatro kolektif schwalbe'nin müthiş estetik bir işini izledik: "schwalbe cheats". evet, muhteşemdi! performansçıların performansları, işin dramaturjisi, koreografisi, sahne tasarımı, kostümler, hele de ışık; bir numaraydı.
bu akşamı kaçıranlar için, yarın (24 mart'ta) aynı saatte moda sahnesi'nde tekrarı var. 

oyunlar oynayan sekiz insanın nasıl insanlığın resmine dönüştüğünü; nasıl birbirlerinin kıyafetlerini parçaladıklarını, kazanmak için birbirlerine neler yapabileceklerini, hileleri işbirliklerini taktikleri izledik. zaman zaman güldük, zaman zamansa isyan ettik; göbekli adama öfkelendik, kısa boylu kızın maymunsu çevikliğine hayret ettik..

gösteri sonrasında söyleşi oldu. schwalbe'nin geleneğiymiş gösteri sonrası söyleşileri. seyircilerin hepsi kaldı; sıkı bir tartışma başladı; çok şey konuşuldu..
en çok merak edilen gösterinin ne kadarının gerçek ne kadarının kurmaca olduğu idi. cevap; belli bir strüktürün olduğu ve araların doğaçlamalarla doldurulduğu oldu.
göbekli adamın kızın saçını çektiği ve diğer adama tükürdüğü sahnelerin ne kadar gerçek olduğu soruldu, çünkü herkesten en çok tepki alan sahneler bunlardı. sırrımız dediler cevap vermediler. sır olacak bir şey yok aslında; o sahneler tam da kurmacanın tavan yaptığı sahnelerdi, çünkü seyirciyi diri tutan sahnelerdi onlar; onlar olmasa gösteri rahatlıkla biteviyeleşebilirdi. zaten, daha sahneye adım attığında o göbekli adamın, gecenin arızası olacağı hal ve tavrında belli değil miydi.
yani, çok güzel çalışılmış, milim milim hesaplanmış durumlardı sahnede izlediklerimiz. evet, doğaçlamalar vardı mutlaka, ama strüktürü o değişmez noktalar kuruyordu.
kurallar konuşuldu; ne kadarının kural ne kadarının hile olduğu; huizinga demez mi, oyunu oyun yapan özelliklerden biri de kurallarının ihlal edilmesidir..

söyleşide çok şey konuşuldu, konuşulmayan bir şeyi de ben söylemek isterim, söz alanlardan sıra gelmedi çünkü, sonrasında barda takılacak vaktim de yoktu maalesef, performansçıların yüzüne söyliyim:
bu kadar estetize edilmiş bir ışık tasarımının olduğu bir iş zaten kesinlikle gerçek olamaz, baştan sona kurmacadır. hiç müzik kullanılmamış işte, ışık tasarımı, sanki bir amerikan savaş filmindeki müzik kullanımı gibi, seyirciye hangi duyguyu yaşatılacağının altını çok ustaca çiziyordu; hele de son beş dakikada.
böyle bir iş seyirciyle, schwalbe'nin umut ettiği ilişkiyi de kuramaz, çünkü kendisini sadece ışık tasarımıyla bile bir sanat ürünü olarak tanımlamıştır.

bu gösteriyi sahneledikleri başka mekanlar nasıldı bilemem, moda sahnesi'ndeki gösterim üzerinden konuşursam; seyirci ile arasında podyum yükseltisi olan, seyirciye kendisini sadece karşıdan yani tek yönden seyrettiren bir iş ne yazık ki, kolektifin hayal ettiği seyirci ile ilişkiyi baştan, mekan düzeninden kaybeder.
halbuki, hemzemin bir düzende, dört bir tarafa da seyircileri oturtmuş olsalardı; işte o zaman, tam da söyleşi sırasında aydın teker'in hayalgücünde canlanan arena gerçekleşmiş olurdu. seyirci, performansçıları izlerken diğer taraftaki seyirciyi de görür, sadece performansçılardan değil, karşıdaki seyircilerin tepkilerinden de etkilenirdi, çoğalırdı; işte o zaman oyun ile seyirci, seyirci ile seyirci bütünleşirdi, etkileşime girerdi; seyirci, oyun alanında gerçekleşen hayat mücadelesine ortak olurdu. tabii, mekanın bütün ışıklarını da bütün çıplaklığıyla açık bırakmaları gerekirdi..

emwap yazılarımın geleneğini bozmıyım ve seyrederken aklıma düşen tablolarla yazımı bitiriyim. gerçi schwalbe bu işe hazırlık sürecinde bol bol ikinci dünya savaşı filmleri, rus dövüş taktikleri, japon dövüş sanatı örnekleri izlemişse de, ben seyrederken 17.-18.yy romatik ressamların, poussin'nin, rubens'in dünyalarına gittim.



ilginç bir tesadüfse, aklıma anne-louis girodet'nin "kahire ayaklanması" tablosu gelmişken, schwalbe'den melih gençboyacı'nın hazırlık sürecinde izledikleri imajlar arasında tahrir görüntülerini sayması oldu.



hamiş:
son zamanlarda sahne sanatları söyleşilerinde yaratıcıların şöyle bir söylemleri var: tasarladıkları işlerin her farklı akşamda, her farklı seyirciyle, her farklı mekanda farklılaştığını söylüyorlar. bir de, her seyircinin seyrettiği hakkında kendi öznel yorumunun olduğunu, kendilerinin belli bir yorumu empoze etmediklerini.
iyi de; zaten çok uzun bir zamandır seyirciye tek bir gerçekliğin, tek bir doğrunun, tek kaçışlı bir perspektifin empoze edilmediği bir dönemde yaşamaktayız. düşünce dünyamız merleau-ponty'ler, de certeau'lar, foucault'lar falan gördü, geçirdi.. hala bu laflar edilir mi! tabii ki her akşam, her seyirci topluluğu, her mekan farklılaştıracak gösteriyi, tabii ki her seyirci kendi birikimiyle, gözüyle, aklıyla, kalbiyle, o anki ruh haliyle farklı algılayacak gösteriyi; performansçılar aynı kalmıyor ki, seyirciler bir örnek düşünsün. bu durumu, sanki o veya şu gösteriye özelmiş gibi lanse etmek artık abes kaçmıyor mu; buralardan geçmedik mi çoktan..
Anne-Louis Girodet
Anne-Louis Girodet
Anne-Louis Girodet
 

2 yorum:

  1. "Tiyatroda kararları seyirciler veriri, derler.
    Gerçekten öyle midir?
    Kararları sahiden seyirciler mi verir? Oyunun kendisi bir karar değil midir?"

    Murathan Mungan / 227 Sayfa

    YanıtlaSil
  2. zihinaçıcı bir alıntı.. teşekkürler :)

    YanıtlaSil