17 Mart 2011 Perşembe

güzel şeyler "hangi" tarafta?



üç boyutlu bir film mi izliyoruz; yoksa bir apartman dairesinin salonundan kesit alınmış, araya şeffaf ayırıcı (cam) yerleştirilmiş, kobay misali kahramanların belli koşullar altında nasıl tepki verdiklerini, hangi duygulardan geçtiklerini incelediğimiz bir deney laboratuarında mıyız?
hatta, hiç bir fısıltı bile kaçırılmasın diye, o cam arkasındaki kobayların seslerini, bizlere verilen kulaklıklardan dinliyoruz; her bir nefes alışı, iç çekişi, ağlama sesini.
ışıklandırma elemanları gözükmüyor; sahnenin bütününe laboratuarvari beyaz, soğuk, -neredeyse- gölgesiz bir ışık hakim; kobayların hiç bir mimiği, hareketi, jesti kaçmıyor, saklanmıyor, karanlıkta kalmıyor; her bir gözyaşı, göz süzüş, ürkek göz kaçırma bütün çıplaklıklarıyla gözlerimizin önünde.

"üç boyutlu bir film mi?" dedim, çünkü oyun metninde filmlere, televizyon dizilerine bolca gönderme var. oyunun oynandığı salonun tasarımı son 10-15 yılda mantar gibi her yerde biten cep sinemaları gibi. sahne ağzının sinemaskop perde oranlarında olması ve oyundaki sesleri kulaklıklarımızdan en ince ayrıntısına kadar duyuyor olmamız da sahnelemenin biçimsel olarak sinemaya öykünme halini güçlendiriyor.

gerçek-kurgu, seyredilen-sunulan, yaşanan-yaşandığı zannedilen karşıtlıkları oyunun, biçimsel sahneleme tercihleriyle de altı kalınca çizilen temaları.
oyunun masaya yatırdığı en temel derdi ise: sahici-sahte ikilemi.

hangisinin aşkı daha sahici; kültür ve sanatla çevrelenmiş entel kentli erkeğinki mi, yoksa bütün imkansızlıkların içinde aşkını bulmuş köylü kızınki mi! hangisi daha sahici; bir film hakkındaki gerçek fikrini bile sevgilisine söylemekten korkan kentli kadınınki mi, yoksa namus/töre cenderesi altında aşkı uğruna ölümü göze alan köylü erkeğinki mi!
kentli erkeğin kendisini çevreleyen entellektüel ortamda yaşadığı aşkla ulaştığını zannettiği mutluluk mu sahici, yoksa hayatta birbirlerinden başka "hiçbir şeyleri olmayan" köylü kız ile sevgilisinin "birlikte" ulaştıkları mutluluk mu! yıllarca bir yalanı yaşayan kentli kadın mı mutlu, yoksa rüyasında ninesinin onu tanıştırdığı erkekle kaçan köylü kız mı!

absürd ve eğlenceli "yangın duası", mükemmel ve tüyler ürpertici "bayrak", ortalama "bomba" ve olmasa da olur "hoop gitti kafa"dan sonra berkun oya "güzel şeyler bizim tarafta" ile tekrar onikiden vuruyor.
oya aşkı, sevgiyi, gerçek ve sahte olanı deşiyor ama bir yandan da ahlak, din, toplumsal önkabuller, önyargılar, töre-namus cinayetleri gibi güncel bir avuç demirleblebi konuyu oyununa ustaca yediriyor. bazen bir kahramanın basit (neredeyse sıradan) bir tepkisiyle geçiriyor bir fikri seyirciye, bazense uzun monologlar veya diyaloglarla karakterlerine anlattırıyor/tartıştırıyor bu konuları; ve tahmin edileceği üzere: didaktik olmadan. hatta bazen hiç hissettirmeden.

"güzel şeyler bizim tarafta"da içerik ve sahneleme ayrılmaz bir bütün. o kadar ki, bu metin ancak böyle sahnelenebilirdi dedirtiyor; bu ışıkla, bu ses düzeniyle, bu sahne tasarımıyla.

oyunculardan tülin özen ile ozan çelik kısa rollerinde iyiler. bartu küçükçağlayan kendinden ne kadar uzaklaşırsa o kadar iyi oluyor (bknz: "çoğunluk"); "bomba" ve "hoop gitti kafa"ya nazaran daha inandırıcı.
oyunun yıldızı ise; benzersiz bir performans sergileyen öykü karayel. herşeyiyle çok çok iyi; oyun biraz da onun sayesinde bu kadar içine işliyor insanın; bütün yabancılaştırma efektlerine rağmen oyun onun sayesinde bu kadar "gerçek"!

sahneleme biçimi olarak yeni ve farklı bir denemenin başarıya ulaşıyor olması bir yana "güzel şeyler bizim tarafta"nın bence en önemli artısı: içeriğiyle günün nabzını tutuyor olması. ve bunu ne didaktik, ne göze batırarak, ne de yukardan bakan bir havayla yapıyor olması.




...

"bomba" ve "hoop gitti kafa"dan sonra hafifçe soğuduğum berkun oya-bartu küçükçağlayan ortaklığının bu en yeni yapımına "mutlaka gör" diyerek dikkatimi çeken altıdansonra'dan nilgün kurt'a teşekkürü borç bilirim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder