10 Ocak 2009 Cumartesi

maskeleri böyle mi düşüreceğiz?

israil gazze'yi bombalamaya başlayalı 15 gün oldu, ölü sayısı 1000'i geçti. avrupa başkentlerinde ciddi protesto gösterileri düzenleniyor, iktidardaki politikacılar ise kıyafetsiz davranışlar sergilemeye devam ediyorlar! bir tek chavez hariç.

istanbul şehir tiyatroları sezon başından beri bir israilli yazarın oyununu sahneliyor: ilan hatsor'un "maskeliler"i. hatsor bir israilli olarak filistinlileri anlatıyor.
filistinli üç erkek kardeşin bir saat boyunca süren hesaplaşmaları; kendileriyle, birbirleriyle, filistin yeraltı örgütüyle, israil haber alma servisiyle, dürüstlükle, sadakatle, idealizmle...
üç erkek kardeş, üç farklı hayat tercihi. büyük olan duruma uyum sağlamış, hatta durumdan fayda sağlıyor. ortanca yeraltına inmiş israillilere karşı savaşmakta. küçük kardeş ise evde anne babaya ve bir gösteri sırasında kafasından yaralanmış en küçük kardeşe bakıyor, aileyi birarada tutuyor; denge unsuru.

ortanca bir yerde büyüğe soruyor "neden?"
sonra başka bir yerde şöyle anlatıyor: "küçüktük, israilli askerler köyümüzü basmıştı. ben arkadaşlarımı toplayıp çoçukça da olsa bir direniş çetesi kurmuştum. sen ise israilli askerlerin yanına gidip onlarla kutlama yapmayı tercih etmiştin. o zaman ne kadar utandığımı hala unutmadım!"

maalesef, spesifik olarak filistin gerçeğine eğilen bir oyun değil "maskeliler".
toprakları başka bir güç tarafından işgal edilmiş herhangi bir halkın mensubu olabilir o üç erkek. hatsor'un, belli ki çok dikkatlice yazmış olduğu metinde israil'in yaptıklarını eleştiren tek bir satır yok! olay sadece o üç erkeğin hesaplaşmasına indirgenmiş. bu anlamda bakılırsa belki evrensel olarak değerlendirilip övülebilir, ama o zaman karakterlerin adları neden nazif, davut, naim, halit, ihsan, rıdvan? neden filistin'in bir köyündeyiz?
doğrusu, hatsor'u samimi bulmadım; filistin'in direnişini, acısını hikayesine alet etmiş gibi geldi bana. tamam, filistinlilerin içine düştükleri cehennemvari durumu, "yukarı tükürsen bıyık aşağıya tükürsen sakal" halini, çaresizliklerini, kıstırılmışlıklarını, tereddütlerini, hayallerini, onurlarını çok etkileyici diyaloglarla anlatıyor. ama, bütün bunları yaratan veya zedeleyen "temel sebebe" değinmeden!

durum yazar tarafından bu kadar bağlamından koparılmışken, yönetmen taner barlas da oyunu gerçekçi bir yaklaşım yerine soyut bir yorumla sahnelemeyi tercih etseymiş keşke! boş ve karanlık bir sahnede, hiç bir coğrafyaya veya mekana referans vermeyen evrensel bir insanlık durumunu seyretseydik keşke!
yılların deneyimli sanatçısı duygu sağıroğlu defalarca başarılı bir şekilde kotardığı, farklı objelerin çoklu kullanımıyla tasarladığı sahne düzenlemelerinden birini gerçekleştirseydi keşke!
mevcut dekorda da gerilim gerilim unsurunu arttıran, kıstırılmışlık duygusunu veren, filistinlilerin tavuklar gibi çaresizcekatledilmelerini çağrıştıran kesici aletler, kancalar, kafesler gibi öğeler gerçek tavuklarıyla bir mezbahayı olabildiğince gerçekçi bir şekilde kurmak için değil de, herhangi bir dönemde herhangi bir coğrafyada karşımıza çıkabilecek soyut ama evrensel bir atmosferi oluşturmak için biraraya getirilseymiş keşke!

ve maalesef oyunculuklar! aralarından en iyisi, kardeşlerin en küçüğünde serdar orçin'di. kendini direnişe adamış ortanca kardeşte levent üzümcü, cüssesinin verdiği avantaj sayesinde kabul edilebilir bir portre çiziyordu (bundan anlaşılmasın ki levent üzümcü beden dilini iyi kullanıyordu, maalesef değil). büyük abiyi oynayan mehmet gürhan ise ne öfkesinde, ne sevecenliğinde, ne de nefretinde hiç mi hiç inandırıcı değildi.

şehir tiyatroları için bu oyunun kaçırılmış bir fırsat olduğunu düşünüyorum. hele de ele aldığı coğrafya şu günlerde, uzun zamandır olmadığı kadar güncelken, acılar içindeyken!

1 yorum:

  1. İsrail konusunda gerçekten kimse sonuca dönük bir tavır almıyor, haklısın bu konuda.. Ayrıca “sözsüz oyun” şeklindeki eleştirinden acıyı oyuna alet etmek konusunda hassasiyet geliştirmeni çok yerinde buldum. Bu konuda alınan tavırların “kendini aklama”, “vicdanını rahatlatma” şeklinde sürüp gitmesinden, siyasi arenada ise “tribüne oynamak” ile paralel bir havada seyrediyor olmasından inan ben de çok rahatsızım. Bir de “farkını ortaya koymak”, “farklı bakmak” edasında İsrail yanlısı tutum sergileyenler yok mu, diyecek söz bulamıyorum.

    YanıtlaSil