avrupa tiyatrosunun sivridilli, keskin bakışlı rejisörü krzysztof warlikowski'nin bir prodüksiyonuna kendi ülkesinde denk geldiğim için çok sevinçliyim: varşova operası'nda sahnelenen alben berg'in "
wozzeck"i.
warlikowski'den, bir yıl önce atina festivali'nde arasız üç saat süren, lehçe, yunanca üstyazılı "
krum"ı seyretmiştim.
o günlerde oyun dergisine yazdığım, ancak dergi geçici olarak kapandığı için yayımlanamayan atina festivali izlenimlerimden "
krum" ile ilgili olan kısmı bu vesile ile buraya almak istedim.
"Atina Festivali’nin 16-18 Temmuz tarihlerindeki konuğu ise bu sene Avrupa Tiyatro Ödülü’nü almış olan tiyatronun son yıllardaki “yaramaz çoçuğu” Krzysztof Warlikowski idi. Tabuları yıkarak, Batı kültürünün mitsel karakterlerini alt üst eden sahnelemeleri (Hamlet, Macbeth, Bakkalar, Fırtına) ile ün yapan Warlikowski bu sefer sıradan karakterlerin sıkıcı aile-kasaba yaşamlarını anlatan bir oyun ile seyircinin karşısındaydı:
bir TR Warszawa yapımı olan ve 2005 yılından beridir Berlin’den Avignon’a, Moskova’dan Lizbon’a dolaşmış, New York’ta Warlikowski’ye bir OBIE 2008 ödülü kazandırmış, Hanoch Levin’in 1975 tarihli “Krum” adlı oyunu.
Warlikowski sahnede yaklaşık 10m. x 15m.’lik boş bir alan yaratmış. Etrafı pencereli duvarlarla çevrelenmiş, zemini parke kaplı bu alana farklı boyutlarda koltuklar yerleştirilmiş; tekli koltuklar, farklı renkte kanepeler, gerektiğinde yatak olabilen üçlü koltuklar ve bir dizi sinema koltuğu…
Warlikowski, bu boş alanda ışık kullanımı, pencereli duvarların önünde boyluboyunca açılıp kapatılabilen siyah perdeler ve koltukların düzeninin değişimi sayesinde farklı mekanlar yaratıyor.
Ayrıca tavanda asılı büyük boy perde, gerek dış mekan görüntülerinin gerekse oyunun farklı açılardan verilen canlı yayın görüntülerinin kullanılmasıyla oyunun atmosferinin yaratılmasında önemli bir rol oynuyor.
Warlikowski büyük boş sahne ile yetinmiyor, yer yer oyuncuların antrelerini seyirci tribününden yaptırıyor, seyirci koridorlarını oyun alanına dönüştürüyor. Bazı bölümlerde sahne ile birlikte salonun da bütün ışıklarını yakarak iki mekanı birleştiriyor.
Warlikowski daha da ileri giderek iki sahnede başrol karakterini direkt seyirciyle konuşturuyor; O ana kadar Leh dilinde ve Yunanca üstyazı ile oynanan oyunda Krum karakteri seyircilere dönüp İngilizce “Arkadaşım ölmeden önce mutlu bir çift ile fotoğraf çektirmek istiyor, gönüllü olanınız var mı?” diye soruyor. Tahminlerin aksine Yunanlı seyirci çekingen çıkınca, çaresizce “Tamam, illa da mutlu bir çift olması gerekmez, herhangi bir çift olabilir, gay veya straight de fark etmez!” diye devam ediyor.
Krum’ın seyircilere ikinci müdahelesi ölen arkadaşının anma töreninde gelen dilimlenmiş elmalı tartı olduğu gibi seyircilere sunarak elden ele dolaştırılmasını sağlaması.
Warlikowski’nin ustalığı; sıradan insanların sıkıcı günlük ritüellerinden kurulu hayatlarını anlatan ve arasız üç saat süren oyunu zekice kurgulanmış rejisi, mekan kullanımı ve özellikle de oyuncu yönetimi sayesinde nefessiz izlettirmesindeydi. Seyirciden de hak ettiği alkışı aldı."
varşova operası'nda seyrettiğim, 2006 yılı yapımı, ancak 09-10 sezonunun resmi açılış temsili olan warlikowski imzalı "
wozzeck" tarzı ve sahneleme mantığı bağlamında bir çok açıdan "
krum"a benziyordu.
warlikowski zaten uzun zamandır, ister paris ulusal operası, ister tr warsawa tiyatro topluluğu isterse de varşova operası ile olsun, her yapımında leh kadın sahne tasarımcısı malgorzata szczesniak ile çalışıyor.
"
wozzeck"te ortada geniş bir boş alan var; bazı sahnelerde bu boş alana üstten üç tarafı kapalı seyirci tarafında açık duvarlar inerek mekan hissi yoğunlaştırılıyor; duvarın üzerinde büyük şeffaf pencereler var; aynı "
krum"da olduğu gibi gözetle(n)me, seyretme, seyredilme, teşhir etmeye dair bir yorum kuvvetlendiriliyor. aynı "
krum"da olduğu gibi aşağıdan, yani duvarların altlarındaki küçük yarıklardan verilen ışık ile tekinsiz bir ortam yaratılıyor.
alban berg'in müziği için söz söyleyecek kadar yetkin değilim; atonal tarzda, hiç bir melodinin olmadığı gibi, hiç bir izleğinin de olmadığı hem icrası hem de dinlemesi zor bir müzik; en azından benim kulağım için öyle.
ancak, ekspresyonist bir tavırla bestelenmiş müziğin "
woyzeck"in içeriğine (woyzeck karakterinin tedirginliğine, gördüğü halüsinasyonların atmosferine, marie'nin onu aldatması karşısında duyduğu sinik/çaresiz öfkeye) ve warlikowski'nin seyirciyi rahatsız ve giderek te provoke eden yorumuna çok uyduğunu söylemeliyim.
"
wozzeck"te beni daha çok ilgilendiren warlikowski'nin büchner'in oyununa getirdiği yorumdu.
warlikowski direkt çocuklar ve woyzcek'in gayrimeşru oğlu gözünden yorumlamıştı yapıtı; opera başlamadan 15 dakika önce, daha seyirciler koltuklarına oturmaya çalışırlarken sahneye yedi çift kzılı-erkekli çocuk geliyor; büyümüş de küçülmüş gibiler, fraklı ve tuvaletli. bu yedi çift, müziksiz olarak ve kusursuz bir şekilde vals yapmaya başlıyorlar. woyzeck'in gayrimeşru oğlu olduğunu tahmin edilen bir oğlan da kenardaki masanın başında tek başına oturmuş vals yapan çiftleri seyrediyor.
operanın ikinci perdesindeki bar sahnesinde de yine bu küçük oğlanlar ve kızlar, bu sefer salsa kıyafetleri içinde vals yapıyorlar.
"
woyzeck"in, berg tarafından değiştirilmiş sonunda diğer çocukların gayrimeşru oğlanla dalga geçtikleri sahneyle de birlikte düşünülünce; aslında büyümüş de küçülmüş çocuklar üzerinden warlikowski'nin hem toplum eleştirisi yaptığını hem de bu yapıtı, burjuva toplumunun çocukluktan başlayan ikiyüzlülüğü, riyakarlığı üzerinden okuduğunu anlıyorsunuz.
woyzeck bir burjuva değil, ama onun kendisinden ve daha sonra da marie'den şüphe etmesine neden olan olaylar hep etrafındaki küçük-burjuva karakterler etkisiyle tetikleniyor.
"
wozzeck" yaklaşık 1.5 saat arasız süren, perde aralarında 2-3 dakikalık video projeksiyon görüntülerinin kullanıldığı, 1950'lerin mobilya ve kıyafetlerinin kullanıldığı, ışık tasarımına çiğ ve sert renklerin hakim olduğunu, çıplaklık-transseksüellik-şehvet-pop kültür gibi geleneksel opera seyircilerini kolaylıkla tedirgin edebilecek (en azından opera sahnesinde seyretmeyi tercih etmeyecekleri) öğeleri büyük bir rahatlık ve özgürlükle kullanan cesur bir yapım.
warlikowski'nin herhangi bir yapımını önümüzdeki yıllarda istanbul'da izleme şansına erecek miyiz acaba?
son yıllarda efsane olmuş bir "
angels in america" yorumu var mesela; tony kushner'in bu oyununu, yazıldıktan yıllar sonra tekrar sahnelere taşıyıp avrupa'da popüler olmasını sağlayan, ödüller almış bir yapım.
ya da şubat 2010'da paris théatre de l'odéon'da prömiyer yapacak isabelle huppert'li "ihtiras tramvayı".