11 Temmuz 2012 Çarşamba

nemli ılık açık-hava'da antony sohbeti




nasıl bizler ve istanbul değişmişsek, beş yılda antony de değişmiş. beş yıl önce bülent ersoy gibi bir sanatçıya sahip olduğumuz için ne kadar şanslı olduğumuzu söylerken, şimdilerde selda bağcan'ı keşfetmiş, keşfetmekle de kalmamış, konserine türkçe söylediği "vurulduk ey halkım unutma bizi" ile başlayacak kadar benimsemiş. [ayrıca, bağcan'ı londra'daki festivaline de davet etmiş]

antony beni beş yıl önce şarkılarıyla büyülemişken, bu sefer şarkı aralarında yaptığı konuşmalarla etkiledi.
konser formatı bir ara, her ne kadar içeriği 180 derece farklı da olsa, biçim olarak pazar sabahı kilise vaazlarına benzemedi değil; hatta, din propagandası yapan televizyon kanalları vardır ya, bir adam çıkıp konuşur, o konuştukça dinleyiciler alkışlar, arada gospeller çalar, hep birlikte alkış tutup söylenir. bir ara, tempo alkışı olmadan, tam öyle bir formata girdik; tarikatımız farklıydı sadece. biz antony'nin peşine takılmış, dünyayı kadınların kurtaracağına inananlardandık. bir gün gelecek isa kızkardeşimiz, tanrı annemiz, buda da ablamız olacaktı. iste o zaman dünya yaşanır bir hale gelecekti. iş annelere düşüyordu, antony inancım annelerde derken haksız değildi.
o anneler ki kadın erkek eşcinsel hepimizin içlerinden çıktığımız.

antony, içtenlikle inandığı ütopyasının yanısıra politikadan da bahsetti.
"burada nasılsınız?" "nasıl gidiyor?" diye sorunca, biraz şaşırdık tabii. "vurulduk ey halkım unutma bizi"nin selda bağcan'a ait olduğunu bilmeyen bizler, soru politikadan gelince duraladık; çalışmamıştık!
antony sorusunu açtı; önce "hükümetiniz nasıl?" diye sordu. rte'nin yurtdışındaki [sahte] imajından olsa gerek, "terrible" cevabını beklemiyordu herhalde ki, bu sefer de şaşıran o oldu. ama hemen toparlayıp, kendi memleketini anlattı; obama'nın nasıl bir hayalkırıklığı yarattığından ama yine de ikinci kere seçilmesinin gerektiğinden dem vurdu.
ardından "kadın hakları ne durumda?" diye sorunca bir cevval dinleyici "kürtaj yasaklandı" diye bağırdı. antony anladı ki ülkede yolunda giden hiç bir şey yok, "gay hakları nasıl peki; duyduğuma göre geçenlerde taksim meydanı'nda gay pride yapılmış" diye olumlu bir yorumda bulunmaya çalıştı. ancak bu sefer de seyirciden heyecan dolu pozitif bir yanıt alamadı [nasıl alsın ki!], cılız alkış sadece. baktı ki iş başa düştü, başladı geyleri anlatmaya. her ailede bir tane olduğundan, ailelerin üzüleceklerine ne kadar şanslı olduklarının farkına varmaları gerektiğinden, gey çocukların ne kadar sevgi dolu, neşeli, canlı, renkli insanlar olduklarından bahsetti; tabii, istisnaların da olduğundan..
sahnenin arkasını bütünüyle kapatan beyaz üzerine siyah, sert, sivri, kalınlı inceli, dar açılı çizgilerle kaplı poster ve bir tim burton karakteri gibi boynuna kadar yükselen, karanlık kıyafetiyle ve melankolik şarkılarıyla antony o istisnalardan olsa gerek.




beş yıl önce metruk şan sinemasının yıkıntıları arasında, yanık çatı makasları altında, sahnenin arkasını bütünüyle kaplayan rengarenk grafitinin önünde beyazlar içindeki the johnsons eşliğindeki müziğiyle devleşen antony, bu sefer senfonik düzenlenmiş şarkılarıyla istanbul akşamının ağır nemli havasını ve arada bir esen ılık mı ılık rüzgarın hükmettiği rehaveti dağıtamadı; aksine daha da yoğunlaştırdı.

her ne kadar koskoca açıkhava'yı tıklım tıklım doldurarak şehrimizin alternatif müziğe ve sanatçılara ne kadar açık bir dinleyici kitlesine sahip olduğunu kanıtlamış olsak da, antony'nin konuşmasının uzaması üzerine patavatsız bir dinleyicinin "müzikkkk" diye bağırması bir çuval inciri berbat etti.
antony'nin de dediği gibi;  "konuşmak bir nevi şarkı söylemektir" ve antony pazartesi akşamı sadece konuşarak oldukça ahenkli müzik yapıyordu zaten.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder