“O cümleyi oradan cımbızlayıp servis eden her kimse ona sesleniyorum… O da bir gün, içerideki gazeteciler gibi, düşüncelerinden dolayı tutuklanırsa, nasıl dün Silivri ’de olan gazetecilere destek verdiysem, gün geldiğinde onun düşünce özgürlüğü için de yapılan eylemde ön saflarda olacağımdan emin olabilir!
‘Sosyal linç’ yaşıyorum. Ama sadece ben değil, toplum olarak hepimiz bir ‘korku imparatorluğu’nda yaşıyoruz. Bugün bana, yarın sana…
Van ’daki üniversite öğrencileriyle olan o güzelim sohbetten, sadece bir iki cümle cımbızlayıp, yanlış bir mana çıkarıp, ‘Bu kadın aslında ne demek istiyor?’ aldırmadan değerlendirme yapan, daha doğrusu o ‘cımbız cümleler’i servis eden insanlar oldu. Canları sağ olsun! Onlar, benim konserlerime gelmek istemeyebilir. Onların düşüncesidir, saygım var. Ama ya peki gelmek isteyenler? İsteyenlerin sesini, istemeyenlerin sesi bastırıyorsa bu mahalle baskına somut bir örnektir.
Hepimiz için bu ülkede düşünce özgürlüğü, ifade özgürlüğü, inanç özgürlüğü olmalı. Ama ‘yok’ dedim. Şu anda, orada anlattıklarımın sağlamasını yaşıyorum. Bu ülkede, ‘Eğitim haktır’ dediği için, cezaevinde olan öğrenciler var. Düşüncelerini açıkça yazıp çizdikleri için yine cezaevinde olan gazeteciler var. Benim durduğum yer aynı ve hep aynı olacak. Düşünce, ifade ve inanç özgürlüğünü savunuyorum. Şu anda da farklı bir şey söylemiyorum. Orda da söylemedim…
Söylediğim o kadar açık ve net ki, ‘20 yıl önce başörtüsü serbest bırakılsaydı, bugün bunları tartışmıyor ve yaşamıyor olacaktık’ dedim. Yasaklar bizi bugünlere getirdi...
Ben, ‘Başörtüsü bir tekstli ürünüdür’ derken, bir teşbih yaptım. İnsanları başörtülü veya başörtüsüz diye ayırmam. İnsanları başlarına taktıkları tekstil ürününe bakmam kalplerine bakarım. ‘İnançlarına saygım sonsuz’ diye orada da dile getirdim. Şimdi kendi uğradığım haksızlık doğrultusunda, anlıyorum ki, bırakın düşünme özgürlüğünü, düşünce yetilerimizi bile kaybetmişiz…
Benim için kötü hadise yoktur, iyi tecrübe vardır. Bir şaşkınlık ve üzüntü yaşıyorum. O gün tam da bunu eleştiriyordum. Demek ki, gerçekten mahalle baskısı varmış, gerçekten korku imparatorluğunda yaşıyormuşuz. İnsanlar bu ülkede düşüncelerini açıkça söylediği zaman, devlete gelene kadar, kendi etraflarından baskı görüyorlar. Ama ben, kullandığım teşbihin ne anlama geldiği anlamak istemeyen biri için ne yapabilirim. Haksızlığa, yapan kim olursa olsun karşıyım. Aynı haksızlık başörtülülere yapıldığında da, başka bir dinden, başka bir ideolojiden olanlara yapıldığında da. Bizim artık bunları çoktan geçmiş olmamız lazım.. Müslüman, Yahudi, Kürt, Türk, kadın, erkek, zengin, fakir, güzel, çirkin, beyaz, siyah fark etmeksizin, insanların gözünün içindeki ışığa ve gönüllerine bakmanın derdindeyim. Kalplerindeki sevgiye...
Geri kalan her şey ‘şekil’. Hayatım boyunca özgürlüğü savundum. Oradaki çocuklara söylediğim bir cümle var, ‘Düşüncelerinizi açık ve net ifade edin. Düşüncelerinizin, inançlarınızın arkasında durun, onları savunun, ama lütfen provakatif olmayın, cümleleriniz barışa dair olsun…’ Şimdi bunu söyleyen biri nasıl olur da, ‘Başörtüsü bir bez parçasıdır, tekstil ürünüdür’ diye hakarete varacak bir şey söyler? Cümlenin önüne, arkasına ve içeriğine bakmaksınız, bir cümleyi çekip bir değerlendirme yapmak yanlış…”
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder