8 Temmuz 2012 Pazar
3. istanbul opera festivalinin açılışı
dün akşam haliç kongre merkezi’nde istanbul opera festivali’nin üçüncüsü başladı. rengim gökmen’in açılış konuşmasında akm’yi anmasıyla başlayıp dinmeyen alkışlara, plaket vermek üzere sahneye çıktığında turizm ve kültür bakanımız “iki yıla kalmayacak, cumhuriyetin 90. yıldönümünde, 29 ekim 2013’de açacağız” diyerek cevap verdi. bakan ondan önce, bize sendikayı şikayet ederek, akm’nin bu kadar zamandır kapalı kalmasının sebebinin, sendikanın haksız yere mahkemeye gitmesi olduğunu söyledi. Bir soran da çıkmadı, sendika haksızdıysa neden mahkeme onların lehinde karar verdi diye. akm geri dönülmesi imkansız müdahelelere sahne olacaktı, sendika bunları engelledi. Neyse…
gelelim açılışa;
açılış için çoktandır istanbul’da izleyemediğimiz “don giovanni” operası seçilmişti. kongre merkezinin 3000 kişilik büyük kongre salonu tıklım tıklım doluydu; ağırlıklı olarak denizbank’ın davetiyelileri ve öğrenci grupları vardı.
“7’den 70’e” mottosuyla opera festivali düzenleyip, açılışa “don giovanni”yi koymak hiç de akıl karı değildi. kağıt üzerinde bile işlemeyeceği belliydi; öyle de oldu. ilk 20 dakikadan itibaren yüksek topuklu hanımlarımız basamaklardan gürültü çıkararak inerek, çıkış kapılarına hücum ettiler. İkinci perde başladığında ise salonunun yarısından fazlası boşalmıştı.
“don giovanni” mozart - da ponte işbirliğinin en mükemmel sonuçlarından biridir. ancak, bu ortaklığın diğer iki ürünü (“figaro’nun düğünü” ve “kadınlar böyle yapar”) gibi izlenmesi belli bir müzikal birikim, kulak aşinalığı gerektirir. oda operası gibidir. melodileri yumuşak, müziği cennete layıktır, ancak ilk defa operaya gelenlere kolayca sıkıcı gelebilir. kadın iğfalcisi ve katil don giovanni’nin hikayesi her ne kadar cinsellik ve cinayet barındırsa da, aksiyonu azdır.
festival programında olmasaydı demiyorum, keşke açılışa konmasaydı. hele de böyle hayatında ilk defa operaya gelen öğrenciler ve davetiyeliler ağırlıklı bir izleyici kitlesine “il trovatore” veya “la boheme” gibi rahat izlenen, rahat dinlenen, aksiyonlu bir opera daha uygun olmaz mıydı. birinci perde sırasında salondan haldır haldır kaçan, ikinci perdeye kalmayan bir sürü insan sırf bu tecrübeleri yüzünden hayatlarında operaya bir kere daha şans vermeyebilirler. operanın halka inme projesi de başlamadan bitmiş olur. neyse…
gelelim yapıma;
yaptığı her işte, her zaman belli bir seviyeyi tutturan, daha önce düşünülmemiş çıkış noktalarından hareket ederek ilginç rejilere imza atan yekta kara, sanki ve ne yazık ki “don giovanni”nin altında kalmıştı. hiçbir fevkaladeliği olmadığı gibi, sahne trafiği bile doğru dürüst işlemeyen bir reji vardı karşımızda. bir ihtimal, haliç kongre merkezi’nin sinemaskop sahnesi birkaç gömlek büyük geldi bu yapıma. o zaman da; bu prodüksiyonun orada ne işi vardı, diye sorabiliriz..
kara’nın daha önce başka formüllerle denediği sahneye dansçı ekleme fikri bu sefer ölümü (veya belki de üç başlı cehennem bekçisi köpek cerberus’u) sembolize den üç erkek dansçı ile hayata geçirilmişti. peki neden; kağıt üzerinde iyi bir fikir gibi görünen ve operanın sonunda, don giovanni’nin cehenneme çekildiği sahnede en etkili halini alan o üç erkek dansçının ne idüğü belirsiz devinimlerinin tasarımcısı bir koreograf değil de yekta kara’ydı! böyle durumlarda profesyonellik bir koreografla çalışmayı gerektirmez mi. hiç bir koreografın böyle bir teklife hayır diyeceğini sanmıyorum. dünyada ne koreograflar egolarını bastırıp, opera rejisörlerinin altında görev yapıyorlar; guy cassiers’in ring’inde hareket tasarımını yapan sidi larbi cherkaoui mesela.
şancılara gelirsem;
donna anna’da feryal türkoğlu kötü bir akşamındaydı. don ottavio’da şenol talınlı ikinci perdede toparladı.
genç operacılarımız; donna elvira’da esin talınlı, zerlina’da görkem ezgi yıldırım ve özellikle masetto’da cem beran sertkaya gerek müzikal kalite gerekse de oyunculuk açısından tatmin edici performanslar çıkardılar.
ve sona bıraktım: eralp kıyıcı’ya gelirsem;
geçen seneki festivalde yine ankara operası prodüksiyonu “tosca”daki başkomiser scarpia rolüyle hayran kaldığımız eralp kıyıcı, don giovanni rolüyle de bizi fazlasıyla memnun etti. zaten, boğucu sıcaklarda, trafiğe aldırmadan, bir opera için en uygunsuz mekanlardan olan sevimsiz haliç kongre merkezi’nin yolunu tutmamızın en teşvik edici nedeni eralp kıyıcı’ydı. pişman olmadık. ankaralıları kıskanmadan edemedik.
bütün diğer olumsuzluklara rağmen; şef winfried müller yönetimindeki orkestranın temiz eşliği, genç şancılarımız ve eralp kıyıcı sayesinde gece yarısı 00.45’de haliç kongre merkezinden ayrılırken mutluyduk…
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder