Oyunun türü ne olursa olsun bence iyi bir oyunun özü, hakikati aramak. Yani normalde iyi bir oyunun özü aynı zamanda sanatçıların (oyun yazarları, yönetmenler, oyuncular, set ve ışık tasarımcıları, kostüm tasarımcıları, video sanatçıları vb.) prensip olarak elde edilmesi imkânsız olan bir şeyin arayışındayken kendileriyle, birbirleriyle ve tiyatronun kendisiyle olan uzlaşmaları ve de ve okuyucuların/izleyicilerin bu sürecin son ve önemli parçası olmasını sağlayan stratejileri. Seçmek zorundalar. Bir oyun sayısız tercihin sonucudur. Aldığımız tüm kararların farkında olmalıyız. Benim için iyi bir oyun, beni yerden yükselten, bilinç dışıma dokunan, beni beklemediğim bir şekilde çatışmaya sokan, bana ilham veren, hayal gücümü genişleten oyundur. Bazen nedenini bilmeyiz. Bu bir tiyatro gösterisiyle olabileceği gibi bir tiyatro metniyle de olabilir.
Sanatın dönüştürücü gücüne inanıyor musunuz? Nasıl?
Evet, sanat beni değiştirdi…ama bu, sorulan sorunun bakış açısına bağlı. Sanatın ortaya çıkarma, aydınlanma ve dönüşümle ilgili olduğuna kesinlikle inanıyorum. Bu bizim kendi yaratıcı sürecimizin özü. Her zaman kendimiz üzerinde, hayatta olduğu gibi sürekli bir dönüşüm içinde ama konsantre bir şekilde çalışıyoruz. Ama bir sanat eserinin insanları ya da toplumu değiştirebileceğinden emin değilim. İnsanların hayatlarındaki önemli olaylarla değişebileceği gibi, bir sanat eseri deneyimiyle de değişebileceğine inanıyorum. Aradaki farkı anlayabiliyor musunuz? O halde toplumu dönüştürmenin ilk adımının, çocuk gelişiminin başlangıcından itibaren okullarda sanat eğitiminin verilmesi olduğunu düşünüyorum. Bu daha az bireysel bir topluma, daha az ilgisizlik ve nefrete giden yol; dünya ve öteki hakkında farkındalık kazanmanın, insan doğasını daha iyi anlamanın, başkalarıyla daha fazla empati geliştirmenin yolu, çoğul olmanın yolu, duyularımızı dünyaya açmanın yolu.
Bir iş üretirken hangi kaynaklardan beslenir, nelerden ilham alırsınız? Rüyalarınızın
işlerinizde etkisi olur mu?
Bir oyun yazarken her şey bana ilham veriyor. Bu yüzden yazarken yaptığım şeylerle ilgili seçimler yapmak zorundayım çünkü her şeyin beni etkileyebileceğini biliyorum. Ayrıca süreç çok fazla araştırma içeriyor çünkü cevaplamam gereken birçok soru oluyor. Bazen bir karakterin bir kelimeyi söyleyebildiğinden emin olmak için yüzlerce sayfa okumam gerekiyor. Diğer zamanlarda sadece içimde tuttuğum fotoğraf koleksiyonunu kullanıyorum. Onlar dünyanın resimleri, içimde yaşıyorlar ve onlardan kurtuluncaya kadar onları harekete geçirmem gerekiyor. Görmem ve dinlemem gerekiyor. O anın içinde olmam ve yavaş gitmem gerekiyor. Sadece hayalimde var olan bir şeyin tanığıyım. Kaybolmasına izin vermemem gereken bir şeyin. Sonra yazma süreci o kadar güçlü ki, yazdığım her yeni kelime, birbiri ardına bana yeni bir gerçeklik gösteriyor, oyun bir şekilde kendi hayatını kurmaya başlıyor, tıpkı suyun dağdan aşağı inmesi, kendi yolunu bulması ve sona varıncaya dek dünyayı değiştirmesi gibi. Kontrol etmeye çalıştığınız, uyanık gördüğünüz bir rüya gibi.
Eğer zaten halihazırda bir adı yoksa, üzerinde çalışmakta olduğunuz yapıta adını vermeye ne zaman karar verirsiniz?
Başlık bazen, projenin kendisini özetleyen fikir oluyor ve içinde bir şekilde belirsizlik veya çelişki varsa bile sonda aynı kalıyor. Turizm de de böyle oldu. Bazen yazarken başlığı arıyorum ve oyunun daha sonra bir şekilde ortaya çıkabilecek özünü arıyorum.
Sanatınızı etkilediğini düşündüğünüz biri veya bir sanatçı var mı, varsa kim?
Bir isim söylersem haksızlık olacağını ve muhtemelen kendim hakkında yanılmış olacağımı düşünüyorum. Ama daha iyi tanıdığım bazı yazarlar var çünkü onların oyunlarını yönettim ya da oyunlarında oynadım ve hep onların evrenimi inşa etmeye başladığım zemin olduğunu hissettim; Peter Handke, Jean Luc Lagarce, Roland Barthes ve özellikle Jon Fosse . Ama çok daha fazlası var. Dostoyevski, Çehov, Ibsen, Shakespeare… Ayrıca Cassavetes, Wong Kar Wai gibi yönetmenler… Sadece birkaçını saymam gerekirse …
Sohbetin devamını okumak isterseniz tıklayın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder