kerem kurdoğlu - naz erayda ikilisinden "fayton soruşturması", "haritadan naklen yayın" gibi yaratıcılık ve zeka bakımından benzersiz kalitede oyunlar seyretmiş biri olarak "istanbul'da bir dava"nın bunların çok altında bir yerlerde durduğunu görmek üzdü beni.
kerem kurdoğlu'nun yazdığı enfes diyaloglar ve pırıltılı kurgulama yeteneği, naz erayda'nın "fayton souşturması", "canlanan mekan" ve "kim o?" gösterilerindeki mekanı kullanmak ve dönüştürmekteki yaratıcılığı neredeydi! sahne tasarımının temelini oluşturan "hareket eden platformlar" fikri çok çiğnenmedi mi; hele de bu fikrin bu topraklarda uygulandığı en görkemli ve kullanıldığı oyunun içeriğiyle örtüşen en uygun örneğinin mustafa avkıran'ın "geyikler lanetler" rejisi olduğu düşünülürse.
şarkıların çok önemli bir yer tuttuğu oyunda (müzik: imre hadi) canlı çalan küçük bir orkestranın bile olmaması çok yadırgadıcıydı. bir başka gariplik ise, oyunun el ilanındaki afişte oyuncularla birlikte, hem de en önde kerem kurdoğlu'nun kendisini görmek oldu. ne zamandan beri bir oyunun rejisörü bu kadar "meta" haline geldi, hele de rejisörün kendisi el ilanına eşlik eden bir sayfalık metinde "sahnede göreceğiniz parlak mizansen fikirlerinin çoğu oyuncuların kendisine aittir" derken. aslında böyle kendi kaleminden çıkma uzunca bir metni yayımlamak ta rejisörün egosu konusunda fikir vermiyor değil! (bu aşamada küçük bir gözlemimi aktarmak istiyorum: gerek ilerde bahsedeceğim tiyatro pera'nın oyun broşürlerinde gerekse yurtdışında seyrettiğim oyunlara eşlik eden kitapçıklarda hiç bu kadar uzun rejisör yazısı, hatta çoğu zaman hiç rejisör yazısı görmediğimi, daha çok oyunun alt yapısını kuran metinlerin yayımlandığını belirtmenin yerinde olacağını düşünüyorum. ayrıca tiyatro pera'yı, ülkemizde hazırlanan en titiz, en detaylı ve en ucuz oyun kitapçıklarından dolayı kutlamak isterim.)
"istanbul'da bir dava"nın yarattığı hayalkırıklığına karşılık ertesi akşam nesrin kazankaya bir kere daha hayran etti beni kendisine. yıllardır o elverişsiz mekandaki her yeni oyunla harikalar yaratan tiyatro pera/nesrin kazankaya bir kere daha mekanı çok ustaca kullanmak, ve aslında "tekrar tanımlamak" konusundaki becerisini gösterdi. belki de, basık tavanlı mevcut mekan kendisine en uygun tiyatro şeklini nihayet bulmuştu: kabareyi.
renkli ampüller ve rengarenk ışık kullanımı (aynı rengarenk ışık tasarımını kerem kurdoğlu'nun "ışıkla boyama" tabiriyle "istanbul'da bir dava" için de yapmış olan yüksel aymaz), müzik (ahmet kara - ezgi kasapoğlu), kostümler (nilüfer moayeri), thonet sandalyeler, kırmızı kadife perde (dekor: vecdi sayar); bu öğelerin hepsi kabare mekanını yaratmakta çok başarılıydı. ancak bana kalırsa tek bir şey eksikti atmosferde: kesif bir sigara dumanı.
mutlaka "kesif" olması da gerekmezdi, yeter ki başak mete'nin bazı sahnelerde ağzında tuttuğu puro ve sigaralar gerçekten yakılmış olsaydı da mekana zarif bir sigara dumanı yayılsaydı. oyun öncesi, arası ve sonrasında fuayede brecht-weill kayıtları çalınan ute lemper'in istanbul'daki ilk konserinde ses tiyatrosu sahnesinde uzun ağızlıkla bir sigara tüttürüşü vardı ki ve bunu şovunun bir parçası haline getirişi, hala gözlerimin önündedir. (hazır lafı açılmışken, ute lemper'in önümüzdeki aylarda şehrimizi bir kere daha şereflendireceğini meraklılarına haber vermiş olıyim.)
"rahat yaşamaya övgü"ye dönersek; nesrin kazankaya tarafından brecht'in üç sahne yapıtından ve yazılarından kolajlarla oluşturulmuş ve yönetilmiş bir kabare.
yaklaşık 2.5 saat süren gösteride ilk yarı "schweyk ikinci dünya savaşı" ve "arturo ui'nin önlenebilir yükselişi" oyunlarıyla, ikinci yarı ise tümüyle "üç kuruşluk opera" ile kurulmuş. oyunun ana temasını oluşturan (aynı zamanda 2009 eylül'ünde açılacak 11. istanbul bienali'nin de ana teması olan) "insan neyle yaşar?" sorusunun/şarkısının cevabını arama/verme konusunda ilk iki oyundan yapılan alıntılar ne kadar isabetliyse, ikinci yarıdaki "sıkıştırılmış" "üç kuruşluk opera" versiyonu o kadar gereksizce uzatılmıştı bana kalırsa. ya ana tema brecht'in başka sahne yapıtlarından alıntılarla daha da pekiştirilebilirdi ya da, bu kadar başarılı bir ekiple göz kırpmadan "üç kuruşluk opera"nın bütünü sahnelenebilirdi.
başarılı ekip demişken: hem genel olarak oyuncular hem de orkestra çok iyiydi. 5 kişilik orkestrada ezgi kasapoğlu hem piyanodaydı hem kabaretist olarak bazı şarkıları seslendirdi, hem de gösterinin vokal yönetmeniydi. bazı eleştirmenleri rahatsız ettiği gibi beni rahatsız etmedi soprano yorumu, "rahat, rahat" keyifini çıkardım.
oyunculardan özellikle levent öktem mükemmeldi; oyun boyunca sırasıyla schweyk, ui, peachum ve brown oldu, her birini tanımlayan farklı bir ses tonu yaratmıştı, üstüne üstlük bir de ikinci yarıda kabaretist olarak ezgi kasapoğlu'na şarkılarda eşlik etti. okuduğum diğer eleştirilerdeki aynı cümleyi yazmak zorundayım: "levent öktem hem etkileyici bir brecht yorumcusu hem de başarılı bir müzikal oyuncusu".
gösteri boyunca farklı rollerde karşımıza çıkan başak mete ve aynı zamanda dans düzenini hazırlayan erdinç anaz çok başarılıydılar; karakterlerini, hep bir-iki nüans katarak kanlı-canlı hale getirdiler, kabarenin içerdiği grotesk mizahı yakaladılar.
maalesef, oyun boyunca hem küçük/kısa karakter rollerini hem de ikinci yarıda sustalı mack'i oynayan volkan aktan ne sesini ne de bedenini kullanmakta yeterince iyi değildi. polly'de linda çandır da ne ünlü şarkısında ne de oyunculuk anlamında doyurucuydu.
toparlarsam; yer yer orkestra üyelerinin de oyuna dahil edildiği, enstrümanların ustaca ses efekti olarak ta kullanıldığı, az ama öz akrobatik hareketlerle, toplu danslarla ve özellikle de thonet sandalyelerin kullanıldığı koreografiyle kabare havasının yaratıldığı, ama herşeyden öte oyunculuk gücünün en üstte tutulduğu başarılı bir kabare "rahat yaşamaya övgü".
sezonun tartışmasız en iyi oyunlarından biri!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder